Emre Caka /İstanbul
Yakılarak öldürülen Hande Kader’in yakın arkadaşıydı Didem Akay. Ne arkadaşının gencecik yaşında katledilmesini sindirebildi ne de toplumsal baskıları. Aile fertleri destek olsa da Didem’e, bir otel odasında kendini asarak intihar etti, yakın arkadaşı duyurdu, “Trans kadın Didem Akay, yaşadığı baskılara daha fazla dayanamayarak dün intihar etti. Didem, Hande Kader’in arkadaşıydı. Hande’yi yakarak öldürdüler. Didem’i baskıyla…”
İnsan hakları aktivisti ve oyuncu Seyhan Arman ile Didem’in intiharı, devlet politikaları ve toplumun transfobik tutumunu konuştuk. Arman, “Bir insanı 50 bıçak darbesiyle, 100 bıçak darbesiyle ve nefretle öldürüyorsun ama öldürülen transseksüel olduğu için ceza indirimi alıyorsan bu politikadaki yanlışlık demektir” dedi.
Didem Akay’ın intiharı ile başlayalım isterseniz? Didem’in intiharı politik mi? Bu intiharı devlet politikalarının yansıması olarak niteleyebilir miyiz?
Evet politiktir. Fakat kulağa ezberlenmiş gibi gelen “trans cinayetleri politiktir” , “faili devlet” gibi cümlelerle açıklama yapmak biraz anlaşılamıyor gibi geliyor bana. Trans arkadaşlarımıza bile anlatamıyoruz bunu. Sosyal medya gruplarında bu tarz bir tartışma olduğunda ve bu yönde bir açıklama geldiğinde arkadaşlarımızın bir kısmından “Ne demek politiktir” , “Siz devletimize laf mı söylüyorsunuz?” gibi tepkilerle karşılaşıyoruz. Bence bu sorunun cevabı olarak politik midir, değil midir’den ziyade neden politiktir gibi açıklamaları yapmak gerekiyor. Zaten bunu söylerken devlete bir şey söylenmiyor, devletin yanlış politikalarına bir eleştiri olarak söyleniyor. Bugün bir insanı 50 bıçak darbesiyle, 100 bıçak darbesiyle ve nefretle öldürüyorsun ama öldürülen transseksüel olduğu için ceza indirimi alıyorsan bu politikadaki yanlışlık demektir. Ya da hükümetteki önemli insanların, devleti temsil edenlerin “Bu mesele bu yüzyılın sorunu değildir” gibi açıklamalarla öldürülüyor olmamızı da içinde barındıran sorunlarımızı görmezden gelmeleri evet politiktir ve bunları eleştirmek durumundayız. Yani sen belirli insanları, sırf seninle yandaş olduğu için, seninle aynı düşündüğü için, senin gibi göründüğü için, seninle aynı yerden baktığı için birinci sınıf sayıp, beğenmediğin, öteki saydığın, aynı pencereden bakmadığın insanları da ikinci sınıf sayamazsın. Farklı bir muamele yapamazsın demek istiyoruz. En azından benim algıladığım bu. Biz öldürülüyoruz, biz intihar etmek durumunda kalıyoruz, biz ailemizden, toplumdan dışlanıyoruz. Biz istemediğimiz hayatlar yaşıyoruz. Ve bunların sebebi sizin bu yanlış politikalarınız demek için söylenilen bir şey bu. Tabii ki tek başına hükümeti, devleti suçlayarak bir yere varamayız. Toplumun genelinde bir takım değişiklikler yapmak, algıları değiştirmek gerekiyor. Bugün hâlâ vahşice katledilmiş bir trans kadın haberini okuduğunda, onun altına “Ohh iyi olmuş” diye yorum yapan bir kitle varken birtakım şeyleri değiştirmek evet biraz zor. Bunlar devletin politikalarıyla da değişecektir muhakkak. Ve bu nefret sadece bizim ülkemize has değil ama birçok ülkede insan hakları yasalarla korunduğu için, bırakın rahat rahat öldürmeyi, o haberin altına bunu ima eden yorum bile yapılamıyor. O nefreti ola ki dışarı çıkartırsa devletin kendisine yaptırım uygulayacağını biliyor çünkü.
Basit bir şekilde anlatmak gerekirse; ben devlet ve şahsım arasındaki sözleşmeden ve bu sözleşmeye uyulmamasından bahsediyorum. Bu ülkede doğan ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes devletle bir sözleşme imzalıyor aslında. Devlet vatandaşa diyor ki; ben senin eğitim, sağlık, yaşam hakkını koruyacağım ve bunu sana sağlayacağım. Vatandaş da diyor ki tamam ben de ortaya konulan kurallara uyacağım, vergimi vereceğim vs. Ve bütün bu sözleşme şartlarını sağlasın diye aslında bizim gibi vatandaş olan birilerine diyoruz ki git sen bizi/devleti temsil et, devlet adına bu işleri yap. Sorun şu ki o kişiler bir sebeple bunu görmezden geliyorlar, eşit yurttaşlık hakkımdan beni mahrum bırakıyor. Ben de diyorum ki “Bir dakika, bunu yapamazsın. Haklarımı ver bana!” Olayın özü bu.
Yaklaşık 3 yıl önce arkadaşı Hande Kader trans cinayeti ile katledildi, bugün ise Didem’in intiharı. Ne zaman son bulacak ?
