Köpeklerin barınaklara gönderilmesi fikri sadece ölüm kamplarına benzer koşulları yüzünden değil, bir arada yaşam ve toplum olma algımız açısından da sorunlu
Ezgi Koman
23 Aralık günü Antep’te 4 yaşındaki A.A.’ya iki köpeğin saldırması ve sonucunda A.A.’nın ağır bir şekilde yaralanması hepimizi çok üzdü. Bir çocuğun oynarken, oynamak isterken köpeklerin ona saldırması yaşam kaybına kadar varacak denli ciddi, izleri kolay silinmeyecek derinlikte trajik bir olay…
Bu üzücü olayın basına yansıma biçimi, sosyal medyada yarattığı tartışmalar ve konuyla ilgili yapılan açıklamalar; hayvanları ve çocukları şiddete daha fazla açık hale getiren, bizleri de pek çok alanda şiddetin tanığı yapan toplumsal algımızla ve yapımızla ilgili örüntüleri bir kere daha açık ediyor. Tam da bu noktada çocuk hakları ile hayvan hakları alanında çalışan iki örgütün olaya ilişkin yaptıkları açıklamaya kulak vermek önemli.
FİSA Çocuk Hakları Merkezi ve Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM); Türkiye’deki toplumsal algımıza baktığımızda çocukların da hayvanların da bir yandan hep korunması gereken, masum, güçsüz varlıklar olarak görüldüğünü öte yandan aniden bir toplum için “en tehlikeliler” kategorisine alınabildiğini söylüyor. Örnek olarak da çocukların “terörist” olarak tutuklanabilmesini, köpeklerin toplu halde barınaklar denilen “ölüm kamplarına” kapatılabilmesini veriyor. FİSA Çocuk Hakları Merkezi ve HAKİM haklı. Türkiye’deki bu çarpık algı çocukların da hayvanların da pek çok hak ihlaline maruz kalmasına yol açıyor.
Şiddet öğrenilen de bir davranış. Çocuklar da hayvanlar da tıpkı yetişkin insanlar gibi şiddeti öğrenebiliyor, en çok da kendilerine uygulanan ya da tanık oldukları şiddetten… Yani bir çocuk şiddet fiiline karıştıysa bu durum bize onun “tehlikeli” olduğunu değil, bir dizi hak ihlaline maruz kaldığını ve aslında “tehlikede olduğunu” gösterir.
“Türü ne olursa olsun bir köpek ona bakan/sahiplenen kişi tarafından şiddete maruz bırakılıyorsa, onun tarafından iktidar ve tahakküm kurmanın nesnesi olarak görülüyorsa o köpek saldırganlaşabilir” diyor, FİSA Çocuk Hakları Merkezi ve HAKİM. Gerçekten de salgınlaştırılan köpeklerin “sahiplerine” baktığımızda, bir başkası üzerinde güç kullanma motivasyonlarıyla bu köpekleri sahiplendiklerini açıkça görebiliyoruz. Yanı sıra dövüş müsabakalarına sokulan, orada yaralanan, sadece yeniden müsabakalara katılabilmesi için iyileştiren köpeklerini de… Bu köpekler sadece dövüşlerde kullanılmak üzere değil, toplum içinde güç sahibi olmayı ve bunu herkesin korktuğu (!) köpeklere “sahip olarak” göstermeyi arzulayanlar için de yasak olmasına karşın çoğaltılıyor, satılıyor. Ve pek tabii tüm bunlar denetlenmiyor, cezasız bırakılıyor.
İki örgüt yaşanılan olaya ilişkin tartışmaların doğru zemine çekilmesi ihtiyacının bulunduğunu belirtiyor ve bunun için bazı tespitler yapıyor. Bu tespitler bu olayla ilgili tutum alırken hepimizin işine yarayabilir:
-“4 yaşındaki A.A.’nın maruz kaldığı şiddetin sebebi ne A.A.’nın kendisi ne de ebeveynleridir. Bu şiddetin gerçek faili A.A.’yı ısıran köpekler de değildir. Bu şiddetin faili onları bu kadar saldırgan hale getiren, bu durumu bile bile aynı alanda bulunan çocukları korumayan köpek bakıcıları/sahipleridir.
-Bu olayı bahane ederek kentlerde yaşayan köpekleri, barınaklara kapatılmasını talep edenler ya barınakların köpekler için açlık ve ölüm kampları olduğunu bilmiyorlar ya da bunu biliyorlar ve bilerek bir kırımın zeminini oluşturmak istiyorlar.
