ABD’nin İran’a müdahale için hazırlıklar yaptığı ve iki aşamalı plan için merkez üs olarak Irak ve Federe Kürdistan’ı kullanacağı belirtiliyor. Bu kapsamda eğitilen bazı güçlerin üslere taşındığı kaydediliyor
Dünyanın koronavirüs (Covid-19) salgınıyla mücadele ettiği son birkaç ayda bile egemenlerin Ortadoğu hesapları ve projeleri aksamadı. “Arap Baharı” adı altında tüm ülkelere müdahale eden ABD, Rusya, İngiltere ve Avrupa Birliği ülkeleri, çıkarları doğrultusunda Ortadoğu coğrafyasının kan deryasına dönmesine ön ayak oldu. Egemenler, projelerini hayata geçirirken, bölge devletleri taşeron örgütleriyle sahadan hiç eksik olmadı. Savaşı kapitalizmin devamı için hayati görüp Suriye ve Libya’da kan akmasında sorumluluğu bulunan ABD öncülüğündeki güçler, hedeflerine İran’ı koydu.
Salgına rağmen İran’a yönelik askeri harekatın hazırlıklarını yapmaya başlayan ABD’nin iki aşamalı bir plana sahip olduğu belirtiliyor. ABD’nin bu plan dahilinde Irak’ta dağınık olan askeri üslerini toparlamaya başladığı, özellikle hem Türkiye hem de Ürdün’de eğittiği Sünni Arap güçlerini Hewler, Musul ve Anbar vilayetlerindeki üslerine getirdiği yönünde bilgiler geliyor.
Eğitilenler üslere taşınıyor
ABD’nin virüs salgını öncesi İran’la siyasi ve ekonomik ilişkileri olan devletleri yaptırımla tehdit etmesi, İran’ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’yi öldürmesi gerginliği arttırmıştı. Bu gerginlikle alttan altta sürdürülen savaş hazırlıklarının merkez üssünün Irak Federe Kürdistan Bölgesi ve kısmen Irak olduğu, Bağdat merkezli yayın organları tarafından işlenmeye başlandı. Bu iddiaları doğrulayan gelişmelerden biri, Türkiye’de eğitimini tamamlayan bin 500 kişilik Sünni Araplardan oluşturulan gücün Hewlêr’de (Erbil) bulunan ABD’ye ait askeri üsse, Ürdün’de eğitilen 3 bin kişinin ise Musul Geyara Askeri Üssü’ne nakil edilmesi oldu.
Yine Ürdün’de eğitilen Sünni Araplardan oluşan 4 bin kişilik askeri gücün Anbar vilayetinde bulunan askeri üsse taşıyacağı belirtilen ABD’nin, önümüzdeki dönemde Türkiye’de 30 bin, Ürdün’de ise 20 bin kişinin eğitilmesini planlandığı iddiaları gündemde.
İki aşamalı plan
ABD’nin yürüttüğü iki aşamalı planın ilk ayağı, İran üzerindeki ambargoyu derinleştirip, içte toplumsal bir patlama yaratmak ve bu ortamda İran pastarlarına (devrim muhafızları) ait stratejik askeri karargahlara yönelik hava saldırısı yapmak. Bu amaçla Irak’ta dağınık olan askeri üslerini toparlayan ABD’nin, Nisan ayı içerisinde belirli aralıklarla B-52 bombardıman uçaklarıyla ABD Özel Kuvvetleri’ne bağlı 2 bin 500 kişilik tam teçhizatlı gücü Hewlêr’deki askeri üssüne taşıdığı kaydediliyor.
Planının ikinci aşamasını ise, Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) bağlantılı İran’daki Kürt örgütleri ve bazı muhalif kesimlerle İran’a karşı askerî harekât oluşturuyor. Buna göre, Kürt örgütlerin eliyle İran Kürdistanı’nda isyan başlatılıp rejimin buraya ağır bir saldırı yapmasına zemin hazırlamak. Buradaki halkın Federe Kürdistan Bölgesi’ne göç etmesine kapı aralanmasıyla birlikte ABD devreye girerek, İran Kürdistanı’nın hava sahasını rejime kapatılması hesaplanıyor.
Bu hazırlıkların pratiğe yansımasının ise, ABD’deki Başkanlık seçimlerinin ertesine sarkabileceği ifade ediliyor. İran devlet yetkililerinin de bu hazırlıklardan haberdar olduğu, rejiminin en üst düzeydeki yetkilisi Ayettullah Hamaney’in son günlerde dolaylı bir şekilde “ABD dahil herkesle müzakere edebilecekleri ve bu temelde kayıtsız şartsız esir takası yapabilecekleri” yönünde verdiği mesajların da bununla bağlantılı olduğu belirtiliyor.
