Son faiz indiriminden bir iki gün sonra bankaya gittim. 4,25 puan gibi yüksek oranda bir politika faizi indiriminin kredi faizlerinde ne kadarlık bir indirime yol açtığını merak ediyordum.
Faiz indirimi kredi faizlerine henüz yansımamıştı ama vadeli mevduat faizleri yüzde 18’in altına düşürülmüştü. Yani özel bankalar ilk olarak tasarruf mevduatlarına uyguladıkları faiz oranını indirmişler. Diğerlerinin de (beklendiği gibi büyük indirimlere yol açmasa da) inmesini bekliyorlardı. Nitekim Ziraat Bankası ve Vakıfbank’ın konut kredisi faizlerini yüzde 1’in altına indirdiği haberi duyuruldu.
Bu arada yine dün FED faiz oranlarını binde 25 indirdi ve ilerde tekrar indirime gideceğinin işaretini verdi. Anlaşılan o ki ABD finans sermayesi ucuz para kullanımına doymuyor ve istedikçe istiyor. Bu indirimin hem ABD’de yakında ortaya çıkacak bir resesyonun belirtisi, hem de finans oligarşisinin gücünün göstergesi olduğu, reel sektöre ya da konut sektörüne bir faydasının olmayacağı (morgıç faizleri hali hazırda düşük olduğundan), başta otomotiv olmak üzere bazı sektörlerde daralmanın kaçınılmaz olduğu ileri sürülüyor.[1]
Türkiye’nin FED faizlerinin düşürülmesinden beklentisinin neden yüksek olmaması gerektiğini daha önceki bir yazımda anlatmıştım. Merak edenler bu yazıma bakabilirler.[2]
Faiz indiriminin gerekçeleri
Siyasal iktidarın faizleri indirirken ileri sürdüğü gerekçe birkaç noktada özetlenebilir. Sırasıyla: “Faizler çok yüksek, rantiye haksız kazanç elde ediyor; faizler indiğinde enflasyon düşer ve ekonomi canlanır”. Ancak bu gerekçe kendi içinde çelişkilerle dolu.
Faiz oranları çok yüksek! O halde?
Sırasıyla ele alalım. Faizlerin çok yüksek olduğu doğru. İndirmek gerekiyor, hatta mümkün olabilse hiç faiz söz konusu olmasa. Ama finans kapital çağında bunun mümkün olamayacağını ülkeyi yönetenler de benim kadar iyi biliyor.
Diğer taraftan yüksek olan nominal faizler, reel faiz değil. Çünkü enflasyon ve dolarizasyon düzeyi çok yüksek ve liranın değeri çok düşük. Gerçek enflasyon rakamları dikkate alındığında reel faizlerin negatifte olduğu dahi ileri sürülebilir. O zaman da son 17 yıldır cari açık ve sıcak yabancı para ile büyütülen ekonominin tekrar büyütülme şansı yok. Çünkü sıcak para yüksek reel faizi seviyor, onun için geliyor. Cari açık kapanınca ekonominin fiilen küçülmesi ve kriz içine girmesi de bu yüzden.
Yani yerli tasarruflar kısa sürede mevcudun en az yarısı kadar artırılmadığı sürece (ki bu imkânsız) , sıcak para da yoksa ekonomiyi büyütmeyi unutabilirsiniz. Doğrudan yabancı yatırımlar ise yıllardır azalıyor. Ya Volkswagen’ın yeni yatırımını Türkiye’de yapmasına ilişkin kararı örneğinde olduğu gibi çok büyük tavizler, teşvikler vererek, dolayısıyla da vergi geliri kaybına yol açarak yabancı yatırımcıyı çekebilirsiniz ya da yabancı yatırımcılar gelmezler, hatta çekip giderler. Katarlıların (muhtemelen ABD baskısı yüzünden) Türkiye deki borsalardaki yatırımlarını geri çekmesi üzerinde durmamız gereken bir konu.[3] Yani Müslüman ülke ya da ümmet dayanışması geçerli değil reel ekonomi politikte.
