Amerika Birleşik Devletleri, iç savaştan bu yana tarihinin en önemli yol ayrımın eşiğinde.
Donald Trump, 1 Temmuz’da Yüksek Mahkeme’den aldığı güçle 2024 seçimlerine 6 Ocak 2020 Capitol Hill ayaklanmasının “mahcup”, ancak Amerikan sağının utanmaz lideri olarak elinde dalgalandırdığı “Anayasayı iptal” bayrağıyla giriyor. 2021’de, kendine ait sosyal medya platformu Truth Social’da şöyle yazmıştı: “2020 Başkanlık Seçimi Sonuçlarını [çöpe] atıp [kimin] hakkıyla kazandığını mı ilan edeceksiniz yoksa yeni seçimlere mi gideceksiniz? Bu türde ve büyüklükteki Büyük Bir Dolandırıcılık, Anayasa’dakiler de dahil tüm kuralların, düzenlemelerin ve maddelerin iptaline cevaz verir.”
‘Yeni teknolji zenginleri’ Trump’ın yanında
Trump, aynı gönderide “Büyük Teknoloji” [kuruluşlarını] Demokratlarla yakın işbirliği yapmakla suçlamış ve Büyük ‘Kurucularımız’ Yanlış ve Hileli Seçimleri istememişlerdi ve [buna] göz yummazlardı” da demişti. “Büyük Teknoloji” şirketleri -“ne hikmetse”- şimdi Trump’ın yanında. Elon Musk, Trump’ı birkaç gün önce X’in “sohbet odası”nda şahsi misafiri olarak ağırlayıp, aklanmasına katkıda bulunmaktan geri durmadı. Pay Pal’ın sahibi Peter Thiel’in başını çektiği yeni teknoloji zenginleri de, ikinci Trump döneminin ilkeler manzumesi “Proje 2025”i Cumhuriyetçiler’in koltuğunun altına sıkıştırması için ABD sağının akıl küpü “Heritage Foundation”a cömert katkılarını esirgemiyor. Amerikan gericiliğinin politik ve kültürel amentülerine -kadın düşmanlığı, heterosekiszm, ailenin kudsiyeti, yaradılışçılık vb. -“Anayasal” statü kazandırma ajitasyonun örtüsü altında “Proje 2025”, teknoloji kuruluşları başta olmak üzere tüm büyük işletmelere cömert ikramlar ve deregülasyon vaadi yanında, yapay zeka ve kripto sanayilerine yönelik çevre düzenlemelerinden rücu etmeyi, işçi haklarını biçmeyi, tüm düzenleyici kurumları çöpe atmayı ve Trump’ın Silikon Vadisi’ndeki yandaşlarının çoğu da dahil büyük şirketlere ve milyarderlere büyük kazanç kapıları açmayı hedefliyor.
D. Vance Trump’tan daha korkutucu
“Demokrasi Uyanıyor” başlıklı kitabıyla Trump’ın iktidar olasılığına karşı güçlü direnişi aydınlatanlar arasındaki tarihçi Heather Cox Richardson “Donald Trump’ın planı”nı, “seçimi kazanırsa, gücü yürütme organında konsolide etmek” olarak özetliyor. “2025 Projesi’nin en ürkütücü kısmı, kamuda çalışan görevlilerinin büyük bölümünün işten çıkartılarak siyasi atamalarla ikamesidir” diyen Cox, ABD siyasal düzeninin “2025 Proejesi”yle Viktor Orban’ın Macaristan’da inşa ettiği Avrupa’nın en ucube yeni otokrasilerinden birine öykünüşüne dikkat çekiyor. […] Fikir, toplumdaki tüm iktidar odaklarını tek bir kişinin elinde toplamak […] “’İlliberal demokrasi’ ya da ‘Hıristiyan demokrasisi” [dedikleri şey] de, genellikle beyaz heteronormatif birkaç erkeğin, geleneksel dünya görüşü saydıkları şeyi ülkelerine iade etmek üzere kadınların, ırksal ve etnik azınlıkların ve cinsel azınlıklarının hayatlarını kontrol ettikleri bir dünya[dan ibaret]” .
