Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması… Sonra birinde 2013 Newroz Bildirgesi’ndeki tutumu koruduğunu ve diğerinde ise HDP’yi seçimlerdeki tarafsız çizgisinde ısrar etmeye çağırdığını söylediği iki mektup kaleme alması… Cemil Bayık’ın Washington Post’ta yayımlanan, “Uzun süredir devam eden bu sorunu kalıcı bir çözüme ulaştırmak için önümüzde bir fırsat var. Bu fırsatı kaçırırsak bir nesil boyunca benzer bir fırsat göremeyebiliriz” dediği ve esas müzakereci olarak Öcalan’ın rolüne işaret ettiği yazısı…
Hepsi bir ay içinde oldu. Yeni bir müzakere süreci mi başlıyor? Vaktiyle AKP ve PKK arasında arabuluculuk yaptığı söylenen İlhami Işık’a (Balıkçı) göre İmralı merkezli yeni bir süreç başladı bile. Oysa ne hükümetin ne de Kürt hareketinin kamuoyuna yönelik açıklamalarında bu iddiayı doğrulayan bir şey var.
Yine böylesi bir zamandı
AKP’nin niyeti ne olursa olsun, şu aralar İmralı’da devlet yetkilileri ile Öcalan arasında nasıl bir diyalog kurulursa kurulsun, koşullar 2012 sonbaharını, yani “çözüm süreci” diye de sunulan “müzakere süreci” arifesini andırıyor.
Kürt hareketinden mahpusların 12 Eylül 2012’de Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve Kürtçenin kamusal alanda kullanılması talebiyle başlattığı açlık grevleri 68 gün sonra Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasıyla son bulmuştu. Öcalan’ın 2013 Newrozu’nda okunan mesajıyla ilan edilen çatışmasızlık ve müzakere sürecinin önü de böylece açılmıştı.
O günkü ile bugünkü koşulların benzerliğinden kastığımız, açlık grevleri ve sonuçlanma biçimi değil elbette. Benzerlik, AKP’yi Kürt hareketi ile bir diyalog kanalı kurmak zorunda bırakan, iktidar bloku ve Suriye merkezli sıkışmalarda yaşanıyor. AKP, 2012’de iktidar ortağı Cemaat’le yollarını ayırmasa da içten içe kavgaya başlamış ve Suriye’de de Şam’da kurulacak bir İslamcı rejim hayali kurarken sınır hattı boyunca uzanan Rojava Kürdistanı’nın yükselişiyle yüz yüze gelmişti. Ekonomik kriz ve yükselen toplumsal hoşnutsuzluk da eklendiğinde, AKP iktidarı dışarıdan pek de sağlam görünmüyordu.
ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi Morton Abromowitz, krizlerle kuşatılan AKP’nin çözülme ihtimaline vurgu yaparak manzarayı “Sallantıdaki Türkiye” diye özetliyordu. Ortada bir çözüm yoktu ama Kürt hareketiyle çatışmasızlık pozisyonuna gelmek, AKP açısından düşmanların azaltılması ve krizlerin hafifletilmesi anlamına geliyordu. AKP, Kürt sorununu değil ama kendi sorununu çözmek üzere müzakere sürecini başlattı. Süreç, Gezi Direnişi’nde ve 17-25 Aralık’ta, Kürt hareketinin AKP’ye karşı etkin bir muhalefet yürütmekten imtina etmesine yol açarak AKP’nin elini rahatlatıyordu. Ancak süreç boyunca yapılan açıklamalar dikkatle incelendiğinde görülecektir ki Kürt hareketi de AKP karşısında fazlasıyla şüpheciydi ve çatışmasızlık sürecinden Rojava’da elini rahatlatıp Türkiye içinde de çatışmalı sürecin yarattığı toplumsal bariyerleri aşmak için istifade ediyordu.
AKP, 7 yıl sonra bir kez daha içerde ve dışarıda (özel olarak Suriye’de) yaşadığı sıkışmalar sonucu Kürtlerin kapısına düştü. İktidar bloku içindeki fay hatlarını hareketlendiren 31 Mart yerel seçimleri sonrasında Öcalan’la görüşmeler sonucu yayımlanan mektupların iki odağı vardı: Suriye ve yenilenen seçimler. Öcalan’ın mesajlarında Suriye’de Türkiye’nin hassasiyetlerinin gözetilmesi ve seçimlerde tarafsız kalınması isteniyordu. İlk mektubun YSK’nin İstanbul seçimini iptal ettiği 6 Mayıs günü, ikinci mektubun da 23 Haziran tekrar seçiminden hemen birkaç gün önce yayımlanması, AKP’nin meseleye ne kadar araçsal baktığını gösteriyordu. AKP bir kez daha çözümü değil krizi olduğu için Kürtlerle diyalog kanallarını açtı.
Bu süreç başka süreç
Cemil Bayık’ın bahsettiği fırsat, AKP’nin içine girdiği kriz midir? AKP’nin İmralı merkezli olarak başlattığı, İlhami Işık’ın kastettiği, ABD ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin zorladığı süreç neyin nesidir? Pek şeffaf ilerlemediği için maalesef bilmiyoruz.
Ama bildiğimiz bir şey var. O da Kürt sorununun çözümünün toplumsal temellerinin Gezi’den Kobanê direnişine, 7 Haziran’dan 31 Mart-23 Haziran seçimlerine uzanan AKP karşıtı mücadeleler içinde atıldığı; çözümün gerçek öznelerinin bu süreçte oluşmaya başladığıdır. O dönem hala yürürlükte olan çatışmasızlık ve müzakere süreci nedeniyle Fırat’ın doğusu Gezi Direnişi’nde görece suskun kaldıysa da, Fırat’ın batısı Kürtlerin yıllar boyu maruz kaldığı devlet şiddetini bizzat tecrübe ederek, Fırat’ın doğusu ile geniş kitleler anlamında o günlerde empati kurmaya başladı. Bugün hala Selahattin Demirtaş’ın tutukluluk gerekçeleri arasında sayılan Kobanê eylemleri ise Kürtlerin AKP karşısında etkin bir muhalefet pozisyonuna geçişinin miladıydı.
AKP destekli IŞİD çetelerine direnen Kürt gerillaları ve Kobanê’nin kuşatılmasına karşı sokaklara çıkanlar Fırat’ın batısındaki laik muhalefetin de sempatisini kazanıyor, sokağa çıkan halk tepkisinde daha önce gözlenmeyen yan yana gelişler yaşanıyordu. Erdoğan’a “seni başkan yaptırmayacağız” diyen Demirtaş’ın HDP’sine 7 Haziran’da verilen Türk desteği, Erdoğan’a ve ayrımcı politikalarına itirazın adayı olarak yükselen İmamoğlu’na 31 Mart-23 Haziran’da verilen Kürt desteği; AKP faşizmine karşı mücadele içinde gelişen bir kardeşleşme sürecinin simgesel adımlarıydı.
AKP olsa olsa yine kendini kurtarma sürecini örgütlemeye girişecektir; barış, kardeşlik ve toplumsal eşitlik hedefli gerçek çözüm süreci ise Gezi’nin o simgesel fotosunda el ele tutuşanlar tarafından başlatılmış, AKP faşizmine karşı mücadele içinde ilerlemiştir. Hedefe ulaşması için de faşizmin ikna edilmesi değil yıkılması gerekecektir.