CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun 7 yıl önce yaptığı bazı sosyal medya paylaşımları nedeniyle yarılandığı davanın ikinci duruşması bugün görülüyor
Canan Kaftancıoğlu’nun 7 yıl önce yaptığı sosyal medya paylaşımları nedeniyle yargılandığı davanın ikinci duruşması bugün görülüyor. Dava kapsamında ilk savunmasını bugün yapacak olan Kaftancıoğlu hakkında 4 yıl 10 aydan 17 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Kaftancıoğlu’na destek olmak amacıyla, duruşma öncesi yurttaşlar Çağlayan’daki adliye önüne geldi.
CHP İl Başkanı Kaftancıoğlu hakkında, 2011 ve 2012 yıllarında paylaştığı tweetler gerekçe gösterilerek “Cumhurbaşkanına hakaret”, “Türkiye Cumhuriyetini alenen aşağılama”, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme”, “Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” ve “Terör örgütü propagandası yapmak” suçlarından dava açıldı. Kaftancıoğlu, 17 yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davada ilk kez, 28 Haziran’da hâkim karşısına çıktı. Duruşma Kaftancıoğlu’nun talebiyle savunma için 20 gün ek süre verilerek bugüne ertelendi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da şikayetçi sıfatıyla yer aldığı davanın ikinci duruşması bugün saat 10.00’da Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda bulunan İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
Kaftancıoğlu’na destek olmak için sabahın erken saatlerinde Adliyesi önüne çok sayıda partili ve yurttaş geldi. Yaşlısından gencine binler “Hak, hukuk, adalet” ve “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları atarak Canan Kaftancıoğlu’na destek amacıyla birbirinden farklı bir çok pankart ve döviz açtı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da Twitter’da paylaştığı bir mesajla Kaftancıoğlu’na destek verdi.
Canan Kaftancıoğlu hem benim hem milyonlarca partilimizin güvenilir yol arkadaşı. İyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir doktor ve iyi bir dost. Ülke ve millet sevgisine de şahsen tanığım. Bugün, adalet duygusunun yara almayacağı bir sonuçla, Çağlayan’dan ayrılması en büyük temennim. pic.twitter.com/LnbLBDqrIL
— Ekrem İmamoğlu (@ekrem_imamoglu) July 18, 2019
Savunması için söz alan Kaftancıoğlu şunları söyledi:
Her birinizin çok değerli olduğunu düşündüğüm zamanını böylesi bir davayla meşgul ediyor olmak şahsım adına üzüntü verici. Savunmama geçmeden önce kısaca kendimden söz etmek isterim. Çünkü 7 yıl öncesinde attığım tweetlere geri dönüyorsak bu tweetlere beni getiren hikâyeyi birkaç cümleyle tarif etmem gerekiyor.”
“Ordu’nun bir köyünde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Bana ve benim gibilere dayatılan hayattan kurtulmanın tek yolunun okumak ve mücadele etmek olduğu gerçekliğiyle çok erken yaşta yüzleştim. Çocukluğumdan başladım hak, hukuk, adalet kavgasına. Koşullarım beni buna mecbur kıldığı için. Ve bu mecburiyet, okudukça, yaşadıkça sol değerler gömleğini üzerime giydim ve bir daha hiç çıkarmadım. Çocukluğumun anayurdunun bana öğrettiklerine, çamurlu köy yollarında koştururken kulağıma fısıldadıklarına, insanlığın o kadim hayaline eşitlik, özgürlük ve kardeşlik hayaline daima bağlı kaldım. Zamana ve zemine göre gelişen ancak değişmeyen, inandığım ve savunduğum tüm değerler, hayatımın şekillendiği tüm zamanlarda yol haritam, pusulam oldu.”
“Umarım ve dilerim ki; düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde, toplumsal olarak canımızı acıtan, hiçbir ayrım yapmadan, her biri tarifsiz acıyı barındıran güncel olay ve olgular karşısında hiçbir suç kastı ve niyeti taşımadan gösterdiğim toplumsal, siyasal ve insansal sosyal medya paylaşımlarım nedeniyle, bütün dünyanın gözü önünde açık bir hak ihlaline uğramadan bu salondan çıkabilirim.”
