Kendisini her şeyin efendisi sanan, aşağılık bir “üstün ırk” duygusuyla hareket eden beyaz adamın ensesine bastırarak öldürdüğü George Floyd’un “nefes alamıyorum” sözü bir isyan ve haykırış olduğu kadar çağımızın felaketini tanımlar. Toplum toptan bir nefessiz bırakma saldırısıyla karşı karşıya kaldığını nihayet yeni yeni idrak etmeye başladı. Sistem nefessiz bırakıyor; açlık, yoksulluk, işsizlik nefes aldırmıyor, nefes alınacak bir eko-sistem bırakılmadı. Nefessiz bırakarak öldüren Covid salgını bütün bu yaşananların ironisi değil, gerçeğidir.
Nefessiz bırakıldığı için mi toplum kayıtsız kalıyor, kayıtsız kaldığı için mi nefessiz bırakılıyor? Yoksa, bilgelerin “başlangıç yapmaktır” sözünün anti-tezi haline gelen ve günümüz insanının gerçeğini tanımlayan “yapamıyorum, gücüm yetmiyor” duyarsızlığı mı hem kayıtsız hem de nefessiz bırakıyor? Her halükarda bu nefessizliği yaratan kayıtsız kalma hali, tüccar siyasetçiyi cesaretlendiriyor, izleri birbirine karışmadan “atla itin” birlikte cirit attığı dikensiz gül bahçesi yaratıyor.
Toplumun geleceğini ilgilendiren ancak ahalinin takip etmeye mecalinin kalmadığı, gittikçe çiğ, tatsız, yavan bir müsamereye dönüşen bütçe görüşmelerinde tanık olduğumuz ruhsuzluk hali, kendisinden başkasını duymayan, dinlemeyen o üstenci tavır, siyasal İslam sosuyla harmanlanmış burjuva demokrasisinin temel kriteri haline geldi. Bu ortamda yaşanan tartışma değil atışmadır, dinlemek değil bağırmaktır, gerçek değil riyadır. Bu kadar derin anlam yitiminin, ciddiyetsizliğin, lakaytlığın yaşandığı bir başka alan bulmak zor. Sürekli gözü yükseklerde, kendi düzeyindekilerin sesine, nefesine, kişiliğine yabancılaşmış her varlık sadece sahibinin işaretine bakar, onun ıslığı ve sesiyle harekete geçer.
Haliyle bu koşullarda kötülük zirve yapıyor. Tarih boyunca insanlık erdem, iyilik, ahlak, dürüstlük için anlam üretti. Ancak bu sistemin zirve referansı Firavundur, Hitlerdir, diktatörlük ve tahakkümdür; zirve yozlaşmış güçtür. Ulaşılmak istenen mertebe Nirvana değil, en dibe kök salmaktır. Hakkını yememek lazım! Bugün ülkeyi yöneten akıl da pek çok alanda zirve yaptı. Ekonomik kriz rekor kırıyor, yoksulluk pik yaptı, salgın ve felaketler birbirini kovalıyor. Dünyanın hiçbir yerinde “teröristi” bu kadar bol bir başka ülke yok. Dünyanın hiçbir ülkesinde bunca insan siyasi nedenlerle, sadece düşüncelerini açıkladığı için, siyaset yaptığı, gazetecilik faaliyeti yürüttüğü için tutuklanmıyor. Türkiye yoklukta da, yolsuzlukta da bütün zirveleri zorluyor.
İktidar şimdi toplu bir ayinle ve tam kadro AB zirvesine kilitlenmiş durumda. Açıklamaların ardı arkası kesilmiyor. Birkaç hafta önce “Kendimizi Avrupa’da görüyoruz”, birkaç gün önce “Uzattığımız el havada kalmasın” açıklaması yapan Cumhurbaşkanı iki gün önce de “AB’nin alacağı yaptırım kararları bizi ırgalamaz” açıklaması yaptı. Bir yandan şirin gözüken, arada hırçınlaşan bir dış politika ile AB zirvesine karşı sonuç almak istiyor iktidarın siyasi elitleri. Hangisi tutarsa diye, tatlı-sert bir politika yürütüyor. Şantaj ve tehdit dili hala bu aklın diplomatik vazgeçilmezi. Çünkü bu yaklaşımın sistemin gerçekleştirdiği “zirveler” nezdinde bir karşılığı olduğunun farkındalar. Çünkü şimdiye kadar bu şantaj ve tehdit diliyle AB’nin bütün değerlerini pazarlık konusu yapan şekilde masada tuttular. Bu sebeple yapılan zirvelerin hiçbirinden halkların yararına tek bir sonuç çıkmadı. Esasen zirvelerin sonuçsuz kalması sistemin gerçeği ters-yüz eden, kriz üreten yapısıyla ilgili. Barış adıyla düzenlenen zirveler savaşı, G-20 zirvelerin yoksulluğu, iklim ve küresel ısınma ile ilgili alınan zirvelerde ekolojik felaketleri beraberinde getirdi. “Barış zirvesi, çözüm zirvesi” dedikleri Astana, Soçi, Suriye, Libya, Karabağ, Cenevre gibi zirvelerin tamamı sorunu ve krizleri derinleşti.
Bu kez durum kısmen farklı, AKP uluslararası alanda da sıfırı tüketti, artık AB’nin demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri pazarlık yapma yaklaşımının da bir karşılığı yok. Çöken sadece AKP’nin dünya ile kurduğu diplomatik akıl değil, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin bütün insani değerleri ahlaksız bir çıkar pazarlığına dönüştüren sefil yaklaşımıdır. Koşullar AB’yi de farklı bir tutum almaya zorluyor ama AB’ye kapitalizmin tutucu, statükocu, ürkek yaklaşımı egemen. Haliyle AB zirvesinden çıkacak karar zevahiri kurtarmaktan başka bir işe yaramayacak. AKP de şimdiden çıkacak olası bir yaptırım kararını da içeriye “Hristiyan Kulübü Türkiye düşmanlığı yapıyor” şeklinde pazarlamaya hazırlanıyor. CHP, MHP, İyi Parti gibi “muhalefet partileri” bu kararı kınamak için yanına dizilecek. Yeniden pespaye bir “mağdur” edebiyatı yapılacak. Olan aç kalan, açıkta kalan, tamah eden topluma olacak.
Toplumun kurtuluşu sadece kendi eylemindedir. En başa dönüp kendi kudretiyle ayağa kalkmasında, silkinmesinde, harekete geçmesindedir. “Başlangıç yapmaktır” diyerek bu nefessiz bırakan kayıtsızlıktan kurtulmasındadır. Gerçek çözüm zirvesi toplumun kendi hakikatine dönerek, en dipte zirve yapmış kötülük aklını ebediyen oraya gömmesidir.