Halkların kardeşliği zor iş, kabul. Lafla olmuyor. İster farklı ülkelerde ister aynı ülke topraklarında yaşasın, birbirine yabancı insan topluluklarının kader ortaklıklarını keşfetmesi, yani kardeşleşmeleri, ancak onları yan yana gelmeye zorlayacak bir ortak düşman karşısında mücadelede buluşmaları ile oluyor.
Mesela ezilen halklar, emperyalizme ve işbirlikçi iktidarlara karşı mücadelede; dünyanın bütün işçileri, kapitalist sömürü düzenine karşı mücadelede buluşup kardeşleşiyor. Ayrılıkları ise sömürgeciliğin ve sömürünün güvencesi oluyor.
Bugün dünya işçi sınıfının bölünmüşlüğünün somut görünümü ise göçmen düşmanlığı. Sloganı da: “Geldikleri yere dönsünler.” Oysa dünyanın bütün işçileri içerde dışarda daima birer göçmendir ve şu ya da bu şekilde terk etmek zorunda bırakıldıkları topraklara olduğu gibi geri döndükleri görülmemiştir. Çünkü göçün sebebi her ne olursa olsun gidilen yerde yeni bir hayat kurulmuştur, gidilen yer memleket olmuştur ve gidilen memleketin sermayesi bu taze, ucuz ve güvencesiz emeğe bağımlı hale gelmiştir. Yine de çok göç alan ülkelerin iktidarları sürekli bağırır: “Geldikleri yere göndereceğiz!” İddia ettikleri gibi hepsini geri göndereceklerinden ya da gönderebileceklerinden değil; bu sözle, kendini “yerli” addeden eski göçmenlerin öfkesini yeni göçmenlere yöneltip, sömürü ve baskı çarkını kolayca döndürebildiklerinden.
Suriyeli sana söylüyorum Türkiyeli sen anla
Mesela kuruluşu itibariyle bir göçmenler ülkesi olan ABD, 1980’lerden bu yana Latin Amerika’dan kitlesel göç alıyor. Donald Trump iktidara gelişinden bu yana kağıtsız göçmenleri sınır dışı etme, gelenleri de sınırda durdurma iddiasında. Ama bu pek de orijinal bir politika değil. ABD’deki göçmen işçiler, sınır dışı etme tehditleri karşısında, 2006 yılının bahar aylarında yüz kentte toplamda 5 milyonu bulan katılımla gösteriler düzenlemişti. Göçmenlere yönelik baskı ve zorla sınır dışı etme uygulamaları o zamandan bu zamana kesilmedi. Ama ne göçün yönü ne de göçmen emeğinin ekonomideki yeri değişti. Fakat göçmenlerin geri gönderilebileceği yanılsaması ve gönderilmesi gerektiği fikri Trump’ı ABD’nin başına getirip dünyanın başına bela etti.
Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar için de benzer bir durum söz konusu. Sayıları 3 milyonun üstünde olan Suriyeli sığınmacılar, kâh kandırılarak kâh mecbur bırakılarak 8 yılda bu topraklara yığıldı. Sadece onlar değil Suriye’nin fabrikaları, tarihi eserleri, petrolü, hatta kökünden sökülmüş fıstık ağaçları, hatta terk edilmiş evlerin pencere ve kapı demirleri, hatta kamyonlara doldurulmuş halde su sayaçları, Suriyeli zenginlerin serveti de Türkiye’ye geldi. Sayısız karma evlilik yaşandı. Hatta binlerce Suriyeli kadın ve çocuk Türkiyeli erkeklere satıldı. Kimisi kuma, kimisi müzikhollerde konsomatris yapıldı. Türkiye’de doğan Suriyeli çocukların sayısı 450 bine yaklaştı. Çobanlık gibi, kazma kürek işleri gibi “yerli” işçilere yaptırılamayan pek çok iş ağırlıkla Suriyelilere yaptırılıyor. Türkiye’nin serveti de işçi sınıfı da kadın sorunu da zenginliği ve yoksulluğu da yani her şeyi artık biraz Suriyeli. Suriye’de herkesi memnun edecek bir barış sağlansa, bütün Suriyeliler memleketlerine dönmek istese bile geri dönüşün sınırları var. Gerçi “Suriyeliler geri gönderilsin” söylemi de Suriyelileri göndermekten çok Türkiyelileri gerici şoven bir çizgide hizalamaya, kapıdan kovmakta olduğumuz faşizmi bacadan buyur etmeye yönelik bir siyasetin hizmetinde.
Biraz gerçekçi olalım Kabul, Türkiye’de sınıf mücadelesi ve kadın mücadelesi gibi başlıklarda Suriyeliler artık yok sayılamaz bir unsur olsa da ortak mücadeleler örgütlemek oldukça güç. Suriyeli sığınmacılarla emek mücadelesinde, kadın özgürlüğü mücadelesinde kardeşleşme çağrısı en azından şu aşamada hayalci geliyor olabilir. Ama faşizmin saldırılarından çok çekmiş bizim mahallelerin, Suriyeli düşmanlığında faşizmle söylem ve eylem birliğine girmesi, yani kendi celladıyla kol kola girmesi de pek akılcı olmasa gerek. Mesele Suriyeliler olunca yalnızca “halkların kardeşliği”, “sınıf kardeşliği” kavramlarını değil gerici faşist parti ve odaklarla mesafelerini de askıya alan, hatta kol kola girebilen eş dostumuzun karşısına çıkıp “Durun! Siz kardeş değilsiniz!” demeliyiz.
24 Ağustos 2014’te İstanbul İkitelli’de Suriyelilerin yaşadığı evlerden başlayıp giderek mahallenin geri kalanını da hedef alan büyük bir provokasyon tertiplendi. Silahlı kişilerin yönlendirdiği saldırılarda CHP’li, Alevi gençler de ilk başta faşist grubun içinde hareket etti. Mahallenin devrimcileri bu olayda Suriyelilere saldıranların önünde barikat kurdu ve o ana kadar faşistlerle birlikte hareket eden “solcuları” saldırgan gruptan ayırdı.
Maalesef Suriyeliler meselesi üzerinden kendisini anti-faşist addedenlerin dahi faşistlerle aynı safa düştüğü çok vaka var ama yeterince barikat yok. Daha çok barikat kurulmalı. Aksi takdirde bu saldırıların altında hep birlikte kalabiliriz.