Kürt siyasal hareketi tarihinin en kapsamlı ideolojik, askeri, ekonomik saldırıları ile karşı karşıya. Yüzyılın başından itibaren ta Şêx Seîdlerden, Seyîd Rızalardan bugüne kadar gelen kesintisiz bir saldırı ve imha konsepti var. Fakat ilk kez bu denli organize, bu denli çok taraflı, çok boyutlu ve fazlasıyla derin bir 20-25 yıllık kesintisiz bir saldırı dalgasından bahsediyoruz.
Bu planlar her zaman günün koşullarına göre güncellenip, yenilenmesine rağmen, amacı ve ruhu hep aynı. Son günlerde yeniden dolaşıma sokulan planlar bu saldırı dalgalarının parçaları olarak hayat buluyor. Genel itibariyle dile getirilen, yürürlüğe sokulan planlara bakıldığında neredeyse tamamının uluslararası düzeyde planlandığı ortaya çıkıyor ve bu konuda yaşanan gelişmelerin hiçbiri tesadüfi değil. Saldırılar öylesine planlı ki, birden fazla ayak üzerinden hayata geçiriliyor.
Saldırı dalgasının son hamlesi ABD’nin aldığı “para ödülü” kararı oldu. Karar birkaç açıdan önemli. Birincisi, ABD 20 yıl önce 15 Şubat sürecinin planlayıcısı ve uygulayıcısı bir güç. İkincisi ABD, Ortadoğu’yu dizayn etmeye çalışıyor ve dizayn sürecinde Kürtlerle bir ilişki kurmak zorunda kaldı. Fakat Kürtlerle ilişki geliştirirken, kendi politik ve ideolojik sistemiyle uyumlu bir Kürt Hareketi yaratma amacıyla hareket ediyor ve gönlünde yatan aslan Güney Kürdistan siyasetinin izdüşümü siyasi oluşumlardı. Fakat hayat böyle gelişmedi ve pratik gelişmeler, ABD’nin karşısına kendi siyasi sisteminin de alternatifi olan bir Kürt gerçeği çıkardı. ABD bir yerde bu güçle ilişkilenmek zorunda kaldı. Fakat Kürtlerle ilişkilenirken de temel amacı hiç değişmedi: Kürtleri Kürt Siyasi Hareketi’nin etki alanından uzaklaştırmak ve başka birtakım formlara sokup kendi politikasına hizmet edecek duruma getirmekti. Son birkaç yıldır yaşanan Rojava deneyimi bırakın Kürtlerin ABD’nin denetimine girmesini, aksine dünya halklarını etki alanına alan bir gerçekliğe dönüştü ki bu ABD’nin hiç istemediği bir durumdu.
Şimdi yeni hamle ile bu amacı hayata geçirmeye çalışıyorlar. Bu açıdan “para ödülü” bazılarının iddia ettiği gibi ABD’nin Rojava’daki ilişkilerini meşrulaştırmaya yönelik bir manevra, taktik hamle değil esaslı bir saldırıdır. Bu hamle 20’inci yılında 15 Şubat Süreci ve uluslararası komplonun yeniden güncellenmesidir ve son derece tehlikelidir.
Bazı kesimler bu tehlikeyi bilerek sulandırmaya hatta bu saldırı üzerinden Kürtleri beklenti içine sürüklemeye çalışıyor. Örneğin, “ABD Türkiye’ye Rojava’daki gelişmeyi kabul ettirmek için bu girişimlerde bulunuyor” şeklinde yapılan yorumlar, zehri şerbet olarak sunma girişimidir. Bu da planın bir parçasıdır ve Kürtlerin örgütsel yapılarının tasfiyesi için Kürtlerde rıza yaratmayı amaçlamaktadır. Bu söylemlerin planın bir parçası olduğunu bir süre önce Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın “sentez” diye pazarlanan sözlerinden anlıyoruz. Sentezlenen sözlerle kabaca, “Önce Rojava’ya yönelik saldırı geliştirilecek, bu sorunları daha da derinleştirecek ve yeniden çözüm sürecine geri dönülecek” önermesi propaganda edilmeye başlanmıştı.
Saldırının uluslararası bir hamle olduğu gizli ve bilinmeyen bir durum değil. Bir süre önce Moskova’da girişimlerde bulunan ENKS doğrudan bu planı kamuoyuna duyurmuştu. Kendi kanalları üzerinden iki hafta önce açıklamalarda bulunan ENKS Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Kamiran Haco, Fırat’ın doğusu için uluslararası güçlerin yeni planlarının olduğunu, PYD’yi zayıflatmak istediğini belirterek, “Bu planın gerçekleşmesi durumunda bizim de elimiz güçlenecek” açıklamasında bulunmuştu.
Sonrasında eşzamanlı olarak Kürt Hareketine yönelik ideolojik saldırılar ve eleştiriler başladı bunu Akar’ın sentezi takip etti, sonrasında Fransa’da Kürtlerin gösterilerine saldırılar gerçekleşti ve peşi sıra ABD’nin kararı açıklandı. Peki bütün bunlar tesadüf mi? Elbette değil. Suriye’de çözüm masasının kurulacağı bir dönemde çok yönlü saldırılar ortak bir amaç doğrultusunda gelişiyor. Washington’da tez, Moskova’da antitez geliştiriyor ve bu Türkiye’nin önüne bir sentez olarak konuluyor. Dolayısıyla gelişen plan Türkiye’ye ait değil, Türkiye bu işin öznesi değil dahil olanıdır. Ortaya çıkacak sonuç da ne Türkiye’nin ne Kürtlerin ne de bölge halklarının yararına olacaktır.
Bu sürecin perde arkasında yapılan tartışmalar, varılan mutabakat nedir, bunu şimdiden kestirmek zor, lakin gelişmelerin bize gösterdiği şey, bu sistematik ve çok aktörlü/faktörlü saldırı dalgasının yeni olmadığı gerçeğidir. Daha önce benzer süreçlerden ortaya çıkan deneyimin bu saldırı dalgasını kıracak ve Ortadoğu halklarının toplumsal barışını sağlayacak tek şey, topyekun saldırılara topyekun karşı koyuşun örülmesidir.