Yeni Irak Başbakanı Mustafa Kazimi’nin hem ABD hem de İran’ın uzlaştığı bir kişi olduğu, bundan kaynaklı da Hamaney’in müzakere açıklamalarını yapmasına Kazimi’nin ön ayak olduğu dile getiriliyor. Diğer yandan geçtiğimiz günlerde ABD’nin İran için tehdit oluşturan Suudi Arabistan’daki bazı askeri üslerinde bulunan bir kısım güçlerini geri çekmesi karşılıklı olumlu adımlar gibi yansısa da ABD’nin amacının hazırlıklar yaparken yol kazası yaşamamak olduğu kaydediliyor.
Taktik ittifaklar devam ediyor
ABD’nin İran için hazırlıkları sürerken, Ortadoğu coğrafyasının diğer bölgelerinde de savaş devam ediyor. Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme amacıyla sürdürülen hegemonya savaşında her güç, savaşın kazananı olmak için adımlar atıyor. Kuşkusuz savaşın kazananı hem büyük bir ticaret merkezi olan Ortadoğu’da hakimiyetini kuracak hem de dünya siyasetinde belirleyici güç olacak. 3’üncü Dünya Savaşı’nın merkezi olan Ortadoğu’da şu ana değin vekaleten yürütülen savaşlar artık ana aktörler eliyle yürütülüyor. Bugün atılan adımlar ve şekillenen yeni haritanın önümüzdeki 100 yılı kapsayacağı belirtiliyor. Bu savaşta bazıları yenilecek, bazıları diğerinin şartlarını kabul etmek zorunda kalacak ve dünya savaşlarının karakteri gereği bölgede yeni dengeler oluşacak. Yeni düzenin nasıl oturtulacağı ise henüz tam belirlenmiş değil, taktik ittifaklar yapılmaya devam ediliyor.
Suriye ve Rojava
Suriye gerçeğinden hareketle bölgeye dair planlar önem kazanıyor. ABD bölgeden çekilme kararını hatalı görüp geri adım attı. Bunu sağlatan Serêkaniyê ve Girê Spî direnişi oldu. Rusya da bu durumdan azami derecede faydalanmak istedi ve Türkiye’nin 9 Ekim saldırısını fırsat bilerek, Kuzey ve Doğu Suriye’yi teslim almaya yöneldi. Gösterilen direniş, hem Rusya’nın hem de Esad rejiminin hesaplarını boşa çıkardı. Karşılaştığı direniş ve dünya çapında büyüyen tepkiler üzerine Türkiye de istediği sonuca ulaşamadı. Ancak birdenbire kendisini, dünyanın iki süper gücüyle zorunlu olarak anlaşmak için masada buldu. Rakka ve Dêra Zor’a açılan yola ulaşamayan Türkiye, daha önce Cerablus ve Efrîn operasyonlarında olduğu gibi önünün kesilmesiyle amacına ulaşamadı. İlerleyecek gücü olmayan Türkiye, geri çekilmesi halinde büyük kaybedeceğinin farkında. Bu durum tıkanmayı da beraberinde getirdi.
Türkiye, en son İdlib’de alınan ağır darbenin etkisini Moskova’da Rusya’ya verdiği büyük tavizler karşılığında atlatmaya çalıştı. İdlib şehir merkezi elde kalsa da Suriye için stratejik önemi olan M-4 ve M-5 gibi yolları kaybedildi. Şimdilerde Rusya ile yapılan ateşkesten faydalanarak, var gücüyle idlib’e askeri yığınak yapan Türkiye, olası yeni saldırıların önüne geçme çabası içinde.
ABD ise, 9 Ekim saldırısıyla Suriye’den çıkıp Rojava’yı Türkiye’ye teslim edecekti ve bir NATO gücünü oraya yerleştirip kazanacaktı. Fakat Kürtlerin hem Rojava hem de tüm dünyada sergilediği çok boyutlu direnişle bu hesaplar tersyüz edildi. Bu haliyle savaşın kaybedeni ABD ve Türkiye oldu. Petrol bahanesiyle halen bölgede varlığını sürdüren ABD, tümden kaybetmemek için bir süre daha burada kalmayı çıkarına uygun bulsa da, bu durum geçici olduğu görülüyor.