“Umarım, bir siyasetçinin fikir ve ifade özgürlüğüne asgari saygıyı duymayıp kamu gücü ve olanakları ile linç kampanyası başlatanlar karşısında “Olsun İstanbul’da hakimler var!” demem mümkün olur. Bu umudum ve dileğim şahsımdan ziyade hukukun üstünlüğüne inanan ancak üstünlerin hukuku altında ezilmeyi reddeden yine hukuk sınırları içinde mücadele edecek olan milyonlar adınadır.”
‘İl başkanı seçildiğimin hemen ertesi günü şahsımı hedef gösterildi’
“İnsan Hakları Mücadelesi vermiş örneğin işkencenin ne hukukta ne de tıpta çok da dillendirilemediği bir dönemde mahkemelere ve hekimlere yol gösterici olması amacıyla bu konuda tez hazırlamış bir hekimim Bu mücadelemde tüm canlıların en temel hakkı olan yaşam hakkını sonuna kadar savunmuş; fikir ve ifade özgürlüğü, aile içi şiddet, çocuk istismarı gibi acı gerçeklikler ise daima ilgilendiğim ve savunduğum konular olmuştur.”
“Savunduğum bu değerler ve ilkelerle birlikte; 2011-12 yılları arasında CHP il başkan yardımcılığı, 12-14 il başkan vekili, 16-18 PM üyesi, 2018 Ocak ayından beri de İstanbul il Başkanı olarak aktif siyasetin içinde bulunuyorum. İl başkanı seçildiğim ilk günden itibaren yalan ve iftiralarla beslenen ailemi de içine alan korkunç hatta kolay katlanılmayacak, bir karalama kampanyasına maruz kaldım.”
“Bilinçli ve kasıtlı yapılan o saldırılar ve tehditlerle bugünün taşları döşenmeye başlanmıştı aslında. Neyse ki hayat, o taşlara takılmadan yürümeyi de öğretiyor insana. İl başkanı seçildiğimin hemen ertesi günü şahsımı hedef göstererek talimat niteliğinde hakkımda “Bedelini ödeyeceksiniz” ithamında bulunanların şu an bizi getirdiği noktadayız.”
‘Cezalandırma davası’
“Çok ilginçtir ki; 13 Ocak’ta il başkanı seçiliyorum. 15 Ocak’ta jet hızıyla başlatılıyor. Aynı gün ne tesadüf ki Cumhurbaşkanı şikayetçi oluyor ve hızlıca soruşturma dosyasına dahil ediliyor. 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hemen önce 22 Mayıs 2018’de soruşturma izni veriliyor 23 Haziran seçimlerine giderken iddianame oluşturuluyor ve 5 gün içinde kabul ediliyor. Mazbatadan bir gün sonra 28 Haziran’da da ilk duruşmamız vardı. Bu gün 18 Temmuz yine bir aradayız. Sürecin işleyiş hızı, şekli, daha da önemlisi tarihleri alt alta sıraladığımızda söz konusu yargısal sürecin siyasi niteliğini göstermesi bakımından önemli.”
“Gelelim 7 yıl öncesine. O yıllarda yine aktif siyasetin içindeyken yazdıklarım suç kabul edilmeyerek bugün “suç” olarak değerlendiriliyor olması ve il başkanı seçildikten sonar alçakça saldırıların başlaması oldukça manidar. İşte bu nedenlerle bu dava bir cezalandırma davasıdır. İstanbul’u yeniden halka vermek üzere yola çıkmış bir il başkanını cezalandırma davası.”
“Bu dava, muktedire göre şekillenen yargı sisteminin, suçu ve suçluyu iktidar karşıtı olup olmamaya göre tanımlayan bir hukuki anlayışın sonucudur. Bu anlayış emin olun bizler kadar sizleri de mağdur etmektedir.”
Kaftancıoğlunun bu beyanı üzerine hâkim, “Mahkemeyi itham edemezsiniz” diyerek Canan Kaftancıoğlu’nun sözünü kesti. Daha sonra Kaftancıoğlu savunmasına devam etti.
‘İfade özgürlüğü temelinde’
“Neymiş suç aygıtım? Top, tüfek, silah değil. 7 yıl önce attığım tweetler yani sosyal medya paylaşımları. O anın sözünü hayatın sözü gibi algılar ve yıllar sonra yorumlamaya kalkarsanız eğer memlekette bu salonlarda sosyal medyada o anın duygusunu sözünü aktaran milyonlar haricinde başka bir davalı göremezsiniz. O yıllarda 140 karaktere sığdırılan sözlere bakarak kişiler, fikirler hakkında yorum yapmak bile mümkün olamayacakken yargılama hem de ağır cezada yargılamanın takdirini yine sizlere bırakıyorum.”
