Ruhsat katırlarıyla geçen hafta kaldığımız yerden devam edelim. Ve biraz daha çıtayı yükseltelim ya da daha doğrusu her şeyin önüne gücümüzün yettiği kadar, ‘ekolojik-demokratik’ yerel yönetim eşiğini koyalım.
Bunu yapmamızın nedeni, çok temel bir mesele, ‘halka sağlıklı gıda’ ulaştırılmasını sağlamak. Belediye bu ‘yetkisini’ kullansın daha da önemlisi bu ‘görevini’ yerine getirsin. Çünkü her şey bir yana her belediye başkanının, -biz bunu eşbaşkanları anlıyoruz- belediye kanununa göre, ‘Belde halkının huzur, esenlik, sağlık ve mutluluğu için gereken önlemleri almak’ görevi vardır.
O zaman, ‘GazeteDuvar’daki bir yazımda, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanına önerimi burada tekrar edeyim. Öncelikle halkın yerel yönetimleri, kendi sınırları içinde üretilen ya da satışa sunulan gıda maddelerine ilişkin bir ‘ekolojik sertifika’ veremez mi ?
Bunu gerçekleştirmek için öncelikle kendi sınırları içindeki tarım alanlarında yetişmiş -ki son büyükşehir belediye yasasına göre neredeyse zaten köy kalmamış, bütün tarım alanları Büyükşehir merkezi iktidarının eteklerine doldurulmuştur- ürünleri denetleyerek, üreticiler ile bilgisini paylaşarak, bu gıda üretimine ‘ekolojik sertifika’ verir. Bunu, yani ‘ekolojik sertifika’ sahibi olan ürünlerin, kapıdan kapıya dağıtımını sağlayabilir ya da üreticiye merkezi yerlerde satışının yapılabilmesi ‘ayrıcalığını’ tanırsa, yok olmaya yüz tutan yerel üretim -köylü tarımı-bir yandan desteklenirken, öte yandan ‘organik ürün’ diye nitelendirilen, ‘zengin mutfağı’na karşı, herkesin sağlıklı gıdaya ulaşması sağlanamaz mı?
Bir taşla, 3-5 çok şey vurmak değil midir bu?
‘Ekolojik sertifika’ bir yandan, ekolojik ürünü soframıza, ‘kolay, aracısız ve ucuz’ ulaştırırken aynı zamanda, diğer gıda ürünlerinin içeriğini, sadece oran olarak değil, hangi ürünlerin içeriğinin nelere yol açabileceğinin bilgisini, taşıdığı riskler bakımından uyaran, mesela GDO’lu şekerin kullanıldığı çocuklar için gofretlerin, belgelerle satılmasını zorunlu kılabilir.
Bu halkın bilgi alma hakkıdır ve belediye en azından bu riski anlatmak zorundadır.
O zaman herkes, hangi belediyelerin gerçekten çocuklarımızın sağlığını düşündüğünü daha kolay anlar. Hatta ‘ekoloji sertifikası’ ürünleri yetiştiren, üreten işçilerin hangi koşullarda ve ne kadar maaşla bunu ürettiğini, mesela mevsimlik işçileri bile yazmalıdır bana göre çünkü market raflarında yetişmiyor domates, biber, patlıcan…
Üç ya da dört, işine iyi sahip çıkan, özgür ‘uzman’la, bu ekolojik denetim belediyeler tarafından gerçekleştirilemez mi?
Bu da mı ütopik ?