31 Mart seçimleri AKP-MHP ittifakının iktidarının sona yaklaştığını göstermişti. Can havliyle sarılan 23 Haziran’daki trajikomik İstanbul seçimleri ise bu durumu çok güçlü bir şekilde tekrardan tescilledi. Bu, toplumsal tüm farklılıkları bastırmayı amaçlayan politikaların iflas ettiğini, toplumun akıldışı çarpıtmalarla körüklenen şovenizm ile yanıltılamayacağını bir kez daha herkese gösterdi. Muhalefetin elde ettiği, aslında büyük oranda Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin çabaları sonucu gerçekleşen başarı sadece iktidarın duvara tosladığını değil, aynı zamanda toplumun demokratik siyasete ne kadar ihtiyacının olduğunu da gösteriyordu. Bu sonuç ardından iktidarın kaybettiren politikalara daha da sıkı sarılması ve CHP ve İP’in ise seçim sonucunu yeterli gören anlayışı-atıllığı, Demokrasi İttifakının demokratik siyasetin yaratıcı özüne dayanarak toplumda ciddi bir güç haline gelebilme olasılığını arttırdı. Ve aslında demokratik siyaseti tanımlama ve onu pratikleştirme çabalarının çok önemli olduğu bir döneme girildi. Bu nedenle demokratik siyaset üzerine kafa yormanın oldukça güncel ve pratik anlamı vardır.
Demokratik siyaset kavramını kabaca iki başlık üzerinden ele alabiliriz. İlki toplumun doğal yaşam tarzı olan politikanın yani sorunlara çözüm bulma ve bunu pratikleştirmenin canlanmasıdır. Devletin çarpıtarak kendine mal ettiği siyasetin toplumsallaştırılması demokratik siyasetin temel dayanağıdır. Bu da toplumun en alt biriminden başlanarak yaşamda aktif siyasi birimler haline getirilerek kendi kararlarını kendisinin vermesinin sağlanmasıdır. Bu topluma zaten içkin olan bir pratiğin geliştirilmesidir. Yeni bir toplumsal mühendislik denemesi değildir. Toplumun tümünün örgütlü politik birimler olarak demokrasi, eşitlik ve özgürlük temelinde örgütlü kılınma eylemini demokratik siyaset olarak ifade edebiliriz. Aynı zamanda demokratik siyaset toplumsal özgürlük açısından da temel bir nirengi noktasıdır. Toplumsallık kendi olma durumunu yaşadığı oranda özgürleşir. Ahlaki ve politik toplum gerçeği özgürlük ile doğrudan bağlantılıdır. Bu bağlamda demokratik siyasetin öznesi tüm toplumdur. Bununla birlikte özgürlük sorununu en yakıcı biçimde yaşayan kadınlar, gençler ve emekçiler demokratik siyasetin en temel öznesidir.
Demokratik siyaset aynı zamanda stratejik bir mücadele alanına da işaret eder. Devletin toplum üzerindeki baskısını sınırlamak ve toplumun özgürlük alanının genişlemesi anlamında mücadeleyi öngörür. Toplumsal mücadele yüzyılların direniş birikimi ışığında devletin tahakkümünü sınırlamada mevziler kazanmıştır. Evrensel hukuk olarak adlandırılan başta seçme ve seçilme hakkı olmak üzere siyasal ve toplumsal haklar bu çerçevede ele alınabilir. Kapitalist modernite döneminde devletlerin kendi iktidarlarını meşrulaştırmak için hukuku araçsallaştırdığı açıktır. Fakat bu durum özellikle evrensel hukukun toplumsal güçlere mücadele alanları açtığı gerçeğini yok sayma anlamına gelmez.
Bu açıdan parlamenter mücadele veya anayasal zeminde yürütülen çalışmalar demokratik siyaset ışığında anlam kazanır. Bu açıdan sadece siyasi partiler değil aynı zamanda tüm toplumsal yasal örgütlenmeler demokratik siyasetin unsurları olmaktadır. Emekçilerin son iki yüzyılda tarifsiz bedeller vererek açığa çıkardığı sendikalar da bu çerçevede demokratik siyasetin ana öznelerindendir. Kuşkusuz burada kast edilen devlet mekanizmasında emekçileri denetim altına alma aracı haline getirilen “sarı” sendikalar değildir. Emekçilerin kendi demokratik örgütleridir. Demokratik siyaset sadece parlamenter zemine indirgenemeyeceği gibi salt siyasi parti ve oluşumların pratiği olarak da görülemez. Siyaset tüm toplumla yapılırsa “demokratik” olarak nitelenebilir ve mevcut siyaset anlayışlarından ayrılabilir.
Bu açıdan ülkenin bugün en fazla ihtiyacı olan demokratik siyasetin gelişmesinde emekçilere ve demokratik emek örgütlerine önemli görevler düşmektedir. AKP-MHP iktidarı özellikle Kürt sorununa inkar ve imha politikaları nedeniyle ülkeyi derin bir ekonomik krize sokmuştur. Hükümet hala halkın olanaklarını sadece kendi iktidarını sürdürebilmek için dış güçlere sunmaktadır. Savaş politikalarına onay ve destek alabilmek için elinde halkın birikimlerinden sunduğu tavizlerle neredeyse her kapıya koşmaktadır. Öte yandan ekonomik krizin faturasını emekçilere çıkarmak istemektedir. Buna rağmen sadece adı sendika olan bazı oluşumlar eliyle emekçileri yanıltmaya çalışmaya da devam etmektedir. Ekonomik sorunlar toplumun diğer sorunlarından ayrı görülemeyeceği gibi ayrı bir çözümün olabileceğini de düşünmek mümkün değildir. Demokratikleşme zaten bir bütünen tüm sorunlara çözüm mekanizmaları yaratma anlamına gelir.
Ve demokratikleşme birilerinin insafına bırakılacak ya da dışarıdan izlenen bir süreç olarak görülemez. Özellikle emekçiler daha fazla yoksullaşmaktan da öteye iktidarın ekonomi politikaları nedeniyle “iş kazası” şeklinde basitleştirilen katliamlarda neredeyse her gün can verirken demokratik emek örgütlerinin sadece talep eden konumda kalması çok etkisiz olur. Oysa yaratıcılıkla harmanlanan eylemler, geniş örgütlenme çabaları yani demokratik siyaset emekçilerin hem kendi sorunlarının hem de toplumun sorunlarının çözümü için öne çıkmaları anlamına gelecektir. Bu emekçilerin tarihsel mirasına da layık düşen konumdur.