“Tüm vatandaşların yurttaş gazeteciliğini yaptığı bir dönemde, bir insan hakları savunucusu, bir siyasetçi, bir vatandaş olarak benim de toplumsal olaylar karşısında düşüncelerimi ifade etmem en temel hakkım ve görevimdir. Ayrıca o anın acı gerçekliği nedeniyle söylenilen yüzlerce binlerce söz içinden ta 7 yıl geriye giderek cımbızla seçilen sözler üzerinden yapılan suçlamalar, bir başarının cezalandırılmasından başka bir şey değildir.”
“Mustafa Kemal Atatürk’ün oturduğu o makama hakaret etmek, o makamı değersizleştirmek kimsenin hakkı olmadığı gibi haddi de değildir. Kim olursa olsun. O makamlarda oturanlar da dahil. Cumhurbaşkanına hakaret, Cumhurbaşkanının devleti temsil etmesi ve anayasada belirtilen görev ve yetkileri göz önüne alınarak, tarafsız olduğu Anayasal güvence altına alınan, yüksek temsiliyeti esasına dayandırılmıştır. Cumhurbaşkanının göreve başlarken TBMM’de ifade ettiği ”Cumhurbaşkanı Andı” incelendiğinde Cumhurbaşkanının tarafsız olacağı, görevini tarafsızlıkla yerine getireceğine dair yemin ettiği görülecektir. Cumhurbaşkanının bu anayasal yemine ve kamusal kabule uygun davranmadığı, hatta özellikle tarafsız olmadığını defalarca kamuoyu ile paylaştığı bilinen bir hakikattir.”
“16 Nisan 2016 Referandumu ile birlikte “Partili Cumhurbaşkanlığı” müessesinin, fiilen zaten var olan taraflı cumhurbaşkanlığını kurumsallaştırdığı hatırlanmalıdır. Bu sebeplerle, Cumhurbaşkanının temsil ettiği bu anayasal makamın kurumsallığına ve toplumsal saygınlığına dikkat çekerek kendisini CHP olarak her vesile ile tarafsızlığa davet etmişliğimiz bir gerçekliktir. Bu bağlamda 82 milyon vatandaşının tamamına karşı tarafsız olması gerektiğine sonuna kadar inandığım Cumhurbaşkanının mahkeme salonlarında bile taraf oluyor olması, şahsımdan ziyade hukuk ve ülkem adına üzüntü vericidir.”
‘Siyasetçinin yargılanmasını talep etmek hakaret değildir’
“Cumhurbaşkanı olan kişi aynı zamanda bir siyasi partinin de genel başkanıdır. AKP Genel Başkanına yönelik siyasi eleştiriler dahi Cumhurbaşkanına hakaret kapsamına sokularak hukuksuz bir süreç işletilmektedir. Cumhurbaşkanının benim tweetlerim nedeniyle herhangi bir zarar gördüğü ve siyasi kimliğinin veya kariyerinin etkilendiği söylenemez. Ayrıca bir siyasetçinin yargılanmasını talep etmek de bir hakaret değildir. Bu arada sayın Cumhurbaşkanı bu tweetlerin bir kısmından dolayı aleyhime tazminat davası açmıştır zaten. Şayet varsa bir zararı işbu davaları kazanırsa tazmin edilecektir mutlaka.”
“Cumhurbaşkanın AKP genel başkanı olan taraflı siyasi kimliği ve doğru bulmadığım uygulamalarına dönük siyasi hiciv ve eleştiri haklarımı, düşünce ve ifade özgürlüğümü kullandım. Paylaşımlarım Cumhurbaşkanı oluşu nedeniyle ve o sıfatla yürüttüğü hukuki ve idari işlemler ya da sarf ettiği beyanları sebebine dayalı paylaşımlar değildir. Twitlerimde bu ayrımı gözeterek siyasi bir kimlik, duyarlı bir vatandaş, başkalarının acılarını duyumsayabilen bir hekim, başkalarının acılarına ağlayabilen bir kadın olarak Tayyip Erdoğan’ın, AKP genel başkanlığı sıfatıyla yaptığı partisel, ideolojik ve kutuplaştırıcı siyasi anlayış ve yaklaşımlarına eleştiride bulunarak bu ideolojik ve kamplaştırıcı siyaset dil ve üslubuna yüksek sesle itiraz ederek düşünce ve ifade özgürlüğünde bulundum.”
