Cumhuriyetçi partinin sanal kongresinde Beyaz Saray önünden bağlanarak konuşan ABD Başkanı Trump (makamın yasalara aykırı biçimde seçimlere karıştırılması tanıdık gelmiştir) kendi taraftarlarını dahi heyecanlandırmayan sunumunda, bizce önemli bir cümle sarf etti: “Savaşımız, onlara karşı biz savaşıdır”. Her seçimde sarf edilen retorik söyleme benzese de Trump’ın bu tespiti ABD kapitalizminin günümüzdeki seviyesini tanımlamaktadır. Daha önce de vurguladığımız gibi, ABD “Demokratörlüğünde” tekelci burjuvazi bizzat sahadadır.
Burjuva demokrasilerinin “Demokratörlüklere” veya başka bir deyimle parlamenter diktatörlüklere dönüştürülmesi, 1970’lerden bu yana mütemadiyen ivmesini artıran saldırgan ve otoriter neoliberal sürecin doğal bir sonucudur. Oluşan toplumsal direnç potansiyelinden her daim rahatsız olan ABD tekelci burjuvazisi, gerek bu sürecin kitleselleşip sistem karşıtı güce dönüşmesini engellemek gerek neoliberal uygulamaları süreklileştirmek gerekse de emperyalist-kapitalist dünya düzeninin meydan okumalarına kendi yanıtını vermek için, kendini temsil ettirmek yerine siyasî iktidarı ele alarak bizzat sahaya indi. Trump yönetimi siyasî elitleri ve devlet bürokrasisini hizmetçiliğe indirgeyen bir iktidar olarak, ABD tekelci burjuvazisinin en saldırgan kesimlerinin sınırsız desteğine sahiptir.
Her zaman verilen askerî-sınaî kompleks örneği dışında bir örnek vermek gerekirse, 1980’lerden bu yana yürütülen özel hapishane uygulamasını ve insan bedenini metalaştıran “Hapishane Sanayini” örnek verebiliriz, ki bu örnek ABD’ndeki ırkçılığın egemen iktidar ve mülkiyet ilişkilerine nasıl dayandığını en iyi şekilde göstermektedir.
Toplam 2,1 milyon insanın, ki büyük çoğunluğu siyah Amerikalılardır, tutuldukları ABD hapishaneleri iki büyük tekel, Geo Group ve Corecivic arasında paylaştırılmış durumda. İki tekel de dünya borsalarında yer alıyorlar. Mali sermaye sürekli kâr peşinde olduğundan, aslî olarak devletin yerine getirmesi gereken tüm sorumluluklar, yüksek kâr amacına uygun biçimde geri planda kalıyor. Hollywood filmlerine de konu olan ABD infaz kurumlarında yaşanan vahşetin boyutu biliniyor, ayrıca belirtmeye gerek yok. Kapitalist kâr mantığının sonucu olarak infaz kurumları son derece düşük giderlerle olanaklı olan en yüksek kârı sağlamak için biçimlendirilmiş durumdalar.
Sadece bu da değil; ABD devleti hem müşteri olarak bütçesinden devasa ödemeler yapıp hapishane tekellerinin kârlarını garantiliyor, hem de devletin baskı aparatıyla en ufak suçlara yüksek cezalar vererek insan bedeninin metalaştırılmasını sağlıyor. ABD baskı aparatının, yargısı ve kolluk kuvvetleriyle bilhassa siyah Amerikalılara ve yoksullara karşı uyguladığı orantısız şiddetin, ırkçı cinayetlerin ve kurumsal ırkçılığın temeli en başta bu özelleştirilmiş infaz uygulamasıdır. Marx’ın dediği gibi, “sermaye” bu durumda da “tepeden tırnağa kana ve pisliğe bulanmış olarak” gelmektedir.
O açıdan Trump “onlar” derken, yoksulları, bedenleri metalaştırılmış insanları, ezilen ve sömürülen sınıfları kast etmektedir. Trump’ın “biz” dediği ise, mutlak kâr için “bütün yasaları ayakları altına alan, işlemeyeceği suç olmayan, hatta asılmayı bile göze alan” burjuvazidir, sermaye sınıflarıdır. Trump “onlar” derken işçi sınıfına ve yoksullara olan nefretini kusmaktadır. Temel sorun, ezilen ve sömürülenlerin hâlâ haklı ve gerekli olan sınıf kinini anımsamıyor oluşlarıdır.