Yazı, başlığını, Anatole Litvak’ın 1961 yapımı filminden alıyor. Oysa filmin özgün adı “Goodbye Again”, Fransa-ABD ortak yapımı, hatta yönetmeni bir Ukraynalı! Filmde Almanlık ya da Alman ideasıyla ilgili tek ilişki, neredeyse kanlı canlı bir aktör kadar belirgin bir motif olarak yer alan film müziği, Brahms’ın 3 Numaralı Senfoni Poco Allegretto’su.
Bir Alman Requiem’i
Alman müziğinin son romantik temsilcisi Brahms’ın, az sayıda eserle kataloglarda yer alması, son derece mükemmeliyetçi biri olduğundan içine sinmeyen eserlerinin kayıtlarını yok etmesi olduğu kadar, Beethoven gibi güçlü bir kompozitörün çağdaşı olmasından da kaynaklanıyor. Ensesinde bir dâhinin soluğuyla çalışmak, üretmek kolay olmasa gerek. İşte bu az sayıdaki eserden biri olan Ein Deutsches Requiem’ini (Bir Alman Requiem’i) İKSV Müzik Festivali kapsamında Zorlu PSM’de izleme şansı bulduk. Eserin ismini Human Requiem’le değiştirip 65 kişilik Berlin Radyo Korosu için düzenleyen Jochen Sandig’in koreografisiyle sahnelenen eser, festivalin “Varolmanın Karanlığı Var Olmanın Aydınlığı” temasıyla da yakından ilgili. Ölenlerin ardından edilen dualara “requiem” denildiğini düşündüğümüzde, Brahms’ın Alman ‘Requiem’i ölüler için bir ağıt olmaktan çok, yaşayanlara teseli sunmayı amaçlıyor. Ölümlülüğümüzle barışmamız, ölüm ve yas tutmayı anlamamız fakat aynı zamanda tüm bunların ötesine geçebilmemiz üzerine. Jochen Sandig’in, odağında ölümden çok insan olan bu eseri Human Requiem’e evriltmesi son derece anlaşılır. Zaten Brahms’ın kendisi de “Başlık olarak Alman yerine rahatlıkla İnsan demeyi seçebilirdim” der.
Sevgi kazanacak
Öznesi insan olan Requiem, Zorlu PSM’de tüm izleyicilere alışılmadık bir deneyim yaşatarak sahnelendi cumartesi akşamı (29.06.2019). Sandig, sahne ve dinleyici arasındaki geleneksel ayrımı yok etmekle kalmamış, canlı/cansız her şeyi harekete tabi kılmıştı. Konser salonuna ayakkabılarımızı çıkararak girdiğimizde, en başında emin olmuştuk sıra dışı bir konser deneyimi yaşayacağımıza. Sandig’in bir kısa takdimi ve Türkçe söylediği “Sevgi kazanacak” cümlesinden sonra benim hemen arkamda ve benim gibi yerde oturan bir tenorun sesi yükseldi ilk olarak. Salonun diğer yanından bir başka ses… Karşı taraftan da… Sonra bütün salon ayaklandı, 65 solist tüm dinleyicilerin arasında dolaşarak, onlara dokunarak, aralarında dolaşarak, gözlerinin içine bakarak, kimi kez sarılarak müzikle kuşattılar tüm salonu. Dinleyiciler, mekan ve ses arasında yeni, bilinmedik bir bağ oluştu. Sürekli hareket halindeydi tüm salon, piyano bile! O kadar ki, sonuna kadar dolu olan salonda, kısa süreliğine tavandan indirilen düzenekle neredeyse yirmi salıncak kuruldu ve ahenk içinde şarkılar söylenerek, hiçbiri birbirine çarpmayarak söylendi şarkılar. Salondaki herkes için etkisi günlerce sürecek bir atmosfer yaratılmış gibiydi. Hepimiz, müziğin, sesin içinde hareket ettik. Hayatımda daha uzun süre alkış alan bir konser takip etmemiştim ve daha fazla alkışladığım bir konser olmamıştı benim de.
Mine Şirin/İstanbul