KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik, toplu sözleşme görüşmeleri öncesi, ‘Bizim açımızdan en önemli şey, iş güvencesinin ortadan kaldırılmasıdır’ dedi. Bozgeyik, buna dair bir çok yasal düzenlemeye Memur-Sen’in onay vermesinin de yol açtığı tehlikeye dikkat çekti.
Hüseyin Deniz
Kamuda toplu sözleşme görüşmeleri devam ediyor. İşçiler adına yetkili konfederasyon olan Türkİş taleplerini hükümete iletti. Şimdi gözler hükümette. Ardında Ağustos’ta kamu çalışanlarının toplu sözleşme dönemi başlıyor. İkisi de birbiriyle yakın ilişkili. Aynı işyerlerinde çalıştıkları için birinin aldığı artış ve haklar diğerini de etkileyecek. Ücret artışı kadar sendikal hak ve özgürlükler meselesi de önemli. Daha da önemlisi iş güvencesi. ILO’nun da bu yılki konferans başlığı “Güvenceli İş” idi. Şimdiye kadar 100 bini aşkın kişi kamudan atılmış bulunuyor. Yine dışarıda devasa bir işsizlik var. Hem işçi olarak hem de KPSS sınavını kazanmış olup atamayı bekleyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Çalışma hayatı birçok yasal ve fiili engelle çevrili. Türkiye sendikal hak ve özgürlükler sıralamasında oldukça kötü bir yerde. Bütün bunları mayıs ayında ILO toplantısına katılan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik ile konuştuk.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu toplu sözleşme dönemi yakında başlıyor. KESK’in toplu sözleşmeye yaklaşımı nedir?
Öncelikle Türkiye’deki kamu çalışanları açısından toplu sözleşme düzeneğinin demokratik olmadığı açıkça ortada. Bu hem kamu çalışanlarının grev yapamaz duruma getirilmiş olması hem toplu sözleşmelerin hakem kurulu aracılığıyla sonlandırılması hem de toplu sözleşmeye yargı yoluyla itiraz etme hakkının olmayışı itibariyle böyle.
Neden?
Çünkü, sonuçta üye sayısı en çok olan Memur-Sen, Kamu-Sen ve KESK yani üç konfederasyon toplu sözleşme süreçlerine dahil ediliyor. Ancak, imza yetkisinin sadece Memur-Sen’de olması, hem Kamu-Sen hem biz KESK açısından üyelerimize dair sorunları gündemleştirilmesi, onların kazanıma dönüştürülmesi ve sonrasında bağlanamayan, uzlaşılamayan noktaların da bir yargı yoluyla düzeltilmesi önündeki engeller devam ediyor. ILO da toplu sözleşmenin demokratik olmadığını açık ifade ediyor ve Türkiye’yi uyarıyor. Bir diğer antidemokratik şey, var olan sendika yasası mevzuatı, sadece ekonomik haklar, ücret artışları, görüşülür ibaresi altında, daraltılmış bir toplu sözleşmeyi içeriyor.
Ekonomik olmayan talepler?
Örneğin, kreş talebimizle ilgili geçen toplu sözleşmede koşullar uygun olursa açılabilir denildi. Ancak iki yıla yakın geçen süreçte bırakın kamu kurumlarında yeni kreş açmayı, var olan kreşlerin kapatılmasıyla karşı karşıya kaldık. Aslında bu, iş güvencesi açısından hükümetin yapması gereken bir görev, sorumluluk olarak 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nda tanımlanmış ancak, buna rağmen somut adımlar atılmıyor. Çünkü geçirilemediğinden kaynaklı hükümette bir yasal hükümlülük yüklemede birçok eksiklik var. Doğal olarak onlar hayata geçirilmese de sendikaların bunu yargıya taşıması, hükümete dava açma gibi birçok şeye yargı yolu kapatıldığı için çok da bağlayıcı, hükmi bir durum kalmıyor.
Peki, hükümetle toplu sözleşme masasında talepleri sadece MemurSen mi dile getiriyor? Nasıl oluyor?
Yok. Herkes taleplerini çalışma bakanlığına iletiyor. Ancak biz KESK olarak ortak tutum geliştirme noktasına her dönem çağrımız oluyor. Ancak sahada, sokakta fiili meşru mücadele yürütme konusunda diğer konfederasyonların tutumundan kaynaklı, şimdiye kadar ortak bir mücadele geliştirme olanağımız olmadı.
Bu sözleşmede talebiniz nedir?
Bu önümüzdeki haftadan itibaren de Memur-Sen dışındaki kamuda örgütlü olan konfederasyonlar bir toplantı yapıp, talepleri, mücadeleyi ortaklaştırma ve birlikte hareket etme yani Memur-Sen dışındaki konfederasyonlarla ortaklaşmanın yol ve yöntemlerini geliştirmeye çalışıyoruz.
