Öznellik ve yaşanmışlık dozu kattığımız belleğimiz kendi kısır ama bir o kadar da insani tarihimizi oluşturmaya devam ededursun, onları anlatmaya yani hikâye edebilmeye gelince minik boncuk tanelerinin bir anda yere dökülüvermesi gibi, oraya buraya, beriye, yuvarlanıp gitmesine şaşırıp kalıyoruz. Başı nedir, ortası nerededir, sonunda ne olmuştur, şart mıdır, anlaşılır mıdır, duyanı zenginleştirmiş midir? Hikayemizi anlatırken bizi dinleyen yere dökülen boncukların peşinden gitmiyor. Niye gitsin ki? Bizi dinlemiyor bile. Sadece anlatanın anladığı bu yere saçılmış dağılmış boncukları tek başınıza toplayın artık. Oysa beyinlerimiz ta eskilerden beri hikâye anlatma üzerine kurgulu. Herkes bir hikâye anlatıcısıdır. Kimi etkili anlatır, kimi sıkıcı. Anlatamadığımız zaman ne kendi kişisel tarihimizin bir önemi vardır ne de yeni bir fikrimizin.
Beyinlerimizin baştan beri var olan hikâye anlatıcılığı, televizyonun beyaz ışığında çoktan eriyip gitti. Avuçlarımıza dahi sığabilen hareketli, geçişli, canlı ve bizi belleksiz kılmaya programlı asrın cihazları sayesinde bırakın bir hikayesi olma halini, bir paragraflık normal seyirde günlük konuşma becerimizi bile kaybetmek üzereyiz. Herkes sadece uzmanlık alanında konuşabiliyor. Bizi biz yapan kişisel tarihlerimiz akışkan görüntüler gibi, bir “şey” demek istemeden, hatırda kalmak için çaba sarf etmeden yok olacak.
Çünkü bu dünyanın artık büyük hikayelere ihtiyacı var. Bu dünya yani egemen olanların yönlendirdiği bu dünya ve onun yatırımcı kapitalistleri sizin kişisel tarihinizi algoritma haline getirmeyi başardı. Siz bir verisiniz. Ama şimdi başka bir sorun var: Bu verileri bir hikâye haline getirecek insanlara ihtiyaç her zamankinden daha fazla.
Yatırımcı kapitalistler bu veri kazanının içinden kim para kazandıracak bir fikirle gelecek diye bakmıyor, o fikri anlatabilenleri arıyor. Şimdi bu çağa bilgi çağı diyorlar. Bilgi kazanının içinden kim ki bir hikâye edebildiği fikirle gelecek o zaman sözü dinlenen olacaksınız. Yani, hikayenizi bilgilendirme, anlatma ve etkileme çerçevesine alacak, üstünü duygu, bağlam ve alaka isimli renkli kağıtlarla paketleyeceksiniz. Çünkü siz, bilgi çağında ve bilgi ekonomisinde fikirleriniz kadar varsınız.
Sizi siz yapan kişisel tarihinizin içinde bir durum, bir hal, güven inşa eden bir hikâye oluşturabilmenizde küçücük bir araç artık. Sonra onu “bit” diline çevirebiliyorlar. Nasıl ama…
Benjamin’in “Pasajlar”ında anlattığı aktarım krizi hala geçerliliğini sürdürüyor. Doğal yollardan, bir kuşaktan diğerine süren, uzun vadede grupların ve toplumların kimliklerini oluşturan “aktarılan deney” yerini bireysel, dayanıksız, uçucu ve geçici yaşanmışlık olarak özetleyebileceğimiz “yaşanmış deney”e bıraktı. Çünkü biz artık doğanın ritmine göre değil tabletlerimizin ve cep telefonlarımızın bize aktardıklarıyla yaşıyoruz. İnsanın kırılgan bedeni akışkan ve hatırda kalmayan göstergelerle güçlenip insanüstü bir varlık haline dönüşme yanılsamasına kapılmak üzere.
Bir hikayesi olma hali kendi nesnelerini yaratma arzusudur. Sözünü ettiğim şey, ne denli ustalıklı olursa olsun gerçeğin basit bir kopyası değildir. Süsleme yoktur. Bir paylaşma da değildir. Sinmemiş tecrübedir. Sinmemiş tecrübeler yerini suskunluğa bırakır. Nirengi noktalarını yitirmiş, biçimsiz, gelenekleri silen, gerçeği kendi bildiği doğrultuda parçalayan bir suskunluk.
Atalarımız yiyecek arama peşindeydi, biz para peşindeyiz. Bir hikayeniz varsa onu anlatmayı öğrenin derim. Boncuklarınız dağılmasın. Sistem içinde yaşamak için gerekli olan budur. Sisteme karşıyım diyorsanız, naçizane tavsiyem yürümenin felsefesiyle ilgilenmenizdir. Spor amaçlı değil, bir adımın bir diğer adımınızı yarım ay şeklini andıran bir devinimle takip ettiği, her adımda bizi kuşatan ne varsa, her şeyin bir sonluluk içinde büyük ve kaotik varoluşumuzu dokuduğunu duyumsayarak.