PKK Lideri Abdullah Öcalan, ekolojik krizin modernite döneminde patlak vermesinin tesadüf olmadığına dikkat çekerek, ‘Kırılış reaksiyonu başlamıştır. Nasıl durdurulacağı kestirilememektedir. Elbette bu gidişata doğanın vereceği yanıtlar da olacaktır’ diye belirtiyor
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkarılmasıyla başlayan ve 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesiyle devam eden uluslararası komplo 24’üncü yılını geride bıraktı. Abdullah Öcalan, Türkiye’ye getirildiği günden bu yana İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit koşulları altında tutuluyor.
Abdullah Öcalan, cezaevi sürecinde yazmış olduğu savunmalarında aşırı kar hırsının ve tekelciliğin toplum karşıtlığına dönüştüğüne dikkat çekerek, ekolojik dengenin bozulmasının felaketler zincirine yol açacağına işaret ederek adeta günümüzde yaşanan ve binlerce insanın ölümüne yola açan depremlerin nedenlerine ışık tutuyor.
Tekelcilik ve toplum karşıtlığı
Abdullah Öcalan, savunmalarında ekolojiye dair yaptığı değerlendirmesinde tekelciliğin ve toplum karşıtlığının tüm canlıları ve çevreyi nasıl tehlike altına koyduğuna dikkat çekerek şunları ifade ediyor: “Belki de hiçbir sorun ekolojik olanlar kadar kâr-sermaye düzenlerinin (örgütlü şebekeler) gerçek yüzünü bütün insanlığın gündemine oturtacak önem ve ağırlıkta olmamıştır” diyerek. Kâr ve sermayenin (tarih boyunca tüm askeri, ekonomik, ticari ve dinsel tekellerin toplamı olarak) uygarlık sisteminin bilânçosu sadece toplumun her yönden çözülüşü (ahlâksızlık, politikasızlık, işsizlik, enflasyon, fuhuş vb.) değil, tüm canlıların yaşamıyla birlikte çevrenin de tehlike altına girmesi olmuştur. Tekelciliğin toplum karşıtlığını bu gerçeklerden daha çarpıcı olarak neyle kanıtlayabiliriz ki?
Ekolojik denge zinciri
“Toplumun üstünde kâr-sermaye tekeliyle örgütlenen bazı grupların marifetiyle çevre halkalarından ciddi kopuşlar olursa, evrimsel felaketler zincirlemesine tüm çevreyi, bu arada toplumu da kıyametle karşı karşıya bırakabilir” diyen Abdullah Öcalan, ekolojik dengenin bozulmasının felaketler zincirine yol açacağına işaret ederek, “Zekâ ve esneklik payı diğer tüm canlılara göre en yüksek bir doğa olarak tanınsa da, insan toplumu da son tahlilde canlı bir varlıktır. Dünyalıdır, çok hassas düzenlenmiş bir iklimsel ortamın, bitkiler ve hayvanlar dünyasının evriminin ürünüdür. Dünyamızın atmosfer ve iklimi ile bitkiler ve hayvanlar âleminin bağlı olduğu düzenlilikler, hepsinin toplamı olması itibariyle insan toplumu için de geçerlidir. Bu düzenlilikler çok hassastır. Birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Âdeta bir zincir oluştururlar. Bir halkası koptuğunda zincir nasıl işlevsiz hale gelirse, evrim zincirinin ciddi bir halkası koptuğunda da tüm evrimin etkilenmesi kaçınılmaz olur” Abdullah Öcalan, toplumsal gerçekliğin insan eliyle inşa edildiği için bozulduğunda düzeltilebileceğini vurgulayarak, “Ekoloji bu gelişmelerin bilimidir. Bu nedenlerle de çok önemlidir. Toplumun iç düzenliliğinin herhangi bir nedenle kırılması insan eliyle yeniden düzenlenebilir. Nihayetinde toplumsal gerçeklik insan eliyle inşa edilen gerçekliktir. Fakat çevre böyle değildir” diye belirtiyor.