Neden Memur-Sen yok
Çünkü birlikte hareket etme olanağımız yok. Memur-Sen bırakın birlikte mücadeleyi, masada sadece kendisinin olması yönünde uzun süreden beri talebi var. Uluslararası sendikal örgütler de bu noktada bizimle aynı eleştirileri yapmaktadırlar. Sonuçta Memur-Sen’in 2017’de de yapmış olduğu toplu sözleşmede hükümetle bir danışıklı dövüş içinde olduğu açıkça ortada. Son iki yıllık pratik de bunu gösteriyor.
Son toplu sözleşmeyi dikkate alırsak, Memur-Sen ile Çalışma Bakanlığı arasında imzalanmış maddelerin ne kadarı yerine getirildi?
Hem KESK’in hem de Kamu-Sen’in o masada ifade etmiş olduğu ücret artışlarının karşılanmadığını açıkça ifade edeyim. Ücretlerin iyileştirilmesi için 6 ayda bir enflasyon oranında artış yapılması kararının yerine getirilmediği görülüyor. Yine kamu kurumları ve belediyelerde kreş açılabilir kararına rağmen bu iki yıllık süreç içerisinde bir gelişme olmadığı gibi, belediyelerin kreş açma yetkileri de ortadan kaldırıldı. Sadece çocuk bakım evleri şeklinde yeni bir düzenlemeyle, belediyelerin kreş açmadaki yasal yükümlülükleri de zorlaştırıldı. Milli Eğitim Bakanlığı’nda, Ulaştırma Bakanlığı’nda, birçok bakanlıkta var olan kreşin kapatıldığı, bir süreç olarak ifade edebiliriz.
Yani kreş açılması yönünde bir protokol imzalandı öyle mi?
Evet, örneğin, biz KESK olarak 50 çalışan bulunan yere bir kreş açılması talebinde bulunduk. Ancak bu iki yıllık süreç içindeki toplu sözleşme tutanağında bu talep yer almasına rağmen herhangi bir şey açılmadı. Sözleşmeli çalışmanın kaldırılması kadrolu çalışmanın esas alınması gibi maddeler hayata geçirilmedi. Öğretmenler açısından ek ders ücretleri, sağlıkçılar açısından döner sermaye katılımı, işyerlerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınması da var
TİS’te uygulanmayan neler var?
Zaten ekonomik talepler dışındaki demokratik, özlük hakları vb. şeyler toplu sözleşmeye konu alınmıyor. Sadece yüzdelik artışlar dışında.
KESK açısından bakıldığında son toplu sözleşmede en sıkıntılı durum nerede yaşanıyor?
Bizim açımızdan en önemli şey, iş güvencesinin ortadan kaldırılmasına ilişkin birçok yasal düzenlemeye Memur-Sen’in onay vermesidir. Asıl kamu emekçilerini tedirgin eden bu noktadır. Örneğin bu üç yıllık OHAL sürecinde 130 bine yakın kamu emekçisinin iş güvencesi hukuksuz bir şekilde ortadan kaldırıldı, işten çıkarıldı. “Medeni ölüm” olarak ifade ettiğimiz bir sürece aslında Memur-Sen’in onay verdiğini ifade edebilirim. Son olarak TRT sanatçılarının Tarım Bakanlığı, Orman Bakanlığı gibi kadro karşılığı olmayan yerlere geçici görevlendirmelerine, KESK dışındaki diğer iki konfederasyon itiraz etmedi. Yine işte güvenlik soruşturmalarıdır, mülakat uygulamalarıdır, arşiv kaydı araştırmalarıdır gibi hükümetin çıkardığı birçok düzenlemeye de özellikle de Memur-Sen’in onay verdiğini belirtebilirim.
İşveren tek işçiler parçalı
200 bin işçiyi ilgilendiren bir toplu sözleşme görüşmeleri var. Sizi de yakından ilgilendiriyor. İşçiler adına görüşmelerini sürdüren Türk-İş ile ortaklaşma durumu nedir?
Daha önce Türk-İş ile kamu emekçilerini ve işçileri ilgilendiren temel talepler konusunda kimi görüşmelerimiz oluyor. Kamu sözleşmeleri yeni açıklandığı için bizim katkımız ne olabilir, talepleri nasıl ortaklaştırabiliriz, bunun üzerine bir temasımız olmadı. Ancak işçilerle memurların aynı işyerinde örgütlendikleri bir süreci de biz birlikte yaşıyoruz. Örneğin okullarda hem işçi sendikası hem kamu emekçisi var. Yine hastanelerde benzer bir durum var. O açıdan hem taleplerin ortaklaştırılması, hem de ekonomik anlamda, hükümet nezdinde talep edeceğimiz ücretlerin de insanca yaşanacak bir düzeye çıkartılması talebin ortaklaştırılmasıyla ilgili, biz de KESK olarak Türk-İş ile bir görüşme zemini yakalamaya çalışacağız.
