Önce Can Yayınları Paulo Coelho’nun, 11 Dakika isimli romanındaki Kürdistan tanımını sansürledi, ardından Yapı Kredi Yayınları tarafından yeniden yayınlanan Evliya Çelebinin Seyathanamesi’ndeki Kürdistan… Can Yayınları’nda da Yapı Kredi Yayınları’nda da yer alan Kürdistan, “Kürt” diye çevrildi.
Kürdistan adlandırmasına yönelik saldırı “sansür” diyerek geçiştirilmeyecek kadar ciddi. Her iki kaynakta da Kürdistan’ın Kürt diye çevrilmesi meselenin tesadüf olmadığını gösteriyor. Bütün göstergeler ideolojik olarak Kürdistan’a karşı gittikçe derinleşen bir saldırı konsepti ile karşı karşıya olduğumuzu ve sansür zihniyetinin de bunun sonucunda ortaya çıktığını gösteriyor. Tıpkı 1924’ten sonra Kürt kelimesinin yasaklanması, sansürlenmesi, ardından gelen saldırılar, katliamlar gibi bir konsept. Bu zihniyet, 1930 yılında gazete manşetlerine taşınan “Muhayyel Kürdistan burada meftundur” zihniyetinin devamıdır. O manşet vaktiyle Dersim Katliamı’nın habercisiydi. Bugün de Kürdistan’ı yok sayan, inkar eden, cezalandıran, tarihten silmeye kalkan zihniyet katliamlarını sürdürmektedir.
Ancak bugünkü rejim bütün saldırılarına rağmen gelinen aşamada Kürtlüğü inkar edemeyeceğini gördüğü için şimdi Kürtlüğün içini boşaltacak daha inceltilmiş bir asimilasyon politikasını yürürlüğe koyuyor. Yeni konseptin farkı şudur: Kürt vardır ama dili yasaktır, Kürt vardır ama tarihsizdir, olan tarihi de tahrip edilmektedir, Kürt vardır ama vatansızdır, Kürt vardır ama makul ve makbul olmak zorundadır; yani folklorik bir öğe olmanın ötesinde bir anlam taşımamaktadır.
Üstelik bu konseptin yeni aktörleri Kürtlerin kendilerine minnet duymalarını bekliyor. Kendilerince içi boşaltılmış bu Kürtlüğün kabulünü bile Kürtlere dünyayı bahşetmek olarak telakki ediyorlar. Yanlarına bazı Kürt çevrelerini de alarak “asimilasyonu” bitirdik propagandası yayıyorlar. Tıpkı Lozan’da yandaş Kürtlerin eliyle Kürtlerin inkarını onaylattıkları gibi şimdi yine bazı Kürt çevrelerin eliyle “Kürde evet Kürdistan’a hayır”, “Kürde evet diline hayır”, “Kürde evet kolektif haklarına hayır” anlayışını hayata geçirmeye çalışıyorlar.
Bunu yapmak için de rejim bütün unsurları ile saldırı halindedir. Bir gün Kürt bölgesiyle “al gülüm ver gülüm” ticaret geliştiriyor ve bunun için gerektiğinde Kürt bölgesinin bayrağını İstanbul’da dalgalandırıyorlar; bir bakıyorsunuz Kerkük’te Kürdistan bayrağına karşı savaş ilan ediyorlar, Trabzon’da Kürdistan atkısı taşıyanı linç ediyorlar. Sabah akşam Esad zihniyetini kötülüyorlar; bir bakıyorsunuz Esad rejiminin vaktiyle Rojava’da hayata geçirdiği Arap Kemerini, “Arap-Osmanlı Kemeri” haline getirmeye çalışıyorlar. İşlerine geldiği zaman, “Bu millet köksüz değil, Kürdistan vardır. Açın Meclis zabıtlarını, Mustafa Kemal’in demeçlerini orada görürsünüz” diyorlar; bir bakıyorsunuz Kürdistan diyenleri “defolun gidin” diyerek kovuyorlar.
Bütün bunların yaşandığı bir yerde, tarihi kaynaklarda “Kürdistan”ın “Kürt” ile değiştirilmesi tesadüfi olabilir mi? Ya da bu sadece bir “sansür” meselesine indirgenebilir mi? Beli ki Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarında Kürtlüğü inkar etmek için yaratılan uyduruk tarih tezlerinin benzeri bugün Kürdistan’ın inkarı için devreye sokulmaktadır.
Ne yapılırsa, ne yapılırsa nafile. Kürtlüğü inkar edemedikleri gibi Kürdistan’ı da inkar edemeyecekler. Onların var ya da yok demesiyle Kürdün de Kürdistan’ın da hakikati değişmez. Çünkü Kürtler tarihin bu aşamasında kimliklerinden, kültürlerinden ve tarihlerinden asla taviz vermeyecektir.