Mücahit Akgün/İstanbul
İran bazı Kürt partileriyle Oslo’da müzakere başlattı. Mevcut veriler Tahran’ın çözümden ziyade oyalama taktiği izlediği yönünde.Tahran’ın demokratik bir çizgiye gelmemesi halinde baskı altındaki halkların isyan etmesi ise eşyanın tabiatı gereği
İran ve bazı Kürt partileri arasında bir süreden beri diyaloğun olduğu haberleri basına yansıdı. Görüşmelere katılan kimi Kürt partilerinin yetkililerinden diyaloğu doğrulayan açıklamalar var. Özetle, İran Kürdistanı Demokrat Partisi (İKDP), Kürdistan Demokrat Partisi-İran (KDP-İ), İran Kürdistanı Komala Partisi ve Komeleyi Zahmetkeşan-ı Kürdistan temsilcilerinden oluşan temsilcilerin İranlı istihbarat yetkilileriyle Oslo’da görüşmeler gerçekleştirdiği ve genellikle benzer anlaşmazlıklarda arabuluculuk yapmakla tanınan Norwegian Centre for Conflict Resolution (NOREF) isimli örgütün de katılım sağladığı yönünde bilgiler mevcut.
Türkiye’de yaşanılan ateşkes, diyalog, çözüm ve barış süreçlerinden dolayı benzer tartışmalara belli bir aşinalık var. Ancak İran ve Türkiye’nin Kürt meselesine bakışı noktasında esas yönünde benzerlik olsa da usul yönünden ciddi farklılıklar var. Yani stratejik hedef ile taktik yaklaşım farkları. İki ülkenin de ana stratejisi Kürtleri siyasi bir varlık olarak kabul etmeme, uzun vadede tekçi ulus devlet ideolojisinin gereği olarak asimilasyon/entegrasyon yoluyla egemen ulus içinde eritmektir. İran’ın politikası ve buna bağlı olarak diyalog ve müzakere yaklaşım ve stratejileri de bariz farklılıklar taşımaktadır.
Kaba değil ince retçi
Bu bağlamda İran’ın da iyi Kürt, kötü Kürt politikası baki olmakla birlikte Kürt kültürü, dili ve geleneklerine yönelik Türkiye kadar keskin bir ret ve yasak politikası hiçbir zaman olmadı. Bunun tarihsel, kültürel ve toplumsal faktörlerin etkisi vardır. Kürdistan kavramı, Kürt dili, kültürü ve geleneklerinin resmi olarak yasaklandığı bir dönem olmadı. Kürt varlığı ve nüfusu da kabul edilegeldi. Zaman zaman Aryen üst kimliğine vurgu yapan söylem ve politikalarının olduğu dönemler de oldu. Kuşkusuz tüm bunlar Kürtlerin siyasi bir irade ve varlık olarak kabul etmemenin bir aracı olarak kullanılıyor. Dolayısıyla Kürt kimliği, dili ve kültürünün resmiyet kazanması, hukuki ve siyasi bir tanımlamaya kavuşmasına karşıdır. En nihayetinde daha ince bir inkar ve entegrasyon politikasının yürütüldüğünden bahsedilebilir.
Zarar veren maharetleri
İran’ın Kürtlere yaklaşımında görülen özgünlükler sadece Kürtlerle ilgili de değil. Ülkede yaşayan diğer halklara yönelik politika da benzerdir. Bu İran’ın uzun yıllara dayanan siyaset doktriniyle ilgilidir. Kendine özgü bir siyaset ve diplomasi tarzı var. İran hiçbir zaman köprüleri tamamen atmaz. Savaşta olduğu zamanlarda bile düşmanıyla diplomasi kanallarını kullanır. Bu aynı zamanda İran’a kazandıran önemli bir diplomasi maharetidir. Bu maharetinden en çok zarar gören kesimlerden biri de Kürtlerdir.