Cox, kendisini asıl “korkutan”ın “hiçbir inanca sahip olmayan, hapisten kurtulmak ve güç ve parayı elde tutmaktan başka bir gailesi olmayan Trump” değil, “apansız büyük kripto para birimi girişimleri adına konuşmaya başlayan (başkan yardımıcısı adayı) J. D. Vance” olduğunu söylüyor: “Şimdi, 78 yaşında ve sağlığının iyi olmadığı görülen Trump’a ve sonra J. D. Vance’in bu “teknoloji dayıları” fikrine, yani dünyayı onların kontrol etmesi gerektiği fikrine bakıyorum ve aslında beni en çok bu endişelendiriyor. Çünkü gücü tek bir yöneticide toplar ve sonra bu tek yöneticiyi dünya para arzını kontrol etmekten başka gailesi olmayan milyarderlerin kontrolüne verirseniz […] bu daha önce hiç duymadığıız inanılmaz bir şeyi gerçek haline getirir. Peter Thiel’in J. D. Vance üzerindeki nüfuzu yürütme organındaki gücü konsolide etmenin diğer tüm yönleriyle birlikte işler ve bu da sonunda J. D. Vance’i işbirliği içinde olduğu Peter Thiel’le birlikte olağanüstü bir iktidar sahibi kılar.”
’Öteki Amerika’ ayakta
Bütün bu iktidar ve zenginlik hırsının, kadınların ve yoksulların bedenleri üzerinde, bir avuç beyaz zengin erkek dışında herkes üzerinde egemen olma tutkusuyla birleştiği bir saldırı havasınının kokusunu alan “öteki Amerika” şimdi, bir an için boyun eğmeye razı göründüğü bu istilaya karşı iki partili ABD siyasetinin diğer seçeneği etrafında kümeleniyor.
Harris-Walz’ın bir dönem önce güncel merkez siyaset lügatinde nadiren telaffuz edilen işçi sınıfı hakları, kadın bedeninin kadının kendisine aitliği, devletin evlerden ve doktor muayenahanelerinde dışarı çıkması, buna karşılık parasız eğitim, parasız sağlık, ücretli izin gibi temel hak taleplerinin ilk kez ana seçim sloganları haline gelmiş olması ve daha önemlisi, kadınların, gençlerin, siyahların ve işçilerin bu mücadelede kendilerinin bir sesi ve gücü olduğunu hissederek harekete geçmeleri, ABD seçim kampanyasını dünyadaki tüm hak ve özgürlük mücadelelerinin sonraki seyri açısından da önemli kılıyor.
Gazze seçim gündeminde
Harris, geçtiğimiz hafta kayda değer Arap-Amerikalı nüfusun yaşadığı Michigan’daki mitingde “Gazze soykırımı”nı vurgulayan tezahürat karşısında Biden ve kendisinin “ateşkes anlaşması sağlamak ve rehineleri evlerine döndürmek için gece gündüz çalış[tıklarını]” söyledi. Ancak çatışmayı sürdüren İsrail’e ABD silah yardımı hız kesmeden sürdükçe, bu sözlerin ne protestocuları ne de geleneksel İsrail yanlısı siyasetin süre gitmesini talep eden Demokratlar arasındaki huzursuzluğu yatıştırabilidiği de ortada.
ABD seçimlerini Harris-Walz ekibinin önderliğindeki Demokratların kazanmasının Amerikan emperyalizminin sonunu getirmeyeceği açık. Amerikan emperyalizmi İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’yle ittifak halinde Almanya-İtalya-Japonya eksenindeki uluslararası faşist koalisyonu yıkarken de Amerikan emperyalizmiydi. Bununla birlikte bu ittifakın açığa çıkardığı anti-faşist enerji ve uluslararası gericiliğin merkez güçlerinin berhava edilmesinin uluslararası sonuçları Asya, Afrika ve Latin Amerika’da klasik sömürgeciliğin çöküşünden, ırkçılık ve soykırımcılığın insanlık suçu olarak kabulüne varana kadar küresel Güney açısından bir dizi olumlu gelişmenin de önünü açmıştı.
