Yirmi altı koca yıl geçti üzerinden. Otuz üçü aydın ve sanatçı ikisi emekçi otuz beş canımız yüreğimize derin acılar salarak sonsuzluğa göçtüler. Onları elbette ölünceye kadar unutmayacağız, acıları hep taze kalacak. Ama asıl büyük acı, bu topraklarda bu acılara yol açan olayların hiç eksilmemesidir.
Türkiyenin her tarafından Pir Sultan Abdal’ı anmak için Sivas valisinin de daveti üzerine gelen aydın, sanatçı ve her sınıftan halk daha şehre gelmeden bir hazırlık yapmaya başladı katiller sürüsü. Daha önce Maraş’ta ve diğer Alevi kentlerinde yaptıkları gibi. Aralarında Aziz NEsin, Nesimi Çimen, Asım Bezirci, Muhlis Akarsu gibi şahsen çok yakından tanıdığım birçok kişinin dışındakilerin de önemli bölümünü medyadan tanıyordum.
Şenlik programı 1 Temmuz’da başladı ve Aziz Nesin açılış konuşmasını yaptı. Bu konuşmadan rahatsız olan bir grup provokatör, aynen Maraş’ta Alevilerin camiye bomba attıkları yalanı gibi bir sürü yalanla insanları tahrik ettiler ve 2 Temmuz günü cuma namazından sonra yürüyüşe geçtiler. En göze batan sloganları da “Sivas laiklere mezar olacak”tı. Aziz Nesin ve diğer aydın ve sanatçıları hedef alıyorladı. Şehre yeni dikilmiş Pir Sultan Abdal heykeline saldırıp yıktılar, gelen konukların kaldığı Madımak Oteli’nin etrafını çevirdiler ve giderek kalabalıklaştılar. “Allahuekber” nidaları ve sloganlar eşliğinde önce oteli taşlayıp gelenlerin araçlarını tahrip ettiler, daha sonra otelin perdelerini tutuşturarak içerdekilerle birlikte hepsini yakarak linç etmeye çalıştılar.
On beş bin kişiyi geçtiği söylenen kalabalığa hitaben biri, “gazanız mübarek olsun” diyerek kitleleri galeyana getirdi. Önceleri bu kişinin dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu olduğu iddia edildi, daha sonra başkası olduğu söylendi.
Kolluk güçleri gecikmiş, gelebilenler de bir şey yapmıyor. Özalı’n ölümünden sonra Cumhurbaşkanı olan Demirel, “halkı polisle karşı karşıya getirmem” diyordu. O günlerde yeni hükümet kuran DYP Genel Başkanı Başbakan Tansu Çiller ve Başbakan yardımcısı ve CHP Genel Başkanı Erdal İnönü de hiçbir şey yapmadılar.
Yangının otelin her yanını sarması üzerine içerde kalanların kurtulma çabaları, dışarıdaki gözü dönmüş kalabalığın engellemeleriyle karşılaşıyor. İtfaiye merdiveniyle pencereden çıkarılan Aziz Nesin’e bir itfaiye erinin attığı yumruklar, TV kanallarında herkes tarafından seyredildi. Daha sonra olay mağdurlarının gazetelerdeki beyanatlarından, otelin arka kapısından çıkmak isterlerken Büyük Birlik Partisi’nin bazı mensuplarının engellemek istediği, parti binasındaki diğer partililerin yol verdirdikleri anlaşılıyordu.
Sonuçta 33 aydın ve sanatçıyla birlikte iki otel emekçisi yanarak veya dumandan boğularak hayatlarını kaybettiler. İçeri girip yangını başlatan iki gösterici de yanmıştı.
Alevi kurumlarınca müze haline getirilmesi istenen otel, daha önce bir kebapçı dükkanı olmuş, ağır tepkiler üzerine bir kültür merkezi haline getirilmiştir. Kundakçı iki kişinin adı, 35 şehidimizin yanına yazılarak onlar da mağdur gösterilmiştir.
Gerek Osmanlı’da gerekse Cumhuriyet Türkiye’sinde bu tip olaylar hiç eksilmemektedir. Dini, bir hulk (iyi huy) ve sırat-ı mustakim (hakka giden doğru yol) olarak değil de menfaat ve iktidar aracı olarak gören zihniyet, egemenliğinin teminatı saymaktadır.
İnsan yakmak gibi son derece korkunç, barbarca ve lanetlerin en yücesine müstahak bir eyleme, kendinden olmayana karşı başvurma, bu toplumun bir kesiminde olağan karşılanıyor. Hele karşısındakiler Rahip Brunson’ın Trump, Deniz Yücel’in Merkel gibi kuvvetli dayısı ya da yengesi olmayan Aleviyse…
Kürt kentlerinde bodrumlarda, mağaralarda yakılanlar da bu zihniyetin eseridir.
Türkiye’de en üst kademelerden ve halkın bir kesiminden destek alan, maçlarda alkışlanan IŞİD gibi, daha dün Ankara’nın Çubuk ilçesinde ana muhalefet liderini yakmaya kalkanlar da bu toplumun bir parçasıdır. Kılıçdaroğlu’nu öldürmeye teşebbüs edeni ve mahsur kaldığı bina ile birlikte yakmak isteyenleri serbest bırakanların davranışı, bu tip olayların teşvikinden başka bir şey değildir.
Sivas olaylarının davasında da hukuk, her zaman olduğu gibi rafa kaldırıldı, daha doğrusu çiğnendi. Davada sonuç olarak idam veya ağırlaştırılmış cezalar verilmiş olmasına rağmen kesinleşmeden zaman aşımına uğratıldı ve hiç kimse cezaevinde kalmadı.
Dava avukatlarından biri bu günkü iktidar mensuplarının da o dönem içinde olduğu Refah Partisi’nin Adalet Bakanı Şevket Kazan’dı. Avukatların birçoğu milletvekili oldu. Zamanaşımı kararından sonra sayın Erdoğan, “hayırlı olsun, onlar da mağdur oldu” diyerek on beş yaşındaki, on altı yaşındaki kızların mağduriyetini dile getirdi. Ama cezaevlerinde halen yedi yüz civarında bebek var anneleriyle kalan.