“Siyasilerin, parti başkanlarının diğer insanlara nazaran ağır eleştirilere daha fazla katlanmak zorunda oldukları demokratik toplumlarda geniş bir kabul görmüştür. Birçok yargı ve AİHM kararlarında ortaya çıkan sonuçlar da söylediklerimizi doğrular niteliktedir. Bilindiği üzere siyasi tartışma alanında ve kamu yararını ilgilendiren konularda ifade özgürlüğü en geniş şekilde korunur. Siyasi eleştiri niteliğindeki açıklamalar hakaret olarak veya kişilik haklarını ihlali olarak kabul edilmemelidir ve alkışlar kadar eleştirilere de katlanmak zorundadır.”
‘Gülen’e meczup demiş olmam kimleri neden rahatsız etmiş olabilir?’
“İktidar mensuplarının “Hocaefendi” diyerek el etek öpmek için randevu sırasına girdikleri, devletin bütün kaynaklarını peşkeş çektikleri bir dönemde Fetullah Gülen’e meczup demiş olmam kimleri neden rahatsız etmiş olabilir? 1981 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakultesi Psikiyatri bölümünde psikotik bozukluk tanısı konulan ve ilkokul mezunu olduğu bilinen Fetullah Gülen’e meczup demiş olmam kimleri ve neden rahatsız etmiş olabilir?”
“Bu twitten de görüldüğü üzere değerlerinize, ilkelerinize ve ideolojinize uygun yaşıyor ve siyaset yapıyorsanız eğer, yıllar geçse de söyledikleriniz ve savunduklarınız çelişmiyor. Hiçbir kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret etmediğim gibi saygınlığını rencide edebilecek nitelikte herhangi bir somut isnadım olmamıştır.”
“Ben Anadolu’nun küçük bir yerinde görev yapmış bir öğretmen çocuğu olmanın ötesinde yine Anadolu’da kamu görevi yapmış bir hekimim. Kamu görevinin saygınlığını, o saygınlığın nasıl korunduğunu ve önemini çok iyi bilirim. Toplumda infial uyandıran somut olay ve olguların şahsım tarafından, eleştiri ve kimi kez ağır nitelikli eleştiri vasıf ve mahiyetinde sosyal medya paylaşımına dönmüş olmasında tipik hiçbir suç unsuru aranamaz, aransa dahi bulunamaz. Ve yine söylemlerim, bahsi geçen kamu görevlilerinin hayatlarını olumsuz etkilememiş, görevleriyle ilgili bir engele yol açmamıştır.”
“Siyasi kişilerin halkın nabzını tutarak politik yönden hesap sorduğu, kimi kez ağır nitelikte sert eleştiri yapabildiği, bunun düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği hatırlanmalıdır. CHP olarak, AKP’nin Siyasi Programında referans aldıkları ideolojik yol haritaları ve doğru olmadığını düşündüğümüz siyasi uygulamalarına karşı yüksek sesle muhalefet etmemizden daha doğal bir şey olamaz, olmamalı.”
‘Berkin Elvan ve Hrant Dink hakkında yüksek sesle konuşmam bir hak kullanımıdır’
“Genel Başkanımızın veya başkalarının inanç aidiyeti üzerinden tarihsel ve toplumsal kutuplaştırma gayretini, Berkin Elvan’ın çocuk yaşta yaşam hakkının elinden alınmasını Hrant Dink’in katledilmesini ve sonrasında işletilen hukuksuz süreçleri kabul etmediğimi yüksek sesle dile getirişim, çoğulcu demokrasi ve özgürlükler bağlamında yüzde yüz karşılığı bulunan bir hak kullanımıdır.”
“Genç kızların ne giyip giymeyeceğine, kadınların kaç çocuk doğurup doğurmayacağına ve hatta ne şekilde doğuracağına iktidarda olanlar, erkek egemen bakış açısı karar veremez, vermemelidir. Bu yaşam tarzı müdahalelerine kişisel ve kurumsal olarak sessiz kalmamız ne Cumhuriyet Halk Partisi olarak ne CHP İl Başkanı olarak ne bir kız çocuğu annesi olarak benden ve bizden beklenmemelidir.”