Ancak ABD’nin NATO’nun genişlemesine yönelik dünya siyaseti, Ukrayna-Rusya savaşının patlak vermesinin, sürdürdüğü yıkıcı rol de, bölgemizde barış ve demokrasi güçlerinin zayıflamasının başlıca nedeniydi. Şimdi Orban, Putin ve Erdoğan’ın bayraklaştırdıkları ve ABD’de gericiliğin esin kaynağı haline gelerek asırlık kazanımları bumerang gibi vuran “illiberal demokrasi” çok büyük ölçüde ABD’nin küresel siyasetlerinin çelişkilerinin bağrında filizlendi.
Bu çelişkilerin bir ucunda da ABD’nin “Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı” karşısındaki “tavşana kaç tazıya tut” diyen .elişkili tavrı var.
Ağustos 2020’de Erdoğan rejimi karşısında muhalefetin güçlendirilmesini savunan dönemin Başkan adayı Biden, Trump’ın 15 Ekim 2019’da Kuzey Suriye’deki ABD birliklerini çekerek Rojava işgalini genişletmek üzere Ankara’nın önünü açmasını “Bu bir ABD Başkanının dış politika bahsinde modern tarihte yaptığı en utanç verici şeydir […]” diye nitelemişti. “Ben olsam birlikleri [Suriye’nin kuzeyinden] çekmezdim […] Buradaki asıl mesele Türkiye’dir. Ben olsam Erdoğan’la oturur yüzüne karşı yaptığının bedelini ödeyeceğini söylerdim. Bu bedeli öde.”
Erdoğan ve Biden bu beyanatlardan iki yıl sonra 14 Haziran 2021’de NATO Brüksel Zirvesinde kucaklaştılar: Biden’dan Kürtler’in Türkiye ve bölge devletlerinden gördüğü zulüm ve baskıya ilişkin bir söz sadır olmadı. Savaş boruları yeri göğü inletirken, o odada “barışçı çözüm”ün lafı bile geçmedi.
Erdoğan da, NATO Zirvesi için yola çıkarken Biden’ın Ermeni Soykırımı’nı kabul etmesini, “gündeme getireceğini” söylemişti. Dönüşte “Ne oldu” diye soranlara “Hamdolsun,” dedi. “Hiç gündeme gelmedi!”
Büyük olasılıkla Kasım seçimlerini Harris-Walz’ın kazanması halinde de bölgemizde ansızın demokrasi ve barış yönünde büyük çaplı değişiklikler gündeme gelmeyecek. Ancak ABD’de faşizm ve gericiliğin 2019’da başlayan yenilgisi sürer ve kadın, emek ve doğa düşmanlarına ağır bir darbe indirilebilirse, bunun uluslararası politikaya belki ikincil düzeyde ama olumlu etkilerde bulunmasını beklemek akla uygun olur.
Dünya çapındaki güç kaymalarının yalnızca gericilik ve faşizm için değil, kapitalizmin model ülkesinde demokrasi, kadın, doğa ve emek haklarının gündelik mücadele söyleminin başına yerleştiği bir dönemde dünya demokrasi ve barış güçleri için de fırsatlar yaratması pekala mümkün.
ABD’de birinci Donald Trump dönemini sona erdiren bütün dinamikler bir kez daha ayağa kalkıyor: “Siyah Yaşamlar Önemlidir, “Benim bedenim, benim kararım”, “Ben de”, ”Adalet yoksa Barış da yok”, “İşçi hakları,insan haklarıdır” haykırışları geleneksel ve dijital medyadan yayıldıkça bütün dillerde de ister istemez yankılanacak. Bunlara Kürt kadın mücadelesinin insanlığa armağanı “Jin, Jiyan Azadi” de eşlik edecek.
ABD halklarının, iktidara tırmanmaya yönelen Amerikan faşizmini yenerek Küresel Güney’deki değişim dinamiklerine yeni hareket alanları açmaları ve atalarının dünya halklarına borcunun bir bölümünü böylece ödeyecek olmaları bile hiç az şey değil.