Doğa canlı ve zekâlıdır
“Bitkiler ve hayvanlar dünyasında yaşanan yıkımların sonuçları belki de tam anlamıyla ortaya çıkmış değildir” diyen Abdullah Öcalan, “Unutmamak gerekir ki, çevre halkaları milyonlarca yıllık evrimle oluşmuştur. Genelde son beş bin yıllık, özelde son iki yüz yıllık tahribatlar, milyonlarca yılın evrim halkalarından binlercesini koparmayı daha kısa sayılabilecek bu zaman diliminde gerçekleştirmişlerdir. Kırılış reaksiyonu başlamıştır. Nasıl durdurulacağı kestirilememektedir. Atmosferde başta karbondioksit (CO2) oranı ve diğer gazların yarattığı kirlenmenin, mevcut haliyle yüzlerce, hatta binlerce yıl temizlenemeyeceği öngörülmektedir. Bitkiler ve hayvanlar dünyasında yaşanan yıkımların sonuçları belki de tam anlamıyla ortaya çıkmış değildir” diyen Abdullah Öcalan, Ekolojinin de canlı ve zekâsının olduğunu işaret ederek, “Ama her iki dünyanın da en az atmosfer kadar S.O.S işareti verdiği açıktır. Denizler ve ırmakların kirlenmesi ve çölleşme daha şimdiden felaket sınırlarına dayanmıştır. Tüm belirtiler kıyametin doğal dengenin bozulması sonucunda değil, bir kısım şebekeler halinde örgütlenmiş gruplar eliyle topluma yaşatılacağını göstermektedir. Elbette bu gidişata doğanın vereceği yanıtlar da olacaktır. Çünkü o da canlı ve zekâlıdır. Onun da tahammül gücünün sınırları vardır. Direnmesini yerinde ve zamanında gösterecek, bu yer ve zaman geldiğinde insanların gözyaşlarına bakmayacaktır. Çünkü kendilerinin yeteneklerine, bahşedilen değerlere ihanet etmekten hepsi sorumlu tutulacaktır. Kıyamet de böyle öngörülmüş değil miydi?” diye soruyor.
Plazalardaki Firavun ve Nemrutlar
Nemrutlar ve Firavunları şimdiki tekellere benzeten Abdullah Öcalan, devamına şunları ifade ediyor: “İnsanlık tarihinde kendi kaleleri ve piramitlerine çekilen Nemrutlar ve Firavunların akıbetine ilişkin çok şey anlatılır. Nedeni açıktır. Ne de olsa Nemrutlar ve Firavunlar da gerek kişi gerek düzen olarak, tanrısal idealar taşıyan birer TEKEL idiler. Evet, hep kâr peşinde koşan sermaye tekellerinin ilkçağda en görkemli örnekleriydiler. Şimdiki kentlerde PLAZA’lara çekilen tekellere nasıl da benziyorlar! Tabii ki aralarında özde olmasa da biçimde farklar vardır. Kale ve piramitler tüm görkemliliklerine rağmen günümüzün plazalarıyla yarışamazlar. Kaldı ki, sayı olarak hiç yarışamazlar. Toplasanız tüm firavunlar ve nemrutların sayısı birkaç yüzü geçmez. Ama çağdaş firavunlar ve nemrutların sayısı şimdiden herhalde yüz binleri geçmiştir. İnsanlık eski çağlarda birkaç nemrut ve firavunun ağırlığını çekemedi. Bu kadar inleyip durdu. Peki, tüm çevre ve toplumu çözülüşe uğratan yüz binlercesinin ağırlığını daha ne kadar çekecek? Yol açtıkları bunca savaşın, işsizliğin, açlığın, yoksulluğun neden olduğu acıları ve ahları nasıl dindirecek?”
Kaynak: ANF