‘Soruşturulması ve yargılanması gereken ben değil biraz önce sözünü ettiğim kişi ya da kişilerdir’
“Atatürk Türkiyesi’nin, Cumhuriyetin aydın birikiminin var ettiği bir hekim, Cumhuriyeti kuran CHP’nin sorumluluk mevkiinde bir il başkanı olarak devleti alenen ya da perdeli olarak aşağılamam düşünülemez. Sözlerim devleti aşağılamak değil tam tersine o koltuklarda oturanların, yaptıkları ya da yapmadıklarıyla devletin itibarsızlaştırılması, ulusal ve uluslararası arenada aşağılanmasını engellemek içindir. Paylaşımlarım, devleti aşağılamak değil tam tersine devlet adına görev yapanların devleti küçük düşürmemesi için bir uyarıdır, bir tepkidir. Bana sorarsanız vatandaşlardan daha çok devleti temsil yetkisi bulunanlar devleti aşağılamama ve itibarını yerle bir etmeme sorumluluğuna sahiptir.”
“Paylaşımlarım incelendiğinde üzeri yıllarca kapatılan ve hala kapatılmaya çalışılan siyasi cinayetlerin açığa çıkarılmayışını, faillerinin yargılanamayışını, yine “bu ülkede güvercinleri vurmazlar” diyen Hrant Dink’in katledilişini, çocuk yaşta öldürülen Berkin Elvan’ın katillerinin hesap vermeyişini, her türlü rüşvet ve yolsuzluk batağına batan bakanların açığa çıkmış aleni suçlarına karşın siyaseten aklanışlarını sorgulayıp kamusal ve insanı görevimi yapışım yargılama konusu edilemez, suç olarak tariflenemez.”
“Soruşturulması ve yargılanması gereken ben değil biraz önce sözünü ettiğim kişi ya da kişilerdir. Suç olduğu iddia edilen paylaşımlarım da düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır.”
“Tüm yaşamı boyunca verdiğim insan hakları mücadelesinde kin ve düşmanlığa karşı mücadele etmiş, buna uygun davranmış ve yaşamış biri olarak hakkımdaki en gülünç iddialardan birisi bu iddiadadır. (Halkı kin ve düşmanlığa tahrik) AKP Genel Başkanının çocuğa, gençliğe, kadına, farklı etnik ve inanç gruplarına politik bakış açısını doğru bulmadığımdan, çocuk yaştaki ölümlere karşı ideolojik duyarsızlığını rahatsız edici bulduğumdan, kindar bir nesil yetiştirme gayret ve idealini alenen teşhir ettiğimden, 15 Temmuz darbesinin açığa çıkarılması gereken birçok bilinmeyeninin olduğunu düşündüğümden, demokratik kaygılarla değil ideolojik kışkırtma ile sokaklarda linç girişiminde bulunanları hukuken ve ahlaken kabullenemememden ötürü yazdığım tweetlerim düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır.”
“Darbeye giden yolun taşlarının döşeyenler yargılanmalıdır”
“Suçu her ne olursa olsun insan yaşamına alenen ve büyük bir pervasızlıkla son verenlere karşı bir yaşam hakkı savunucusu olarak tepki göstermemden daha anlaşılır bir şey olamaz. Halkın iradesine karşı yapılan ve sayısız masum insanı öldüren, yaralayan her durum darbedir. Darbelerle yüzleşmek, sebepleri ve sonuçlarıyla birlikte değerlendirmeyi; kim sebep olduysa yargılanmalarını sağlamayı gerektirir.
Bu darbe “Bize allahın bir lütfu diyerek” ya da tarafımızdan yapılan tüm uyarılara ragmen “darbeye giden yolun taşlarını döşeyerek” ya da darbe girişiminde ölen ya da yaralanan sayısız masum insanı üzülerek ve içim acıyarak söylüyorum bu mahkeme salonunda olduğu gibi politik çıkarlarına alet ederek” üstesinden gelinecek bir şey değildir. Darbeye giden yolun taşlarını döşeyenler de, darbeyi gerçekleştirenler de, darbe hukukunu işletenler de suçludur, sorumludur ve hukuk karşısında hesap vermelidir.