Faiz haksız kazançtır, günahtır! O zaman?
İkinci gerekçe olarak, “faizci, rantiye haksız kazanç elde ediyor, üstelik de faiz günah” diyorsanız o halde faizleri ağır bir biçimde vergilendirmek gerekiyor ki mevcut zarar ve günah azalsın. Ancak Hazine bonosu ve devlet tahvillerinden (yerli-yabancı fark etmeksizin) sıfır vergi (ve ikraz tarihine göre en fazla yüzde 10), borsadan sıfır vergi ve milyonlarca lirayı bulan banka mevduat faizi gelirlerinden vadesine göre ortalama yüzde 12 vergi alıyorsanız,[4] yani kazanılmamış, rantiye, faiz geliri elde edenler bir asgari ücretlinin ödediği kadar vergi ödemiyorsa, faizin haksız kazanç olduğunu söylediğinizde ne kadar inandırıcı olabilirsiniz?
Faiz neden mi, yoksa sonuç mu?
Üçüncü gerekçe en tartışmasız olanı. Çünkü faizler indiğinde enflasyonun düşüp düşmeyeceği konusunda iktisat literatürü net. Paranın fiyatı olarak kapitalist bir ekonomide faiz oranının neden değil, bir sonuç olduğu tespitinde büyük çoğunluk hem fikir. Yani faiz artık içsel değil, dışsal bir değişken. Ekonominin içinde bulunduğu durumu dikkate almaksızın faiz oranında değişiklikler yaparak istediğiniz sonucu almanız, eskinin TV dizisindeki Tatlı Cadı’nın elindeki sihirli çubukla hayatı güzelleştirmesine benzer. Kaldı ki kâğıt üzerinde enflasyonu indirmekten vazgeçersek, faiz indirimlerinin enflasyon üzerindeki etkilerini hep birlikte yakında göreceğiz.
İndir faizi canlandır ekonomiyi! Bu kadar kolay mı?
Son olarak, faiz indiriminin ekonomiyi canlandıracağı konusuna gelelim. Evet, kredi maliyetleri (faiz indirimi nedeniyle) düştüğünde (normal koşullarda yatırım maliyetleri de düşeceğinden) yatırımların artması, bunun da ekonomiyi canlandırması beklenir. Ama normal koşullarda.
Yani yatırımcının ekonomiye ve siyasete olan güveni sağlamsa, ülkede faaliyet kârlılık (yatırımın getirisi) oranı yeterince yüksekse, politik ve jeopolitik riskler söz konusu değilse, kısaca diğer koşullar normalse bu mümkün olabilir. Peki bunlar bugün normal mi? Bunun için TÜİK’in Ekonomik Güven Endeksi’ndeki [5] düşüşe (Temmuz’da geçen aya göre yüzden 3’ün üzerinde düştü) bakmak yeterli.
Devletin yatırım yapmaya ne niyeti ne de kaynağı var!
O halde devlet yatırımlarını artırsın diyebilirsiniz. Bunun için de devlet Maliyesinin ve Hazinesinin iyi durumda olması gerekir. Bir yıllık bütçe açığının yüzde 95’ini ilk 6 altı ayda gerçekleştirmiş, nakit açığını kapatabilmek için MB’nin ihtiyat akçesini kullanmaya başlamış, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinin açık ve gizli risklerinin birer birer gerçekleşip bütçeye yeni yükler getirdiği, fiilen savaş hali içinde olan ve daha büyüğüne hazırlandığını ileri süren, vergi gelirlerinin de azaldığı bir ülkede devlet hangi kaynaklarla, hangi yatırımlarla ekonomiye can suyu olabilir?
Tüketici daha fazla tüketsin de, nasıl, hangi gelirle?
