Guernica deyince Picasso ve tablosu gelir hepimizin aklına. Google’da arattığınızda bir Bask kentinin adından veya maruz kaldığı bombardımandan önce, yine karşınıza ünlü ressam ve eseri çıkar. Sanatın bazen olağanüstü bir güce sahip olabileceğini gösteren çarpıcı bir örnektir, Guernica. (Burada bile kastettiğim mekân mı yoksa tablo mu, emin değilim!)
Bilindiği gibi 26 Nisan 1937’de, Alman ve İtalyan uçaklarının sivilleri özellikle hedef alarak bomba yağdırdığı Guernica’da yüzlerce insan vahşice katledildi, mevcut binaların çoğu yakılıp yıkıldı. O ana kadar politikayla alakası zayıf kübist resimlerle meşgul olan Pablo Picasso, katliam haberini alınca 11 Mayıs’ta Guernica tablosunu yapmaya başladı. Devasa boyutdaki resim iki ayda tamamlandı ve İspanya pavyonunda sergilenmek üzere Paris’teki Dünya Fuarı’na yollandı. Sonrası malum, anıtsal bir değer kazanarak dünya sanat tarihinin zirvesinde yerini aldı.
Bu yıl Guernica katliamının 80. yıldönümü; yine anmalar yapılacak, Picasso’nun eskimeyen eseri de bu vesileyle bir kez daha gündeme gelecek. Bu yazıyı aslında, bundan böyle Guernica deyince sadece Picasso değil, Heinz Kiwitz ismi de aklınıza gelsin istediğim için yazıyorum. Size, bir başka Guernica tablosuna imza atan bu sanatçıdan bahsetmek istiyorum biraz.
1910 doğumlu Heinz Kiwitz, Hitler iktidara geldiğinde genç ve yetenekli bir gravür sanatçısıydı. Dışavurumcu tarzda ahşap gravürler üreten bu sosyalist sanatçının önce stüdyosu basılıp yağmalandı, ardından yine solcu kimliğiyle bilinen kız arkadaşı hapse atıldı, sonunda kendisi yakalanıp toplama kampına gönderildi. Bunlar Nazi iktidarının daha en başında, 1933’te yaşandı.
Bir yıl sonra serbest bırakılan Kiwitz, kitaplara kapak tasarımı gibi çeşitli işlerde çalıştıktan sonra Almanya’da barınamayacağını anladı ve 1937’de Danimarka’ya sığındı. Orada Brecht’le tanıştı, ne var ki üç aylık oturma izni uzatılmayınca Paris’e geçti. Yoldaşlarıyla birlikte anti-faşist mücadeleyi orada sürdürdü, Guernica’yla ilgili ahşap gravür eserini de Paris’te yaptı. Hemen ertesi yıl, İspanya’ya geçerek Uluslararası Tugaylara katıldı. Ve binlerce gönüllü yoldaşı gibi kayıplara karıştı. En şiddetli çarpışmaların yaşandığı Ebro cephesine katıldığı ve orada öldüğü tahmin ediliyor. Henüz 28 yaşındaydı. Heinz Kiwitz bir Almandı, kısa yaşamını Nazilerle mücadele ederek geçirdi, sonunda İspanya’nın -ve insanlığın- geleceği için çapışırken öldü, bir mezarı dahi olmadı. Vatandaşı olduğu devlet bir başka ülkenin kentlerini bombalarken, onlarla dayanışma içinde olmayı hayatının temel meselesi addetti. Bu dayanışma uğruna hem sanatını hem de hayatını ortaya koydu.
Picasso’nun tablosu elbette paha biçilmez bir yapıttır, denebilir ki uzun erimde Nazilerin bombalarından daha güçlü bir etki yaratmıştır. Yine de Kiwitz’in Guernica için yaptığı gravürün -en azından benim gözümde- biraz daha değerli olduğunu söyleyeceğim, haddimi aşarak. Çünkü onu kendi devletini karşısına alarak yapmıştır ve aynı yolda ölüme kadar yürümüştür. Kanımca bize de çok mühim bir yol göstermiştir: Daha iyi bir dünyanın kapıları ancak, Sabra ve Shatilla katliamını Filistinlilerden ziyade İsrailli ve Dürzi Lübnanlılar andığında, Srebrenica’yı Sırplar filmlerine konu ettiğinde, Tutsi soykırımını Hutu’lar lanetlediğinde açılacak.
Sadede gelelim: İleride Roboski’nin, Gever’in, Cizre’nin veya Sur’un adı anıldığında, acaba hangi muteber Türk sanatçısının eseri gelecek gözümüzün önüne? Kürtler elbette bu kıyımları anlatılarına, ağıtlarına, filmlerine, şiirlerine katık edecek ve kendi gelecek kuşaklarına aktaracaktır. Peki Türkler ne yapacak bu vicdan yüküyle? Diyelim 50 veya 90 yıl sonra, birileri “Benim atalarım katliam yapmaz!” diye yeni bir terane tutturacak mı? Başkaları “Belgelerle konuşun!” diye ahkam kesecek, dönemin medya arşivleri taranacak ve elbette birkaç minik haber dışında bir şey çıkmayacak, o zaman “Aha işte, belge yok” mu diyecekler?
En iyisi bu işi o güne bırakmamak, Kürtlere söyleyecek bir sözümüz varsa şimdi söylemek.
Paul Eluard’ın “Guernica’nın Zaferi” adlı şiirinden dizelerle bitirelim, başlık pekala “Roboski’nin Zaferi” de olabilirdi çünkü: “Ödettiler size ekmeği / Yeri göğü suyu uykuyu / Ve sefaletini / Yaşamınızın.”
(Bu yazı daha önce 25 Ocak 2017’de Özgürlükçü Demokrasi gazetesinde yayınlanmıştır.)