Öldürmeyi değil yaşatmayı meslek edinmiş, ölümü değil yaşamı kutsamış biri olarak hayatımın her alanında yaşamı ve yaşatmayı savundum; savunmaya da devam edeceğim. Devletin, toplumun, vatandaşın geleceği için değil sadece kendi gelecekleri için ölümü kutsayarak insanların yaşam haklarını gaspeden anlayışlara karşı daima mücadele ettim bundan sonra da edeceğim.
Bu suç başlığına konu edilen tweetler, o yıllarda ki takipçi sayım, beğeni ve paylaşımlar dikkate alındığında söz konusu dönemde maksimum 20-30 kişiye ulaşmışken, bu tweetler nedeniyle ağır ve yoğun bir tarzda kin ve düşmanlığa tahrikin hangi somut suç unsurlarına rastlanılmıştır? Şahsımın husumet beslenen konuya karşı düşünerek, tasarlayarak zarar verdiğim, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerde bulunduğum hususu neye dayandırılmaktadır?
‘Aziz Nesin’in dediği gibi “acı acı’
İfade özgürlüğü ile bu tip tehlike suçları arasında ”açık, mevcut ve yakın tehlike” kriterini gözetmeden, baştan önyargılı yaklaşımlarla suç isnat etmek aslında şahsıma karşı işlenmiş iftira suçunun varlığına işaret etmez mi? Bu söylemlerimin tamamı ifade özgürlüğü kapsamı altındadır. 20 yıl önce okuduğu bir şiir sebebiyle cezaevine gönderilen Recep Tayyip Erdoğan’ın ifade özgürlüğü hakkı nasıl savunulduysa bugün de benim ifade özgürlüğü hakkım savunulmalı. Şiddete ve şiddetin tüm unsurlarına siyaset yaparken terör örgütü propagandası yaptığımın iddia edilmesi gerçek dışı ve komik. Gülüyorum ancak Aziz Nesin’in dediği gibi “acı acı.”
Bu iddianın asıl amacının kovuşturmayı Asliye Ceza Mahkemeleri kapsamından çıkarıp uydurma bir terör örgütü propagandası suçu ile Ağır Ceza Mahkemesi kapsamına alınması olduğunun farkındayım. Cumhuriyet Halk Partisi’ni kamuoyunda itibarsızlaştırmak, CHP kurumsal kimliğini ve şahsımı terör örgütleriyle birlikte anılmasını sağlamaya dönük tamamı ile kötü niyetli bir adli mühendislik çalışması olmuştur.
‘3 kadının yargısız infaz edilmesi ne hukuki ne de insani olarak kabul edilemez’
Çözüm süreci döneminde tüm kamuoyu gibi benim de isimlerini vahşi bir cinayet sonrasında öğrendiğim üç kadın ile ilgili yazmış olduğum tweetin terör örgütü propagandasıyla alakası yok. Nasıl ki Nazım Hikmet şiiri okuyup paylaştığı için Erdoğan’a komünist ya da komünizm propagandası yapıyor dememiz mümkün değilse benim de sosyal medya paylaşımım için aynı durum söz konusudur. Suçları ne olursa olsun adı geçen 3 kadının yargısız infaz edilmesi ne hukuki ne de insani olarak kabul edilemez. Yine bir yaşam hakkı savunucusu olarak, yazdığım tweette olgusal ve ilkesel nedenlerle bu cinayetleri eleştirdim. Suçu ne olursa olsun herkesin yaşama ve yargılanma hakkı devlet ve hukuk güvencesi altında olmalıdır. “Bir insanın hayatına bu kadar vahşice son vermek çok kötü, çok çirkin adeta bir vahşet. Gerçekten üzüntü duyduğumu ifade etmek isterim.” Bu sözler dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a ait. Söz konusu cinayetlerin hemen ardından yaptığı basın açıklamasından bir alıntı. Sn Arınç’ın sözlerini hatırlatma sebebim, onun da aynı suçtan yargılanmasını istemek değil elbette. Yargısız infaza, vahşice işlenen cinayetlere ilişkin insani ve hukuki söylemlerin suç olamayacağını ifade etmek için bu hatırlatmayı yapma gereği duydum.