Müzakere ederken öldürdü
İran-Kürt çatışma ve savaşlarına bakıldığında bu diyalog, müzakere ve görüşmelerin Kürtlere karşı adeta bir suikast silahı ve tasfiye yöntemi olduğu rahatlıkla görülecektir. Sımko Ağayı Şıkaki 1930 yılında İran’ın müzakere yönteminin ilk kurbanıdır. Mahabad merkezli Kürt Cumhuriyeti’nin son dönemlerinde İran ile yapılan temaslarda benzer temalar hakimdir. 1989’da Dr. Abdurrahman Qasımlo, İranlı istihbarat yetkilileriyle başlatılan bir müzakere sürecinde Viyana’da görüşmenin yapılacağı evde katledildi. Eylül 1992’de Berlin’de Dr. Mihemed Sadık Şerefkendi ve üç arkadaşının infazı da İran’ın Qasımlo ile sürdürdüğü müzakerelerin bir ürünü olarak gerçekleşti.
Savaş taktiği olarak diplomasi
İran’la ateşkes, diyalog ve müzakere kavram ve süreçlerinin kendine özgü içerik ve anlamlarının olduğu açıktır. İran açısından diplomasi; savaşın devamı ya da daha az yoğunluklu hali değil, savaşın temel taktiklerinden biridir. Özellikle kendisinden daha zayıf gördüğü aktörlere karşı adeta bir infaz taktiğidir. Elbette bu İran’la hiç müzakere edilmeyeceği, görüşme süreçlerine girilmeyeceği anlamına gelmez. Kürtlerin İran ile sorunlarını müzakere yoluyla çözmesi en makul yoldur. Kürtlerin geçmiş pratik ve deneyimlerinden aldıkları dersler bu girişimlerin sonucunda elde edecekleri kâr ve zararın düzeyini belirler.
Müzakere başlatan iki faktör
Burada önem kazanan husus İran’la görüşmelerin somut koşullarının oluşup oluşmadığıdır. Yani farklılıkları olsa da temel siyaseti Kürtleri siyasal bir varlık olarak tanımayan İran’ın hangi değişkenlerin neticesinde böyle bir süreci başlatmak zorunda kaldığıdır. İran rejiminin anti demokratik, ulus devletçi zihniyeti değişmediğine göre geriye iki faktör kalıyor. Birincisi Kürt parti ve hareketlerinin mücadelesi, ikincisi uluslararası faktörler ve bu ikisinin yarattığı birleşik basınç. Birinci faktöre bakıldığında Arap halk ayaklanmalarıyla Ortadoğu’da başlayan kaos İran’ın eteklerine kadar dayansa da Suriye ve Irak’ta kilitlendi. Bu süreçte daha önce Federal Kürdistan Bölgesi hükümetinin Tahran ile yaptığı anlaşma kapsamında eylemsiz kalmaları şartıyla bölgede konumlanan partiler 2016 yılından itibaren dış faktörlerin de etkisiyle belli bir hareketlilik gösterdi. Ancak uzun yıllar kamplarda mücadelesiz kalan kısmi güçlerin askeri kabiliyetlerini yitirdiği kısa sürede görüldü. Zaman zaman İran içlerinde bazı eylemler olsa da bunun İran’ı mevcut Kürt politikasını değiştirmeye ve müzakere süreci başlatmaya zorlayacak düzeyde olmadığı aşikar.
PJAK neden dahil değil?
Burada PJAK için ayrı bir parantez açmak gerekir. Belli bir askeri gücü, kapasitesi ve kabiliyeti haiz olan PJAK’ın İran’la 2011 yılından itibaren zımni bir ateşkes pozisyonu var. İran’ın da kale aldığı esas güç aslında. İran’a birçok defa sorunların demokratik yollarla çözümüne dair çağrısı ve bu yönlü bir politikası var. Ancak bilindiği kadarıyla yapılan görüşmelere PJAK dahil değil. Bu faktörün de tek başına İran’ı müzakere yapmaya zorlaması zayıf ihtimal.
İkinci seçenek ise dış faktörler. Ortadoğu’da yaşanan kaosun bir bütün olarak ulus devletçi zihniyeti oldukça zorladığı bir gerçek. İran kendisine yönelik tehditleri dışarda karşılama doktrini gereği paramiliter güçler üzerinde bölge ülkelerinin çoğunda savaşların aktif bir tarafı olarak yer aldı. Bu politikanın hem içerde hem dışarda yarattığı basınç var. İran’ın yayılmacılığına karşı ABD öncülüğünde başlatılan kampanya Tahran’ın ekonomisini felç etmiş durumda. Ekonomik kriz içerde siyasi ve toplumsal krizi derinleştirirken, dışarda vekalet savaşlarını finanse ve organize etme kabiliyetini sınırlandırıyor.