Biraz önce TRT’deki atamalardan bahsettiniz. Başka var mı?
Aslında bir yönetmenlik çıkarıldı. Geçici görevlendirmeyle ilgili. TRT’de bunun ilk adımları atıldı. Belirtmiş olduğunuz bütün kamu kurum ve kuruluşlar da bu önümüzdeki dönemde, hızlı bir şekilde uygulanmaya başlayacaklar. Örneğin, belediyelerde çalışan memur, yeni yeni açılan AKP’li belediyelerde muhalif olmayanların uzak illerdeki belediyelerde, kamuda yeni yeni yazışmaların yapıldığına dair bizim de bilgilerimiz var.
Bunu yapmadaki amaç ne?
Hem kendi kadrolarını bu yolla ödüllendirme, hem de muhalif personeli yıldırma, sendikal örgütlülüğü zayıflatma amaçlanmaktadır.
KHK ile atılmalara gelince, kaç üyeniz KHK ile atıldı, durum nedir?
Bizim 4 bin 550 üyemiz atılmıştı. Bunların bin 700’ü Tüm Bel-Sen, bin 600’ü eğitim iş kolundaydı. Şu ana kadar 500 dosya incelendi. 220’ye yakın üyemiz iade edildi. 300’e yakın ret kararı verildi. Ancak 4 bine yakın üyemiz ile ilgili OHAL komisyonunda herhangi bir karar çıkmadı. Süreci yakından takip ediyoruz. Bizim dışımızda kamudan atılanların sayısı ise 126 bin 600… Ancak özel okullarda çalışan ve formasyonu iptal edilenlerle birlikte sayı 150 bine yakın. Bunların neredeyse 15-20 bine yakını Memur-Sen 10 bine yakını Kamu-Sen üyesi. Bir de işçi sendikalarına üye olanlar var. 5 bine yakın DİSK üyesi gibi.
Belki direkt sizi ilgilendirmiyor ama dışarıda atanmayı bekleyen ciddi bir kitle var. Atanamadığı için intihar edenler oldu. Bu konuda KESK ne düşünüyor?
300 bine yakın atanmayı bekleyen eğitim fakültesi mezunu var. Ancak her yıl bunlardan ancak 20 bini işte KPSS sınavıyla ve hükümetin belirlemiş olduğu güvenlik soruşturması ve mülakat gibi aşamalardan geçtikten sonra atamalar yapılıyor. Doğal olarak KPSS’de 95 gibi yüksek puan alan öğretmen adaylarının hem mülakat hem de güvenlik soruşturması aşamasında atanmadığını hep birlikte gördük. Geçmiş aylarda basına da yansıdı.
KPSS’yi kazanıp da ataması yine belirlediğiniz nedenlerle yapılmayanların sayısı kaç?
Sağlık alanında 900’e yakın. Hem TTB hem de SES’in tespit etmiş olduğu rakam.
Yani 900’e yakın kişi KPSS’yi kazanmış?
Evet, kazanmış; ataması yapılmış. Örneğin uzman hekim olmuş ama güvenlik soruşturmasından dolayı göreve başlatılmamış. Edirne’ye röntgen teknisyeni olarak atanmış güvenlik soruşturması, arşiv kaydı nedeniyle göreve başlatılmamıştır. Aynı durum eğitim işkolunda da var. KPSS’den 95 puan alıp mülakattan, 45-50 puan verilerek elendiği bir süreç var. Zaten atansa da kadrolu olarak atanmıyor, sözleşmeli, iş güvencesinden yoksun olarak ataması yapılıyor.
Aslında KESK olarak başından beri sendikal mücadeleyi, sadece kamu çalışanlarıyla yürütülecek bir mücadele olarak görmüyoruz. Çünkü eğitim alanında sağlık alanında söz ettiğimizde, eğitim alanında, toplumsal olarak etkilenen bir kesim var. Yine sağlıkta uygulanan politikalar doğal olarak halkı doğrudan etkiliyor. Bu açıdan da hizmetli alan, kamusal hizmeti alan toplumsal kesimlerle birlikte, ortak bir mücadele yürütmemiz gerekiyor. Önümüzdeki dönemde, hem bizim hem sendikal hareketin, biraz bu alanlarda yoğunlaşmaya ihtiyaç var. Örneğin biz demokratik, bilimsel anadilde eğitim talebinde bulunurken, bu sadece eğitim emekçilerinin talebi olarak ifade edilmesi kamuoyu bakımından eksik kalıyor. Oysa bir toplumsal talep olarak bunu birlikte hayata geçirdiğimizde, var olan bu sorunlarımızı daha kolay ve daha hızlı bir şekilde çözüleceğini Türkiye’nin daha hızlı demokratikleşme süreceğine evrileceğini düşünüyoruz.