İfade özgürlüğü hakkı herkes için eşit biçimde uygulanmalıdır. Bu paylaşımın inatla ve ısrarla suçlama kapsamına sokulmak istenmesi akıllara ziyan bir yaklaşım olmuştur. Öldürülen kişinin bir sözünü tırnak içerisinde alıntılayarak yazmak ve bu yargısız infazı kınamanın hiçbir suç içermediği çok açıktır. Bu paylaşımın yasa dışı örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterdiği, övdüğü veya teşvik ettiği nasıl söylenebilir? Bu iddia, mahkemelerin geçtiğimiz yıllarda 1800’lü yıllarda yaşayan Rose Luxemburg ve Clara Zetkin gibi isimler hakkında terör örgütü üyeliği kararı vermesi kadar komik ve absürd bir olaydır.
Her kim teröre ve terör örgütlerine destek veriyorsa bu vesileyle bir kez daha tekrar ediyor ve buradan da alışılageldik tavrımla “Allah belasını versin” diyorum. Bu tweetim üç kişinin öldürüldüğü saldırının biçimine ve insanlık onuruna aykırı oluşuna ilişkindir ve ifade özgürlüğü hakkının koruması altındadır. Benim iki örgüt üyeliğim var. Biri üyesi olmaktan onur duyduğum meslek örgütüm diğeri ise yöneticisi ve İstanbul’da başı olmaktan gurur duyduğum Cumhuriyet Halk Partisi örgütüdür.
Vatandaşının temel hak ve özgürlüklerine, etnik ve inançsal aidiyetlerine ve hatta yaşam haklarına saygı göstermeyenlerin, her vesile ile anayasal suç işleyenlerin devletin kamusal otoritesini bireysel ve partisel menfaatler için pervasızca ve partizanca araç edinenenlerin olduğu bir iklimde geçmişte sizlerin şu an oturduğu makamlarda hukukun üstünlüğüne değil üstünlerin hukukuna sığınanların geldiği durum ortada. Heykeli dikileceği söylenen savcılar vardı. Bugün nerede? Hatırlayın. Kumpas davalarında hukuka göre değil aldıkları emir ve talimatlara göre karar veren hakimler vardı. Bugün nerede? Hatırlayın.
Cezaevinde öldükten sonra suçsuz olduğu tescillenen hukuk mağdurlarını yargılayanlar vardı. Neredeler? Hatırlayın. Vatandaşın üstüne gaz sıktıran Valiler vardı. Bugün nerede? Güvenliğimizi sağlamakla görevliyken, cinayetlerin parçası olan Enmiyet Müdürleri vardı. Bugün nerede? Hatırlayın. Hatırdıklarımızı yaşamamanın tek yolu hukuka sadece hukuka sığınmaktır. Ve ben Toplumsal Bellek Platformu kurucularından biri olarak bunları hatırlatmakla sorumluyum. Karar vermemiz gerekiyor; Eşit yurttaşlık temelli demokratik toplum düzeninin ve Cumhuriyetin aydın birikiminin ilke ve gereklerine uygun bireyler olarak mı yaşayacağız, yoksa her türlü hak ve hukuk kavramının siyasi iktidarın tercih ve takdirlerine terk edildiği, düşünüp ifade etmenin her türlü izansız ve terazisiz yaptırımlara maruz bırakıldığı, otoriter rejiminin kulları olarak mı yaşayacağız?
Mahkeme 6 Eylül’e ertelendi
Savunmanın ardından söz alan Kaftancıoğlu’nun avukatları davanın ağır ceza mahkemesinde görülmesi için hazırlanan bir iddianamede olmaması gereken beyanlar olduğunu öne sürerek iddianemeyi mahkemenin geri çevirmesini talep etti. Mahkeme avukatların görevsizlik talebini reddetti. İddianamenin usul ve hukuka uyduğu gerekçesiyle geri iadesi de kabul edilmedi. Kaftancıoğlu’nun avukatı Ergün soruşturma genişletilmesi talebiyle ek süre istedi.
Savcı, Kaftancıoğlu’nun Tayyip Erdoğan, Hrant Dink’in ölüm yıl dönümü ve Berkin Elvan hakkında attığı ve Türkiye Cumhuriyeti devletini alalen aşaladığı şuçlamasına konu olan tweetleri okuduktan sonra esas hakkındaki mütalaasını açıklamaya başladı.
Kaftancıoğlu’nun avukatları deliller değerlendirilmeden esas hakkında mütalaa verilmesine karşı çıktılar.
Mahkeme heyeti davayı 6 Eylül’e ertelendi