Petrol-İş Sendikasının Koç Holding’e bağlı TÜPRAŞ işletmelerinde binlerce işçiyi ilgilendiren ve holdingin bir dizi dayatması nedeniyle tıkanıklığa giren toplu sözleşmesi, YHK (Yüksek Hakem Kurulu ) marifetiyle işçilere rağmen karara bağlandı. YHK, beklendiği üzere patronun bütün taleplerini kabul edip, işçilerin itirazlarını görmezden geldi. Böylece içine girilen süreçte işçi sınıfını nelerin beklediği de açığa çıkmış oldu. İstanbul seçimlerinde Koç Holding ile çatışmaya giren AKP, işçi meselesi gündeme geldiğinde sermayenin emrine gireceğini bir kere daha göstermiş oldu. İşçilere enflasyonun çok altında bir zam, uzun soluklu sözleşme ve ağır çalışma koşulları YHK eliyle dayatıldı. Bu toplu sözleşme sırada bekleyen bütün sektörlerdeki işçiler için ve hatta IMF politikalarını bekleyen ülke halkları için uyarı niteliği taşıyor. Sandıkta birbirleriyle karşı karşıya gelenler, sermayenin çıkarlarında rahatlıkla ortaklaşıyorlar. Krizden çıkışın yolunu, faturayı, işçi sınıfı ve yoksulların sırtına yıkarak çözmeye çalışıyorlar. Yakın zamanda hükümetin bütçede dengeyi sağlamak adına zenginlere ve lüks konutlara yönelik getirmeyi düşündüğü ek vergiler torba yasadan çıkarılarak belirsiz bir zamana ötelendi. Böylece sermayenin seçim sonrası krizden çıkış politikası netleşmiş bulunuyor. Hükümet, tüm kamu hizmetlerine ve zorunlu tüketim maddelerine fahiş zamlar yapmak, ÖTV ve KDV’yi yükseltmek, kamu harcamalarını kısmak adına sosyal hizmetleri ve harcamalarını budamak, buna karşılık memur, emekli ve işçilere komik zamlar ve aşırı çalışma koşullarını zorla dayatmak istemektedir.
Sermayenin ve temsilcilerinin sıkıntısı, bu politikaların devreye girmesinin yol açacağı toplumsal tepkileri tam olarak hesaplayamamalarıdır. Zira İstanbul seçimleri yıllardır kimlik siyaseti ekseninde, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirerek, yoksulların ve işçilerin oyunu alan AKP’nin yenilgisiyle sonuçlandı. Seçimlerde ortaya çıkan görüntü, sarayın İstanbul’un tüm yoksul ilçelerinde ciddi oy kaybına uğradığını, 17 yıllık kimlik siyasetinin oluşturduğu blokların çatladığını, AKP’ye destek veren işçilerin ve yoksulların bu desteğini çekmeye başladığını gösterdi. AKP, kimlik siyasetinin arkasına sığınarak yoksul halkların sisteme rızasını üretirken, işçi sınıfına ve halklara sürdürülebilir bir yoksulluk dayattı. Aynı zamanda sermayeye ucuz, güvencesiz iş gücü cennetini sundu. Bütün bu süre boyunca sermaye ile sarayın ortaklığını sağlayan halkların kendilerine dayatılan sefalet politikalarına rıza göstermesi ve bu rızadan beslenen sermayenin akıl almaz servet biriktirmesi oldu.
İstanbul seçimleri iki yönüyle bu ortaklığa darbe vurdu. İlk olarak sermaye açısından AKP’nin rıza kapasitesinin sınırlandığını ve zayıfladığını gösterdi. İkinci olarak kimlik siyasetinin arkasında bloklaşmış yoksulların sınıfsal reflekslerinin canlanmaya başladığını ortaya çıkardı. Özetlemek gerekirse, İstanbul seçimleri AKP’nin yoksul halklar üzerindeki siyasal hakimiyetinin sona ermeye başladığını ortaya çıkarmış oldu. Bir başka açıdan neo-liberal politikaların şekillendirdiği kimlik siyasetinin sonuna gelindiği, kavramın gerçek anlamıyla, sınıf siyasetinin ve mücadelesinin yükselmeye başlayacağı bir döneme girilmekte olduğu açığa çıktı.
Tam bu noktada yazının başına dönülecek olursa, sermaye ve hükümetleri krizden çıkabilmek adına faturanın çalışan sınıflara kesildiği bir ekonomik yönelime hazırlanılmaktadır. Tüm veriler, gelmekte olan kışın işçiler ve yoksullar açısından zor bir dönem olacağına işaret etmektedir. Bu olumsuzluklara rağmen, sermayenin işçi sınıfı ve yoksullar nezdinde bu politikalara rıza üretme yeteneğinin de sonuna gelindiği açığa çıkmıştır. İşsizliğin arttığı, iflasların beklendiği, yoksulluğun giderek büyüdüğü coğrafyada, işçi sınıfının örgütlü-örgütsüz direnişlerinde artışların olduğu görülmelidir. Böyle bakıldığında kış sadece işçiler ve yoksullar için değil, sermaye ve hükümetleri için de zor geçecektir.
Sermaye, AKP ile kaybettiği rıza üretme mekanizmasını sağdan ve soldan yeni liberal merkezler inşa ederek çözme arayışına girmiş bulunuyor. Bir yandan AKP içinde Babacan ve ekibiyle başlatılan süreç yürütülürken öte yandan solda İmamoğlu şahsında yeni bir liberal merkez oluşturma çabaları devam ediyor. HDP’nin tartışamaya açtığı Üçüncü Yol arayışı, yeni oluşturulmaya çalışılan egemen merkezlerin karşısında işçi sınıfı ve ezilen halkların yan yana getirilmesi arayışıdır. Bu cephenin bir ayağını demokrasi ve emek mücadelesinde kapladığı alan reddedilmez bir şekilde açığa çıkmış olan Kürt halkı oluştururken, diğer ayağını yapay kimlik cenderesinden kurtularak, kendi sınıf kimliğinin farkına varmaya başlayan işçi sınıfı oluşturmaktadır.
Kürt halkının bir bütün olarak örgütlü bir duruş gösterdiği açıkça ortadadır. Bu noktada işçi sınıfı ve batıdaki yoksul halkların örgütlenmesi, gelişmekte olan mücadelelerin politik dilinin oluşturulması, sınıf mücadelesinin Kürt halkıyla omuz omuza ortak bir kanala akıtılması görevi ortada durmaktadır. Kabul edilmelidir ki bu görev, Türkiye Sosyalist Hareketi’nin sorumluluk alanına girmektedir. Uzun yılların ataletinden sıyrılarak işçi sınıfıyla buluşma imkânlarının değerlendirebilmesi yani öteki mahalleye girilebilmesi için sosyalistlerin önce kendi mahallelerinde güç haline gelmesi doğrultusunda ortak bir mücadele ve program ekseninde, ortak bir yürüyüş hattına girmesi gerekir. Rüzgâr, işçiden yana dönmeye başlamıştır.