Geçen hafta ‘Belediyeler herkese bisiklet dağıtmalı’ yazısından, bisikleti bir kenara dayayıp, tarıma sıçrayayım. O kadar acele ve çabuk yapılması gereken, ihtiyaç üzerine örgütlenecek meşruiyet alanı var ki, cezaevi ziyaretinde soluksuz her şeyi anlatmak isteyen tutsak-ziyaretçi gibi, ağzım dolu dolu, hızlı ve bazı şeyleri eksik de olsa söyleme halinde yazmam gerekiyor. Belki birileri olursa, kulağına ekoloji suyu kaçmış, sorar da biz de oradan tutup, paçasından sökeriz iktidarı.
-Bu arada ‘bisikleti duvara dayamak’ bile ne kadar avantajlı bir şeydir. Bir otomobilin park edildiği yere kaç tane bisiklet koyabilirsiniz bir düşünün! Sonra yol kenarlarından rahatça geçin, otoparkları çocuk parkları, spor salonları yapın. Viranşehir’de kerpiç evlerde ‘Demokratik Mimari’ ile evleri planlamaya çalışırken, bazı arkadaşlar eve garaj da yapalım diyorlardı. (Garip olan, otomobilleri yoktu.) Yaşadığınız hangi evde çocukların odası var diye sordum. Hiçbir evde yoktu tabii ki -zaten evleri de yoktu. Ah bisiklete döndüm yine.-
Son büyükşehir yasası ile neredeyse hiç köy kalmadı. İktidar neoliberalizme çok uygun olarak kentsel hegemonyasını köylere yasal anlamda da taşıyıp, her şeyi ruh-sat’a bağlamayı, ‘müsaade rantını daha da genişlere taşıdı. Çünkü nerede izin varsa, orada ruh satılırdı mutlaka. Ancak bu durum, özellikle bölge belediyelerinde tarımı yeniden ‘Agroekolojik’ bir şekilde dönüştürme şansı doğurdu. Yani şimdi tarım doğrudan belediyelerin işi.
Bu öncelikle belediyenin parklarında, refüjlerinde ve hatta balkonlarında, pencere kenarlarında domates, biber yetiştirmesi anlamına gelmiyor ki bu da -Kent Tarımı- önerdiklerim ama öncelikle bölgenin tarımını örgütleme zorunluluğu getiriyor. İşgal ekonomisi bir yandan her şeyi bağımlı kılarken aynı zamanda gerçekte üretimsizleştirir. Bunun manası, her şeyin gittikçe monokultür-tek ürünlü hale getirilmesi, hem kaynaklar hem de pazar açısından doğrudan kendine, özellikle şimdi radikal gıda tekellerine bağımlı haline getirilmesinden başka bir şey değildir.
Bu yüzden Ekolojik-Demokratik belediyenin temel işlevlerinden biri hemen kendi sınırları içinde tarımın, daha doğru deyimle gıdanın yetiştirilmesinin çeşitlenmesi, öncelikle dışarıya değil doğrudan kent halkına uygun fiyattan ulaşmasını sağlaması değil midir?
Bir yandan ulusötesi sertifika şirketlerinin değil, doğrudan kendi seçtiği bir kurumun, belediyenin denetlediği, kentin köylerinde (!) yetişen, tabii ki organik ve belediye ya da kooperatifler aracılığıyla -yani aracısız- ulaşabildiği mesela domatesi bile yetiştiremeyecek miyiz?