Kimi şairlerin şiirleri birer anıdır aynı zamanda. Her dize yaşanmış bir anın fotoğrafını verir bize. Tüm şiirler bir araya geldiğinde bir hayat hikayesiyle karşılaşırız. 8 yıl önce böyle bir günde (24 Temmuz 2011) daha 41 yaşındayken kanser hastalığı yüzünden kaybettiğimiz şair Didem Madak’ın şiirleri de bu türden şiirlerdir. Zaten de şairimiz bir söyleşide şiirlerinin kendinden parçalarla dolu olduğunu söylemişti. “Benim hayatımla ve bir kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var, bu meselelerle samimiyet ve cesaretle boğuşuyorum hâlâ. Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp, kitabî şiirler yazamam. Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu. Bu yüzden biraz ‘kadınsı’, durup dururken bağıran şiirler.” 1970 yılında İzmir’de başlayan bir hayat daha küçük yaşlardayken annesini kaybetmesiyle ah’lara dönüşür. “Sen bir çocuk romanı annesi ol isterdim” dediği anne yoktur artık. “Artık bütün üzgün oluşlarımın adı Anne”dir.
***
12 Eylül dönemidir. Baba sürgün edilmiştir, anne tayini çıkmadığı için iki kızıyla bir başına kalmıştır ve kısa bir süre sonra kanserden hayatını kaybeder. Şiirlerinde ‘uzun siyah saçlı kız’ diye nitelediği kardeşiyle kısa da olsa geçirdiği mutlu günler geride kalmıştır. “Işıl çocuktu o zaman, ben de öyle / Mevsim kesin yazdı, karpuzdan feneriyle / Hani her çocuğu başka bir çocuğa yaklaştıran bir şarkı vardır ya / Kıyıya yanaşan bir gemi gibi.” Baba ikinci evliliğini yapmıştır ve üvey anne çocukların kabusu olmuştur. Ve babayla bağlar kopmuştur: “Babam / Çıkarılmış bir adam bütün fotoğraflardan./ Kader neydi sanki o zaman / Masada açık unutulmuş Turuncu kulaklı bir makastan başka.”
Anneden Madak’a sandıktan çıkan el yazması bir şiir defteri kalmıştır. Şairlik de bu sayede ve bu süreçte başlamıştır. Sırf evden uzaklaşmak adına yaptığı evlilik hüsranla sonuçlanır. Ayrılır ve kabuğuna çekilir Didem. Daha da zor günler başlar geçinmek için birçok işte çalışır. Bodrum katında bir eve taşınır. Bir söyleşisinde: “Rutubete dayanıldığı sürece şiir yazmak için çok iyi yerler” diye bahseder bodrum katından. Herkesten kaçtığı ve tasavvufa yöneldiği dönemdir: “İllegal bir yağmurum / Bir yağsam pahalıya mal olacağım / Ben bir bodrum kat kızıyım bayım / Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum / Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum.”
***
Hem acıtan hem de acıyan bir şiir onunkisi. Kuşağının en iyilerinden. Şiir çıtasını hiç düşürmedi. Erkek eğemen bir şiir dünyasına mührünü basmış bir şair olmasını bildi. Şu anekdot onun kişiliğini ve duruşunu tanıtma bakımından önemli ve yeterli bence. İstanbul’da bir şiir festivaline davet edilir. Bunun için de ondan bir özgeçmiş istenir, o da bir özgeçmiş yazar ve gönderir. Sonrasını kendisi anlatıyor: “Festival broşürü için benden özgeçmiş istendiğinde, göndermiş olduğum özgeçmiş metninin son cümlesi “şu sıralar cadılık, büyü çeşitleri gibi konularla ilgileniyor ve bir ‘efsun kitabı’ düşlüyor” şeklindeydi. Tanıtım broşürünü gördüğümde tarafımca yazılan özgeçmişimden, benden izin almadan bu cümlenin çıkarıldığını farkettim. Editöre bunun sebebini mail yollayarak sordum, herhangi bir cevap alamadım. Bu cümleyi her kim özgeçmişimden hangi sebeple çıkarmış olursa olsun, şunu bilmesini istiyorum: Ben cadıları sevmeyenleri sevmiyorum. Cadılardan korkanlardan da korkmuyorum. Özgeçmişime uygulanan bu sansürü şiirime uygulanmış kabul ediyorum” diyerek festivalden çekilir.
***
Şiirlerinde olduğu gibi kırılganlığının yanında pes etmeyen mücadeleci bir ruha sahip. Bütün zorluklara rağmen hukuk okudu. Birçok üniversitede öğretim görevlisi olarak çalıştı. İlk şiirleri Sombahar ve Ludingirra dergilerinde yayımlandı. İlk kitabı Grapon Kâğıtları (2000) ile İnkılâp Kitabevi Şiir Ödülü’nü aldı. Sonraki yıllarda iki kitabı daha yayımlandı: Ah’lar Ağacı (2002) ve Pulbiber Mahallesi (2007). Şiiri yaşam biçimine dönüştürmüş,ondan rant beklememiş bir güzel şair Didem Madak. Vasiyetiydi: “Bin ahımın hakkı toprağa kalsın” dediydi… Şiirleri hala Ah’lar çektiriyor bize.