“Bir kitap okudum bütün hayatım değişti”. Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat” romanı bu cümleyle başlar. Barış akademisyenlerinin çoğu için de bu cümle geçerli: “Bir metin imzaladım bütün hayatım değişti”. Nasıl değiştiğini toplum olarak hep birlikte yaşadık ve izledik. Bazı imzacılar hapis yattı, yatmakta; çoğu KHK ile işten çıkarıldı; bazıları yurt dışına çıkarak bir “yeni hayat” mücadelesine başlamak zorunda kaldı; bazılarının pasaportuna el kondu… Bu akademisyen kıyımına paralel olarak üniversiteler de bilimsel özerkliklerini tamamıyla yitirerek siyasal iktidarın doğrudan kontrolü altına sokuldu.
Bu barış çağrısı vakasının benzerleri Türkiye ve dünya tarihinde mevcuttur. Bunlardan biri, 1960 yılında Fransa’da yaşanmış olan “121’ler Deklarasyonu” vakasıdır. “Cezayir Savaşı’nda İtaatsizlik Hakkı üzerine Deklarasyon,” 121 aydının imzası ile yayınlandığında Fransa, Cezayir bağımsızlık hareketine karşı giriştiği “kirli savaş”ın altıncı yılını yaşamakta; Fransız ordusu, Cezayir’de sistematik işkence, yargısız infaz ve toplu katliamları ile ün kazanmaktaydı.
Fransız devleti açısından ortada bir savaş değil bir iç asayiş yani “terörle mücadele” vakası mevcuttu. Devlet Cezayirli tebaasını öldürüyorsa, onların “güvenliğini” yani iyiliğini düşündüğü için bunu yapıyordu. Ayrıca teröristlerin Fransız ordusuna karşı kullandığı şiddet, bu karşılığı fazlasıyla hak etmekteydi. Bugünden bakıldığında çoğunluğu “ulusalcı” tabir edilebilecek Fransız solunun (Sosyalist Parti ve Komünist Parti) genel tavrı da bu devlet bakışının yedeğindeydi. Devlet şiddetine onlar da karşıydı fakat Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (FLN) şiddet kullanmasına da eşit ölçüde karşı olunmalıydı. Yine, “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı kabul etmekle birlikte, bu prensibin mutlaka “ayrılma hakkı” anlamına gelmediğini Lenin belirtmiş olduğuna göre, Cezayir halkının da Fransa’dan ayrılma hakkının mutlak bir hak olmadığı dikkate alınmalıydı. (öhö öhö: biri ÖDP mi dedi?) Fransız solu bu tartışmalar içindeyken, çoğu sivil tam 153,000 Cezayirli, Fransız devlet güçleri tarafından katledilmiş bulunuyordu.
Bu koşullar altında 121 Fransız aydını tarafından imzalanan Deklarasyon’da Fransız ordusu, işkenceyi kurumsallaştırmakla suçlanıyor, Cezayir halkının davası bütün özgür insanlığın davası ilan ediliyor, Cezayir halkına karşı silah kullanmayı reddeden Fransız gençliği ve Cezayir’in haklı davasına Fransız halkı adına destek ve yardım sunan yurttaşlar savunuluyordu.
5 Eylül 1960 sabahı, Deklarasyon’un yayınlanacağı dergilerden biri polis tarafından kapatıldı. Diğeri, Sartre’ın “Les Temps Modernes” dergisinde ise deklarasyonun yayınlanacağı sayfalar sansürlendi. Bunun üzerine imzacılar ve destekçileri, Deklarasyon’un basılı metnini Paris sokaklarında dağıtmaya çalıştılar. Ama çoğu tutuklanarak bildirilere el konuldu. İmzacılardan üniversitelerde çalışmakta olan akademisyenler işlerinden atıldı. Deklarasyon’un içeriğinden haberdar olunması engellenmiş olsa da imzacıların ve destekçilerinin “vatan hainliği” Fransız kamuoyunda büyük infial yaratmıştı.
6 Eylül günü, Deklarasyon’da “Cezayir halkına destek ve yardım sunan yurttaşlar” olarak bahsi geçen “Jeanson Şebekesi”nin davası görüldü ve mahkumiyet kararları verildi. Bu kişilerin çoğu Fransız Komünist Partisi’nden “ulusal sorun” tartışması çerçevesinde kopmuş komünistler ve Troçkist 4. Enternasyonal militanlarıydı. “Bavul taşıyıcıları” olarak da anılan bu kişiler, Fransa ile Cezayir arasında FLN kuryesi olarak seyahat etmekte, bavulları içinde doküman, talimat ve daha çok da para taşımaktaydılar. Beyaz Fransız yurttaşları olduklarından polisin dikkatini çekmemekle birlikte sonunda “terörle mücadele” operasyonu ile yakalanmışlardı. Onların “vatana ihaneti”, Deklarasyon metninde “devlet otoritesine utanç içinde boyun eğmek” yerine “gerçeğe cesaretle saygı göstermek” betimlemesiyle özel olarak takdir edilmekteydi.
Deklarasyon imzacısı “vatan hainlerinin” ilk anda üzerlerine çektiği devlet ve toplum gazabı, tedrici olarak sönümlenecek, vakanın üzerinden geçen iki yıl içinde Fransa ordusunu geri çekerek Cezayir’in bağımsızlığını tanıyacaktı. Ardında 200,000 cenaze ve derinden yaralanmış bir ülke bırakarak…
Fransız hükümeti ne zaman Ermeni soykırımı ya da Kürt meselesi üzerine konuşacak olsa Türkiye’nin cevabı hazırdır: “Siz de Cezayir’de soykırım yaptınız!” Yani şimdi o yaptı diye senin de yapman meşrulaşmış mı oluyor? Bu nasıl bir argümandır? İşte 10 Ocak 2016 günü “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metnine imza attıkları andan itibaren “vatan haini” ilan edilerek işleri, itibarları ve özgürlükleri resmi saldırı ve tehdit altına alınan 1128 Türkiyeli akademisyenin sorduğu soru tam da budur. Tarihten ders almayı ne zaman öğreneceksiniz? Dileyelim ki Anayasa Mahkemesi’nin Barış Akademisyenleri hakkında zar zor çıkardığı son karar, 1960’lı yılların Fransız devleti seviyesine yaklaşılmaya başlandığının bir göstergesi olsun …