Cumhurbaşkanı kendi ekonomisini sabote ediyor: Merkez Bankası Başkanı’nın varolan yasaya aykırı olarak tasfiye edilmesi uluslararası finans çevrelerinin bütün tereddütlerini ve beklentilerini ortadan kaldırdı.
Cumhurbaşkanı’na yakın SETA “andıcı” da uluslararası medya ağının Türkiye karşısındaki toleranslı yaklaşımını yerle bir etti.
Akdeniz’e gönderilen iki sondaj gemisi ve bu gemileri koruyan uçaklar ve savaş gemileri az sonra AB’nin yaptırımlarıyla karşılaşacak. Ve nihayet S-400 bataryaları Türkiye sınırlarından girer girmez Türkiye önce ABD’nin, ardından NATO’nun ağır yaptırımlarıyla yüz yüze gelecek.
Bir de şu var: Saray muhalefetin elindeki belediyeleri çalıştırmama talimatı verdi. İmamoğlu’nun çağrısını son anda AKP ilçeleri belediye başkanları boykot etti ve İBB’nin ağır bir mali çöküntüye uğratılması artık an meselesi. HDP’li Belediye Eşbaşkanı Ayhan Bilgen’e soruşturma açılması ve Ahmet Türk’ün eşbaşkanı olduğu belediyenin 80 milyon TL ödeme yapmasına rağmen elektriklerinin kesilmesi Saray’ın muhalif yerel yönetimlere savaş açtığını gösterdi.
İşte bütün bunlar olurken, Ali Babacan AKP’den istifa etti. Yaptığı açıklama, adı konmasa da yeni partinin kuruluşunu ilan etti ve AKP’den istifaların bir birini izleyeceği artık büyük bir olasılık haline geldi.
Babacan’ın istifasıyla birlikte, daha yeni bir parti kurulmadan Türkiye’nin siyasi dengeleri kesinlikle alt üst oldu. Bunun adı ekonomik, dış politik, sosyal krize eklenen siyasi krizdir.
Şimdilik eksik olan sokakların sesidir. Bir sokağın köşe başından duyacağınız ilk protesto seslerinin çok geçmeden tüm Türkiye’yi ayağa kaldıracağından şüphe edilemez.
Bu böyledir ama, Saray boş durmayacaktır.
Yeni parti kuruluşunu, bizzat Erdoğan engellemek için aklınıza gelen, gelmeyen her yola başvuracaktır.
Örneğin eğer ilan edilirse, ABD ambargosunun ertesi günü OHAL de içinde her türlü önlem alınacak, “milli birlik çağrıları” yapılacak, “Türkiye ittifakı” için kollar sıvanacak ve bütün itirazlara karşı büyük bir saldırı başlayacak.
Bunu önlemenin ilk şartı, CHP’nin, İyi Parti’nin, yeni kurulacak parti sözcülerinin bu “planı” deşifre etmesi, “milli birlik” demagojisine, “Türkiye ittifakı” tuzağına pabuç bırakmayacaklarını açıklaması, ister Libya’daki macerada yaşanacak skandallar, ister Akdeniz’deki kriz, ister Amerikan ambargosu, ister Güney’de yaşanacak bir bozgun karşısında sorumlunun bizzat Erdoğan olduğunu halka açıkça ilan etmesidir. Bu sayılanların hiçbiri iktidarın atacağı adımları meşru kılmaz; çünkü bunların tümü birer “sonuç” olacaktır, “sebeb” bizzat “tek adam” rejimidir.
O nedenle tüm muhalefet zaman kaybetmeden birleşmeli, çözüm olarak “adem-i merkeziyetçi”, özgürlükçü, halkçı, kadın özgürlükçü, ekolojik ve eşitlikçi” demokratik anayasa için harekete geçmeli, zayıflayan iktidar üzerinde baskı kurmalı, onu her türlü diktacı yola başvurmaktan caydırmalıdır.
Ve özellikle muhalefet şunu unutmamalıdır: Zayıflayan ve ciddi bir krize yuvarlanan yalnızca Saray rejimi değildir. Türkiye Saray rejimi yüzünden tehlikeli bir “beka” sorunuyla karşı karşıya gelmiş bulunuyor.
Eğer bu rejime karşı, aralarında HDP’nin de bulunduğu bütün sağduyulu muhalefet birleşmez, ayakta kalmak için iktidarın intihardan farksız bir yola girmesini önleyemezse, Türkiye ve elbette halk çok ağır bedeller ödeyecektir.
İktidar Türkiye’yi Suriye bataklığına sürükledikten sonra Libya bataklığına da boylu boyunca dalmıştır. Güney Kürdistan’da tarihinin en tehlikeli askeri harekatında ısrar etmektedir. Ve daha şimdiden Rusya İdlib’deki DAİŞ “iltisaklı” unsurları Saray’ın Libya’ya aktardığını dünyaya ilan etmiş, hem Irak Hükümeti, hem de Güney Kürdistan parlamentosu Türkiye’nin PKK bahanesiyle topraklarını işgal etmesine karşı cılız da olsa ilk açıklamaları yapmıştır. Cemil Bayık’ın Washington Post’ta bir makalesinin yayınlanması ve Birleşmiş Milletler’in YPG ile “çocuk askerler” sorununda bir anlaşma imzalaması, Trump’ın sinik bir edayla başında Erdoğan’ın bulunduğu iktidar heyetiyle alay eden sözlerine rağmen Japonya’dan “zaferle dönüş” iddiasının hemen ardından ABD sözcülerinin ambargonun yolda olduğunu dile getirmesi, Türkiye için “üçüncü dünya savaşının” son raunduna girildiğini gösteriyor.
Bu son raund Türkiye’yi utanç verici bir teslimiyete götürecektir.
Türkiye uzun yıllar boyunca bu teslimiyetin ağırlığı altında sıradan bir Ortadoğu ülkesine dönecektir.
Muhalefet bu tehlikeyi görmeli ve karşılaşacağı hiçbir tehdide boyun eğmeden ülkenin yeniden demokrasiye dönmesi için elinden geleni yapmalıdır.
Muhalefetin ödeyeceği hiçbir bedel, Türkiye’nin kaybı kadar büyük olmayacaktır.