Sadece 3 yıl önce yakılarak katledilen Hande Kader değil, maalesef birçok trans kadın bu şekilde ölümle karşılaştı. Evet Hande Kader’in öldürülmesi, Özgecan’ın öldürülmesi gibi biraz popüler olduğu için biliyoruz ama Hande’den önce ve sonra birçok arkadaşımız benzer şekillerde öldürüldü. Maalesef Didem gibi birçok arkadaşımız intihar etti. Eylül Cansın’ın intihar videosu hepimizin içini yaktı. Didem’den önce de oldu, sonrasında da bu intiharlar olacak. Bunun bir çözümü var aslında; çözümü insanları sevmek, kendi gibi olmayanları dışlamamak, nefret etmemek. Ama ne zaman düzelir gerçekten bilmiyorum. Şu anda sadece bizim açımızdan değil, genel olarak baktığımızda biraz karamsar hissediyorum. Ne zaman, nasıl sona erecek bilmiyorum ama biz son bulması için elimizden geleni yapıyoruz.
Hande Kader seks işçisi olarak yaşamını sürdürüyordu. Geçtiğimiz haftalarda ise yeniden ‘zorunluluk mu, tercih mi’ tartışması oldu sosyal medyada, bu konuya nasıl bakmamız gerekiyor?
Seks işçiliği zorunluluk mu değil mi tartışmasından ziyade bu bir işçilik midir, değil midir diye bir tartışma var. Maalesef hayatta bazı şeyleri ele alışımız daha negatif yerden oluyor, bazı şeyleri de daha pozitif. Mesela madende çalışan ve orada emek veren kişiyi işçi olarak görebiliyoruz ama işin içine ahlakçılığımız girdiğinden ya da dışladığımız veya belirli bir kalıba hapsettigimiz bir durum girdiğinde onu işçilik olarak kabul etmeyebiliyoruz. Zaten bu konu tamamen işin öznelerini ilgilendirir. İşi yapanlar işçilik diyorsa işçiliktir. Ve aslında burada konuşmamız gereken birilerinin işçilik mi değil mi diye kabul edip etmemesinden ziyade “zorunlu” olan seks işçiliğini nasıl durdurabiliriz, ne gibi önlemler almalıyızı konuşmalıyız. Evet birileri isteyerek seks işçiliği yapıyorsa yapabileceğimiz bir şey yok. Negatif bir algı ile söylemiyorum. Ama zorunlu olarak birileri seks işçiliği yapmak durumunda kalıyorsa, hiç istemediği halde o caddeye çıkıyor, o telefona bakıyor ve o hizmeti sunuyorsa bunu nasıl önleyebiliriz, nasıl dur diyebiliriz, istemeyen insanları o ortamdan nasıl geri çekebiliriz, nasıl istediği hayatı verebiliriz, o yolda olmamasını sağlayabiliriz, bunu düşünmek gerekiyor. Fakat zorunlu olduğunu, olabileceğini kabul edecek bir kitle henüz yok maalesef. İstemiyorsa gitsin ev temizliği yapsın, fabrikada çalışsın, gerekiyorsa aç kalsın diyenler oluyor. Mevzu sadece aç kalmak değil aslında. Toplumdan dışlanmak, çemberin dışına itilmiş olmak asıl sorun. O çemberin dışına bir defa itildiğinde de devamı geliyor ve o zaman insanın gözü birilerinin altına yatıp yatmamaktan başka şeyleri görebiliyor, genel geçer ahlaktan daha önemli şeyler olabiliyor bu hayatta.
Onur Haftası’nda belediyelerden olumlu mesajlar gördük ancak intihar, cinayet, tecavüz gibi durumlarda böyle şeyler göremiyoruz, bunu neye bağlıyorsunuz?
Bazen bazı şeyler popüler oluyor, bazı insanlar, bazı kurumlar bu popülerliğe uyabiliyor. Ona bakarsanız Gezi’den sonraki LGBTİ+ Onur Yürüyüşü de çok kalabalık olmuştu. Normalde o yürüyüşte göremeyeceğimiz kitle de gelmişti. Sonrasında varlar mıydı, yoklar mıydı ayrı bir tartışma konusu. Bir belediye yapmıştır o paylaşımı, beğenilince diğerleri de yapmıştır belki. Tam olarak bilmiyorum. Ya da belediyelerin LGBTİ Protokolü imzalamasıyla da alakalı olabilir. Orada çalışan bir arkadaşımızın belediyedeki kazanımları ile de olabilir. Çesitli sebepleri olabilir. İntiharlar veya cinayetlerle ilgili neden yapmıyorlar, bilmiyorum, ben böyle kıyaslamaları çok sevmiyorum. Herkesle ilgili yapıyorlar da translarla ilgili mi yapmıyorlar buna bakmak gerekli. Belediyelerin paylaşımında bilmem kim öldürüldü veya bilmem kim intihar etti diye paylaşımları ben hatırlamıyorum. Genel olarak paylaşmıyorlarsa bunu da paylaşmayabilirler. Yine de kazanımlara bakmak ve yapılan hareketten dolayı mutlu olmak gerekli galiba. Mutlu olmuştum. Belki değişiyordur bazı şeyler.
Yılda onlarca hatta yüzlerce translara tacizi, şiddeti, intiharı görüyoruz. Toplumun sessizliğini neye bağlıyorsunuz? Ayrıştırıcı dil mi, din mi yoksa bunların tamamı mı?
Tolumun sessizliğini ikiyüzlülüğüne bağlıyorum. Alıştığımız şeyler var, korunaklı bir hayatımız var ve alıştığımız şeylerin dışına çıktığımızda afallıyoruz. Sadece tarnslarla ilgili de değil, alıştığımız şeylerin dışında olanları negatif olarak algılıyoruz. Bunun için de insanların bahaneleri var. Benim kitabımda böyle değil, ben böyle öğrenmedim veya ben böyle düşünmüyorum diyerek maruz kalanın hak ettiğine inanılıyor. Kendi gibi değilse hak ediyordur diye bir algı var demek ki.