Tarihsel olarak, pratik felsefede özgürlük nosyonunun, özellikle Kant’tan bu yana modern felsefede sahip olduğu merkezi konumunu her zaman korumuştur. Bu tarihsel düşünme biçimi her ne kadar etik bağlamı itibariyle Aristoteles’e yabancı olmasa da, Aristoteles, zorlamanın gönüllülüğü ile aynı zamanda uygulamanın ufku olarak özgürlüğün gereği olmadan, hiçbir anlam ifade etmeyen doğru ve yanlış bir hedef seçim arasında ayrımı yapabilecek kadar konuya hakimdir. Dolayısıyla antik Yunan düşünce tarihinde özgürlüğü kabul ettiği yer hem düşünsel anlamda hem de sosyal kurguların inşasında büyük bir iştir.
Özellikle felsefi ve edebi düşünce akımlarının kavramsallaştırdığı özgürlük söylemini başta İona ve Atina kent konseyleri olmak üzere birer özgür yurttaşlık mücadele alanına dönüşmüştür. Her ne kadar Aristoteles’in düşüncen sistematiğinde eylemin motivasyonu bir özgürlük bilincinden gelmese de; buna iyilik bilincinin aracılık ettiğini söylemek mümkündür. Buna göre özgürlük istenci doğrudan ve birebir erdem bilinciyle alakalı bir durum olarak ortaya çıkar, şekillenir ve ilerler. Dolayısıyla Aristoteles’in düşünsel soy kütüğünden yola çıkarak bu noktaya gelmiştir özgürlük arayışının hem düşünsel hali hem de eylemsel bağlamı.
Genel bir felsefe kavramı olarak özgürlük kuşkusuz felsefenin en temel terimlerinden biridir. Örneğin, Alman idealizminin büyük düşünürlerinden biri olan Fichte, felsefeyi bir bütün olarak özgürlük kavramına yerleştirmiştir ve bu anlamda, felsefeden anladığı şeyin, hiçbir şey olmadığını tespit etmiştir. Bir “özgürlük kavramının analizi” ancak öğrencisi Fichte’nin kendisini anladığı, Kant bile, tekil ifadelerin ifade özgürlüğünden yoksun olmadığını belirtir. Kant’a göre özgürlük arzusu, her insanda var olan tek temel nesnel haktır. Buna göre insanın özgürlüğe erişme çabası ancak evrensel ahlak yasasıyla mümkündür. Fakat böyle bir yasa doğa yasası gibi olanı değil, olması gerekeni içeren bir yapıda olmasıyla mümkündür. Yani kategorik buyruk ve tahakküm ilişkisinden azade, eşitlik temelinde inşa edilmiş bir değerler merkeziyle mümkündür.
Bu yasa bizim içimizde var olan iradeyle gerçekleşir. Bu içsel irade vurgusu aynı zamanda varoluşsal bir otonomidir. Otonomi “yasası kendi içinde olmak”tır ki bununla birlikte özgürlük ortaya çıkar. Yani insan kendi ahlak yasasını kendi belirleyen etkin bir varlık haline gelebilen bir öznedir. Bu, ahlaki eylemin temel şartıdır, özgürlük için. “Bu ahlak yasasına uymak zorunluluk değil, bir görevdir” der Kant üstün buyrukla. Dolayısıyla Kant’a göre özgürlük, yalnızca basit bir fikir değil, aynı zamanda “nesnel gerçekliğini” kanıtlayan tek ve mükemmel bir fikri ışıktır. Bu ışığa yolculuk Kierkegaard’dan Heiddegger’e, Jaspers’den ve Sartre’ye kadar sürmüştür. Bütün bunlara göre göre insan kendi varoluşunu kendisi yaratan yüce bir ethosa sahiptir.
Buna göre insan kendi yaşamını bizatihi kurması özgürlük açısından hayati öneme sahiptir. Hiç şüphesiz varoluşçuluk düşünsel akımının en tartışmalı ve dahiyane olanı Heidegger’in özgürlük mefhumu içinde önemli bir figürdür. Örneğin 1930 son baharında “Varlıktan Özgürlük Felsefesine” başlıklı konferansında Kant’ın ahlak yasasını da gıdıklayan etik mefhumuna vurgu yapmış ve katılımcıları özgürlükle ilgili sorular sormaya teşvik etmiştir. Ona göre ahlak yasası bir çerçevedir ve onu zorlayan hiçbir soruya olanak tanımaz. İnsan özgürlüğü Heidegger’e göre ahlaktan ziyade etik bir meseledir ve ancak soru sormakla mümkündür. Çünkü özgürlükle ilgili sorular sormak, özel bir soruya cevap vermek anlamına gelmez, fakat genellikle felsefi soruların karakteristiği olduğu gibi “bütünüyle sorular sormak” anlamına gelmektedir. Bu aynı zamanda bizi Fichte’ye ve onun felsefe yapmanın tamamıyla bir “özgürlük kavramı analizini” olduğu tespitine yakınlaştırır.
Dolayısıyla insan varoluşsal olarak bir tasarım ve yaratım mucididir, felsefe onun bu gücünü ortaya çıkaran tek yoldur ve bu yol onu özgürlüğe götüren tek seçenektir.
Bu anlamda Platonculukta bile “özgür” kelimesi özel bir baskınlığa sahiptir ve anlamı özgürlük, bağımsız yaşamdan başka bir şey değildir. Buradaki bağımsız yaşam olgusu insanın bir tasarımı değil, tasarımcı olduğu hakikatine gönderme yapmaktadır. Dolayısıyla özgürlük yaratabilen insanın inşa edebileceği bütünlüklü bir değerler merkezidir. Çünkü insan bütün tarih boyunca varoluşsal bir hikayeye sahiptir. İnsan salt sahip olduğu değerlerin yaratıcısı değildir, o yüce amaç uğruna özgür iradesiyle varmak istediği yolu seçer. O halde insanın varlığı özünden önce gelir. İnsan ahlaki olarak iyi ve kötünün ölçütünü topluma göre değil kendi öz iradesi ile belirleyen bir varlıktır. İnsanın özgür olma hali, kendi yaratım kabiliyetini serbestçe ortaya çıkarma ve kendi çevresiyle eşit olma halidir. Buna erişebilmenin tek mecrası mücadeledir.