Irak
Bölgede süren savaşla birlikte baş gösteren salgın en çok Irak ve İran’ı etkiledi. Irak son süreçte nerdeyse hükümetsiz duruma gelirken, hiçbir gücün Irak’ta tek başına hakimiyet kurma şansı yok. Her iki güç ve yereldeki güçler arasında derinleşen kriz, kendisiyle birlikte büyük toplumsal sorunlara da yol açtı. Halk, ABD ve İran müdahalelerine karşı iktidarı sorumlu tutuyor. Adeta yaşanmaz hale gelen Irak’ın bu savaşa daha ne kadar dayanabileceği tartışmalı.
İran
Hedefteki İran ise salgınla boğuşur halde. Birçok devlet yetkilisi salgından hayatını kaybetti. ABD’nin ambargo uyguladığı İran ekonomisi, salgının neden olduğu daralmayla tarihindeki en ciddi kriz yaşıyor. İran yönetimi için şans, toplumun ölüm korkusundan dolayı dışarı çıkamaması. Yoksa ekonomik olarak yaşadığı derin kaos, İran gibi bir ülkeyi yaşanmaz hale getirebilir.
ABD taraf taraf seçmeye zorluyor
Bölgedeki esas savaş, İran ile ABD arasında yaşanıyor. Bu savaş tüm bölgeye yansıyor. Bugün Irak’ın içinde bulunduğu durum tam da bu savaşın yansıması. Tüm bölge ülkeleri ve güçleriyle ilişkilerini savaşa göre şekillendiren ABD, herkesi pozisyon almaya ve yürüttüğü savaşın aracı olmaya zorluyor. İran da ABD ile aynı yaklaşıma sahip ve bölge güçlerini kendine bağlamak için her türlü oyunu oynuyor. Bölgede süren bu hegemonya savaşı, tüm güçler arasındaki ilişkileri yeniden şekillendiriyor. Bölgedeki savaş gerçekliği, bunu her yönüyle doğruluyor.
Irak için 3 parçalı senaryo
Irak’ın “üç parçaya bölünme” planı da devrede. Kürt bölgesinin yanında Sünnilerin bir bölge olarak örgütlendirilmesi ve geri kalan bölgelerin Şii alanı olarak belirlenmesi ile Irak’ın yeniden dizayn edilmesi hedefleniyor. Böylece Irak kendi içerisinde bir savaşa çekiliyor. Irak’taki Şiiler böylesi bir planı kendilerine saldırı olarak değerlendiriyor. Kürtler, bu politikayı kendileri için bir fırsat olarak görüyor. Sünniler ise kendi gelecekleri konusunda hem kararsız hem de örgütsüz. En çok kaybeden de onlar olacak gibi.
Öcalan’ın uyarısı
Bu noktada Federe Kürdistan Bölgesi güçlerinin, özellikle de KDP’nin durumu daha fazla anlaşılmaya muhtaç. Son süreçte çokça konuşulan bir senaryo var. Bu senaryoya göre, Türkiye, PKK ile savaşması karşılığında KDP’nin devletleşmesini destekleyecek. Bunu her iki gücün kulağına fısıldayan da ABD. Tam da bu noktada PKK Lideri Abdullah Öcalan, en son kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı telefon görüşmesinde, bölgedeki gelişmeleri “Kürdü Kürde kırdırma” politikası olarak ele almıştı ve KDP ile YNK’ye “İşte savaşırız bunun karşılığında bize devlet verirler” gibi hesapların içerisine girmemesi gerektiğini söylemişti.
Türkiye için PKK’yi bitirmek temel hedef. Bunun için de KDP ve Barzani ailesi iktidarını kullanmak istiyor. Federe Kürdistan halkı ise, KDP’nin Türkiye’ye dayanarak, PKK’yi zayıflatmak ve Kürt ulusunun geleceğini bölgesel, uluslararası hegemonik güçlerin hizmetine sunmak istediğinin farkında. “Devlet” sözü almış bir güç, adım adım “Brakujî” (Kardeş katli) savaşına itiliyor. İki ay önce yaşanan Zînî Wertê olayı ABD aklı ile Türkiye ve KDP’nin ortak hamlesi olduğu açığa çıkmıştı.
Ortadoğu’da egemenlerin ve bölgedeki güçlerin hesabı böyle olsa da dengeleri değiştirecek ve gidişatı belirleyecek olanın da halkların yaklaşımı olduğunun altı çiziliyor.
* Erdoğan Altan’a ait bu analiz, Mezopotamya Ajansı’ndan alınmıştır.