Algı yoluyla düşman yaratmak;sorunları,aksaklıkları ve yolunda gitmeyen her şeyi o düşmana bağlamak bir tür modası geçmeyen bir yöntem.
Algı çalışmalarıyla düşman yaratmak idarecilere büyük imkanlar sağlar her zaman. Bu mealde kötüye giden hemen her şey düşmandan kaynaklıdır. Onunla baş etmenin tek yolu da iktidarla bütünleşmek ve onu hiçbir şekilde eleştirmemektir. Bunun dışında kalan çevreler şeytanlaştırılarak onlara karşı yapay korkular üretilir.
***
İtalyan yazar Umberto Eco’nun “Düşman Yaratmak” adlı kitabındaki bir yazısı, Amerika’da arabasına bindiği Pakistanlı bir taksiciyle olan muhabbetten doğan fikir fırtınası etrafında şekillenir. Taksicinin “Siz İtalyanların düşmanı kim?” sorusu üzerine bir anlık özgüvenle “Bizim düşmanımız yoktur” yanıtını veren yazar, biraz fikir fırtınasıyla kendi tezini bir süre sonra çürütüyor.
Ülkelerin “dış düşman”lardan çok “iç düşman”larla uğraştığı ve bir düşmanın olmaması durumunda bu düşmanın “inşa edildiği, yaratıldığı” sonucuna varan yazar, bu inşa sürecini Cicero’dan Sartre’a çeşitli metinler aracılığıyla örnekliyor. (Düşman Yaratmak-Umberto Eco – DoğanKitap 2017- Çevirmen.Leyla T.Basmacı)
Yazarın söylemek istediği aslında çok basit: Toplumlar olarak var olabilmeyi, düşman inşa etmeye bağlı kılıyoruz. Bizim gibi olmayanı, tehdit unsuru olarak görüyoruz. Tehdit unsuru olmayanları “potansiyel tehditkârlar” ilan ederek mimliyor, linç ediyoruz. Gördüğümüz şu; var olabilmemiz için gereken şey, zıttımız, ötekimiz. Çünkü biz, ancak ve ancak onun varlığıyla varız. Aynı zamanda o bizim düşmanımız. Siyaset erbabının bizde yarattığı algının sonucu bu.
***
Türkiye’de yıllarca paranoyalarla, önyargılarla beslendi toplum. Herkesin ona düşmanolduğu, onu yok etmeye çalıştığı ezberletildi.“Bölücüler, hainler,teröristler vb.. sözler kullanmadan siyasi bir argüman oluşturmak ya da bir haber yapmak bu ülkede neredeyse mümkün olmadı. Dürüst ve vicdanlı bir dil kullanmak yerine ötekileştirici ve nefret içeren bir dille, konuşmak daha kolay geldi siyasilere. Nice şoven, milliyetçi, ırkçı, cinsiyetçi ve benzeri ne çok nefreti makamlı söylemlerin veri tabanına rastlarız o nefret kültüründe. Önce evde, okulda başlayan ve giderek hayatın her alanına zerkedilmiş bir zehirdir bu. Zehir sistem patentli, zerkeden ise devlet ve bilcümle avanesi. Son dönemlerde her alanda iyice arttırıldı bu zehirin dozajı.
Şunu hatırlamakta ve bilmekte fayda var: Siyasal alanındaki algı yönetimi, halkın düşünce olarak olgunlaşmamış ve henüz bir davranış kalıbına girmemiş ön kabullerini yönetmeyi, nüfuz etmeyi, değiştirmeyi ve biçimlendirmeyi esas alan bir yönetim tarzıdır. Toplum psikolojisini yönlendirme ve yönetme sanatı da denebilir. Bir başka deyişle psikolojik savaşın bir biçimidir. İşte Türkiye’de demokrasiye, toplumsal ve bireysel özgürlüklere karşı yıllardır devam ettirilen psikolojik savaş, bu mühendisliğin vazgeçilmez bir parçası olmuştur.
Toplumun, sade vatandaşın görüşlerini, olaylara nasıl baktığını, beklenti ve değerlendirmelerini sendrom ve fobilerini de ne yazık ki tüm bu mühendislikler oluşturmuştur.
***
Türkiye’de yıllardır yalan yanlış bilgilerle sistem ve devlet, medyayı da yedeğine alarak birçok alanda yalan-yanlış toplum algıları oluşturuldu. Sorgulamadan kabul gören argümanlar yarattılar.
Oysa sorgulamak gerekiyor. Sorgulamak; düşünme yeteneği olan beyinlere has bir özelliktir. Eski veri tabanlarıyla yenilenmek mümkün değildir. Bazen eskileri atmak, beynimize format atmak, akıl ve mantıkta bir dönüşüm, bir an bu algılarla da bilgi sahibi olmadan fikir sahibi sıçrama yapmak gerekir. Yoksa zihinsel gevişin ötesine geçemeyiz.