-Olayın bahane edilmesinin ardından kent ortamında yaşayan köpeklerin barınaklara gönderilmesi talimatının faili Antep’te şiddete maruz kalan çocuğun ebeveynleri değildir. Bu konuda ebeveynler hakkında suç duyurusunda bulunmak; yapılan açıklamaların ekonomik-politik sebeplerinin göz ardı etmek, belki de bir arada yaşam olanaklarımızı elimizden almaya çalışanlara alet olmak anlamına gelmektedir.
-Çocuğun maruz kaldığı şiddetin görsellerinin, sonraki süreçte yaşadıklarının kişisel bilgilerinin açık ederek verilmesi, paylaşılması; çocukların bir kere daha unutulma hakkının ve özel hayata saygı ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir.”
Evet adaleti tesis etmek ve bir arada, barış içerisinde yaşamak kolay değil. Bu ancak toplum olarak karşı karşıya kaldığımız olaylara ilişkin gerçek tartışmaları yapmakla, olan bitene ilişkin çok taraflı, ortak anlayış geliştirmekle mümkün. Tartışmaları yanlış zeminlerde yürütmenin sonuçlarını son bir haftadır görüyoruz. Bir grup köpekleri saldırganlaştıranları değil, köpekleri cezalandırıp onları barınaklara kapatmaya çalışırken bir başka grup da köpeklerin maruz kaldığı bu kırımdan A.A.’yı ve ebeveynleri sorumlu tutabiliyor.
Olayların ardından -yaşadıklarımızı insan olma sorumluluğumuzla, bir arada yaşam ilkesi temelinde politik olarak yorumlamadan- failmiş gibi görünen ilk hedefe saldırılması “hakikatlerin de adaletin de gizli kalmasına yol açıyor.”
FİSA Çocuk Hakları Merkezi ve HAKİM de böyle söylüyor: “Hiçbir hayvanın doğasında şiddet olmayabileceğini, şiddetin öğrenilen bir davranış olduğunu, hayvanların değil onları saldırganlaştıran insanların ve bu konuda herhangi bir denetim yapmayan devlet mekanizmalarının fail olarak görülmesi gerekiyor. Bir cadı avına çıkıp ilk görülen hedefe saldırılması hakikatleri gizlediği gibi adaleti de sağlamayacaktır.”
Son olarak barınak meselesine nasıl yaklaşılması gerektiği de bu süreçte önemli sanki. Barınaklar doğru bir yöntem mi? Köpeklerin barınaklara gönderilmesini talep eden yaklaşımın altında aslında ne var? Bu neyin tezahürü?
Köpeklerin barınaklara gönderilmesi fikri sadece ölüm kamplarına benzer koşulları yüzünden değil, bir arada yaşam ve toplum olma algımız açısından da sorunlu.
FİSA Çocuk Hakları Merkezi ve HAKİM bu konuya da açıklık getirmiş: “Yaşadığımız kentlerin yalnızca biz insanlara ait olduğunu düşünüyor olmamız diğer canlılarla kurduğumuz ilişkinin de temelini oluşturuyor. Bu temel, insan olmayan hayvanlara yönelik tutumumuzu belirlerken mültecilerin daha pahalı elektrik ödemesi gerektiğini düşüncesini de yetişkin, beyaz, erkek, genç ve Türk’ü esas alarak diğerlerini ötekileştiren eylemlerimizi de oluşturuyor.”
Durum böyle olunca FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nin ve HAKİM haklı çağrısını buradan da yineleyelim ve çoğaltalım:
“… 4 yaşındaki A.A. için ya da toplatılan hayvanlar için adalet talep ediyorsak öncelikle kentlerin birer ortak yaşam alanları olduğunu, bu ortak yaşamın pek çok öznesinin bulunduğunu unutmamamız, bu öznelerin birbiriyle barış içerisinde yaşamasının koşullarını oluşturmamız gerekiyor.
Bunun yolu olarak; biz yurttaşlar adına karar aldığını iddia eden devleti, yerel yönetimleri gerçek bir sorumluluk almaya ve hayvanların toplatılmasıyla ilgili tartışmasız bir şekilde hayvan hak ihlali içeren kararından vazgeçmeye; tüm canlılar ile birlikte ve barışçıl yaşanacak bir dünya için adım atmaya davet ediyoruz.
Basını ve bu konuda tepkisini ifade etmek isteyen tüm bireyleri, örgütleri ise bir tepki verirken ya da görevini yaparken çocuk haklarını ve hayvan haklarını gözetmeye çağırıyoruz.”