Tahran’ın temel önceliği
İran’ın hali hazırda iki temel önceliği var. Birincisi olası dış müdahalelerle birlikte içerde patlak verecek iç meseleleri engelleme. İkincisi vekil güçler aracılığıyla Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da edindiği nüfuzunu korumak ve uzun vadede stabil bir hale getirmektir. Zaten bu nedenle ABD ve bağlaşıklarıyla karşı karşıya gelmiş durumda. Kürtlerle görüşme bu iki amaca da matuf bir politika. Tahran sadece içerdeki Kürt meselesine muhatap değil aynı zamanda dışarıda da Kürt meselesinin kendisi için yaratacağı sonuçlarla karşı karşıya.
Havuç politikası devrede
Tahran’ın Ortadoğu sathına yaydığı güçlerini konsolide edebilmesi de içerdekine benzer Irak ve Suriye’de de Kürtlerle muhatap. Olumsuz politikaları bu alanlarda negatif sonuçlar yaratır. Bu nedenle Kürt politikasını belli bir dengede yürütüyor. Kürtlerle savaşan bir İran’ın, Irak ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’daki nüfuzunu koruyabilmesi daha zor olacaktır. Bu dönemde Kürtlerle savaş Tahran’ın istediği en son şeydir. Kürtlere karşı saldırı kartını zaten sürekli kullanan Molla rejimi, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere paralel olarak başlattığı diyalogla havuç politikasını da devreye koymuş oluyor.
Kürt güçleri arasında ikilem
Dışarıdan gelen tazyik, Kürt parti ve hareketlerinin yarattığı potansiyel tehlike ve içerde yaşanan toplumsal rahatsızlıklar Tahran’ı bu görüşmelere zorlayan temel etkenlerdir. Böylece kendisi açısından tehlike olarak gördüğü kesimleri oyalama ve nötr bırakmayı hedefliyor. İran’da yaşayan Kürtler arasında en ciddi askeri, örgütsel yapıya ve toplumsal desteğe sahip olan PJAK’ın bu görüşmelere dahil edilmemesi bu nedenledir. Tahran bu hamleyle hem Kürt güçleri arasında bir ikilem yaratma hem de kendisine yönelik olası bir saldırıda tarafsız bırakmayı amaçlıyor.
Bir yandan bazı Kürt örgütleriyle görüşme öte yandan Kürt Elitleri Kongresi gibi kanaat önderleri, akademisyen, aydın ve yazarları bir araya getiren Tahran’ın dış müdahale opsiyonunu ciddiye aldığı ve buna karşı hazırlık yaptığına işaret ediyor. Görüşmelerden İran’ın ilk amacı büyük ihtimalle olası bir dış saldırıda Kürtlerin nasıl bir tutum alacağını öğrenmektir. Aynı zamanda görüşmeler yoluyla umut vererek yapabildiğince Kürtleri nötr hale getirmek ister. Ek olarak PJAK’ı dışarıda tutarak örgütlü yapılar arasında ikilem yaratmak ve parçalı halin devamını sağlamak diğer bir amaç olabilir.
Olası müdahalede olacaklar
Mevcut veriler Tahran’ın Kürtlerle görüşmesinin bir çözüm iradesine dayandığı yönünde değil. İçerde ve dışarıda yaşadığı sıkışmışlığı ve çembere alınma halini aşmaya dönük taktiksel bir hamledir. İran açısından belli bir mantığı ve başarıya ulaşması halinde belli bir kazancının olma ihtimali olsa da çok da dahiyane bir strateji olduğu söylenemez. Zira bir süreci atlatmaya dönük bu taktiksel hamlenin Kürtler tarafından görüldüğünü tahmin etmek zor değil.
Ortadoğu ulus devletçiliğinin Türkiye’den sonra ikinci mihenk taşı olan Molla rejiminin halklara yönelik inkar ve baskı politikaları bitmediği sürece sürekli diken üstünde olacaktır. Halklarla demokratik temelde bir çözüm olmadıkça, içeride ekonomik, siyasi ve toplumsal krizler bitmez. Krizleri şiddet yöntemleriyle bastırma politikası da tüm Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi dış müdahalelere sonuna kadar kapıyı açık bırakacaktır. Olası bir dış müdahale durumda ise baskı altında olan halkların, inançların ve farklı kesimlerin isyan etmesi de eşyanın tabiatı gereğidir.