Geriye yine özel tüketim harcamaları kalıyor. İşte son faiz indirimlerinden beklenen de bu aslında. Faizler düşerse, konut kredisi, araba kredisi ve ihtiyaç kredisi faizleri de düşer böylece tüketim artar beklentisi. Böylece büyüme stratejisinin temel itici gücü inşaat-emlak sektörü de kurtarılmış olur. Ayrıca faizler düştüğünde insanlar tasarruftan uzaklaşırlar, böylece daha fazla harcama yaparlar.
İşte faiz-enflasyon ilişkisi konusunda teoriyi tersine çeviren anlayış, burada birden teoriye sığınıyor. Düşük faizin tüketim harcamalarını artıracağını, ekonomiyi canlandıracağını yeniden keşfediyor. Ancak teorinin bu konuda çok önemli bir şartı var: “Diğer koşullar sabitken!” Ya da ekonomik canlanma için düşük faiz gerekli koşullardan biridir, yeterli koşul değildir, demek daha doğru.
Yani işiniz, gücünüz, düzenli geliriniz varsa, gelecekle ilgili beklentileriniz en azından kaygı düzeyinde değilse, faiz oranlarındaki böyle bir düşüş sizi daha fazla harcamaya itebilir.
Ülkeye bir bakalım. İşsiz sayısı 8 milyon civarında, açlık sınırı asgari ücretin üzerine çıkmış, yani yaklaşık 8- 10 milyon asgari ücretli açlık sınırının altında gelir elde edebiliyor. Gelir dağılımı Meksika ve Şili’den sonra OECD ülkeleri arasında en kötü durumda. Öyle ki en zengin yüzde 1 milli gelirin yaklaşık dörtte birini, nüfusun en yoksul yüzde 60’ı milli gelirin üçte birinden azını alıyor. Servette bölüşüm ise çok daha kötü. Üstelik çalışma koşulları çok ağır. Çok ağır koşullarda, uzun saatler ve esnek istihdam altında güvencesiz çalışıyorsunuz. Üstüne üstlük ülkede bir de derin bir ekonomik kriz var.[6]
O halde onlarca milyon tüketici hangi geliri harcayarak tüketimi pompalayacak, toplam talebi artıracak, böylece ekonomiyi canlandıracak? Geliri olmayan, geleceği belirsiz insanların (indirilen faizlerden yola çıkarak) olmayan gelirlerini harcamalarını nasıl bekleyebiliriz ve bunun üzerine nasıl bir krizden çıkış stratejisi oluşturabiliriz (eğer amaç krizden çıkış ise)?
Ucuz kredi, daha fazla borç, daha fazla tüketim: Etik mi, sürdürülebilir mi?
“Gelirleri olmasa da kredileri ucuzlatıp, borç almalarını sağlayarak harcama yaptırırız” diyebilirsiniz. İnsanları daha da borçlandırarak ekonomiyi kurtarmak fikrinin ne kadar etik ve sürdürülebilir bir çözüm olduğu bir yana, ülke insanının genel borçluluk durumunun hiç bu denli kötü olmadığı, kredi kartı borçlarının patladığı,[7] batık kredi oranının tarihsel zirveler yaptığı, bankaların tahsil edemediği kredileri çok büyük iskonto oranlarından aracı borç tahsil şirketlerine sattığı bir dönemde, sizce bankalar kolay kolay kredi verirler mi?
Onlar kredi verseler dahi insanlar ödeyemeyecekleri kredilerle ev, araba almaya, düğün yapmaya, çocuklarını özel okullara yazdırmaya yanaşırlar mı?