O nedenle de bu ataması yapılmayan, yapılamayan mülakat, güvenlik soruşturması gibi durumlarda elenen arkadaşlarımız KESK içerisinde hangi iş koluna giriyorsa o işkolunda bir dayanışma içerisinde olduğunu söyleyebilirim.
Peki, bu durum toplu sözleşme görüşmelerinde gündeme geldi mi?
Evet. Hem bu OHAL sürecinde işten çıkartılanlar, güvenlik soruşturması, mülakatın kaldırılması, arşiv kaydının son bulması bizim talebimiz idi. Ancak Memur-Sen’in bu yönlü bir talebi olmadı.
Bir de 31 Mart yerel seçimlerinden sonra Hak-İş ve Memur-Sen cephesinden üyelerinin istifaya zorlandığı yönünde açıklamalar oldu. Cumhurbaşkanı da, dik durmalarını, korkmamalarını söyledi. Size yönelik baskılar karşısında nasıl bir tutum izleniyor?
Mayıs ayı başında ILO Genel Direktörü Guy Ryder, Türkiye’ye gelmişti. Çalışma Bakanlığı’ndaki toplantıya biz de katıldık. Orada bu konu Hak-İş tarafından gündeme getirildi. Özellikle Hak-İş ve Memur-Sen, üyeleri üzerinde sendikal değiştirme, yönünde belediye başkanlarının, partililerin baskısı olduğunu ifade ettiler. Biz de orada bunun çok manidar olduğunu söyledik. 3 yıllık OHAL süreci içinde atılan 130 bin kişi kamu emekçisi ve hepsi de 657’ye tabi devlet memurlarıydı. Hangi faaliyetlerinin devlet memurluğundan çıkarılma gerekçesi yapılacağı açıkça ifade edilmiştir.
Örneğin, Ben KESK eşbaşkanıyım. Öğretmendim, işten atıldığımda 657’ye tabi devlet memuruydum. Ancak herhangi bir soruşturmaya, kovuşturmaya hiç ihtiyaç duyulmadan, savunmam bile alınmadan, 130 bin kamu emekçisi gibi işten çıkartıldım.
31 Mart seçim sonrası sendikal örgütlenme açısından bir değişim bekliyor musunuz?
Başından beri işyerlerinde şöyle bir eğilim var: Biz üye olmak istiyoruz ancak korkuyoruz. Hala o psikolojik eşik aşılmadı. Ancak bu 31 Mart’tan sonra yeni bir sürece doğru evrildiğimizi söyleyebilirim.
ILO Türkiye’den savunma istedi
Peki, tüm bunları içeren genel tablo açısından bakıldığında Türkiye’de durum, sendikal hak ve özgürlükler açısından hiç de iyi değil. Bu tablo, mayısta gerçekleştirilen ILO konferansına nasıl yansıdı?
Geçen ILO konferansında (107.) sendikal hak ve özgürlükler açısından Türkiye en kötü 5 ülke arasına dahil edilmiş ve aplikasyon sürecine alınmıştı. ILO, bizim ve DİSK’in yazdığı raporlar sonrası Türkiye’yi uyarmıştı. Yine geçtiğimiz şubat ayında hem mevcut toplu sözleşme düzeneği, hem Memur-Sen’in tek başına yetkili olmasını hem de toplu sözleşmede grev yasaklarının olması nedeniyle ihtar vermişti. Ancak son bir yılda örgütlenme özgürlüğü ve sendikal hak ihlalleri, işten çıkarmalar, KHK’ler, ‘Barış için Akademisyenler’in durumu, seyahat özgürlüğünün ortadan kaldırılması gibi nedenlerle Cenevre’deki 108. ILO Konferansı’nda da, Türkiye yeniden en kötü 10 ülke arasında alındı. Kasım ayına kadar, birçok konuda Ankara’dan savunma istendi.
ILO’nun Ankara’dan yerine getirmesini istedikleri neler?
Örneğin sendikal örgütlülüğün hangi sendikaya üye olduğuna bakılmaksızın güvenceye alınması, işçi ve memur örgütlerinin üyelerine olağan yargı prosedürü, yargı süreçlerinden faydalanabilmelerinin güvence altına alınması var. Ki biz bu KHK sürecinde yargıya gidemedik…