Kısaca sormak gerekirse, faiz oranları ile uğraşmadan önce ülkedeki gelir dağılımını düzeltecek önlemler almak gerekmez mi? Örneğin büyük çapta bir toplu iş sözleşmesi dönemindeyiz. Eğer gerçekten krizden çıkılması isteniyorsa siyasal iktidar zam konusunda sendikalara destek olsun ve kamu emekçilerinin yaşanabilir bir ücret düzeyine erişmek için ücret zammı taleplerini geri çevirmesin. Özel sektörde işverenlerin ellerini ceplerine atmalarını sağlasın. Sendikalar da ücret artışı taleplerinin ardında dursunlar.
İlave olarak ilerici vergi politikalarıyla, ücretlinin, emekçinin üzerindeki vergi yükünü azaltsın, faizi ve sermayeyi, serveti vergilendirsin, bu kesimlere verdiği muafiyetleri ve istisnaları kaldırsın, tahsil etmediği vergileri tahsil etsin.
Yüzde 1’i değil, yüzde 99’u güçlendir!
Yani ekonomiyi canlandırmak için yüzde 1’i gözetecek yerde, yüzde 99’u güçlendirsin. Buna uygun bölüşüm politikaları, ücret ve sosyal politikaları ve vergi politikalarını hayata geçirsin. Savaş harcamalarını ve lüks tüketim niteliğindeki devletin israf harcamalarını kıssın.
Siyasal iktidarın böyle bir derdi ya da en azından önceliği yok. Son haftalarda, Kaz Dağları, Ankara Gar binaları ve AOÇ arazileri, Salda Gölü ve Munzur’da ve Ovacık’ta yapılması planlanan HES’ler örneklerinde görüldüğü gibi sermayeyi zengin edecek ama emekçileri daha da yoksullaştırırken, doğayı da tahrip edecek projelerini tam gaz sürdürüyor.
“Ben tiyurum kulakları, sen tiyursun ayakları”
Yani “yeniden bölüştürücü politikalar” derken biz “zenginden yoksula doğru bölüşümü” kastediyoruz, siyasal iktidarsa bunu “yoksuldan zengine kaynak aktarımı” olarak anlıyor.
Karadeniz’e giden bir yurttaş, Temel’in dar bir kaya oyuğundan katırını geçirmeye çalıştığını, ama bir türlü geçiremediğini görür. Temel elinde bir taşla hayvanın kafasının üstündeki kayaya vurarak yer açmaya çalışmaktadır. Sebebini sorduğunda Temel, “katırın kulaklarının bu kayaya değdiğini, bu nedenle de oyuktan geçemediğini” söyler. Kayanın sertliğini fark eden yurttaş Temel’e “kayayı oymak yerine hayvanın ayaklarının altındaki toprağı kazarak sorunu çözebileceğini, katırı rahatça geçirebileceğini” söylediğinde, kan ter içindeki Temel kızgın kızgın cevap verir: “Uşağım ben tiyurum kulakları, sen tiyursun ayakları”.
Kıssadan hisse, biz asıl sorun bozuk gelir dağılımı ve ülkenin yönetilme biçimi diyoruz, ekonomiyi yönetenlerse faiz oranlarında ısrar ediyorlar.
Dipnotlar:
[1] Dean Baker, “Missing Issues on the Economics of a Fed Rate Cut”,https://www.counterpunch.org (1 August 2019).
[2] Mustafa Durmuş, “Dökme su ile değirmen dönmez”, http://sendika63.org(23 Haziran 2019).
[3] https://www.sozcu.com.tr/…/borsada-dikkat-ceken-hareket-kat… (12 Haziran 2019).
[4] Gelir Vergisi Kanunu Geçici 67. Madde.
[5] TÜİK, Ekonomik Güven Endeksi, Temmuz 2019 (30 Temmuz 2019).
[6] Mustafa Durmuş, Büyük Değişim-Popülist Otoriterleşme, İmge Kitabevi, 2019, s. 13- 69.
[7] R. Hakan Özyıldız, “Ekonomi küçülürken Hazine ve reel sektörün borçları hızla artıyor”, http://www.hakanozyildiz.com (2 Haziran 2019).