Cizre’nin çocuğuydu o. Aradan kaç yıl geçerse geçsin, kaç kilit kaç parmaklık ardına konulursa konulsun, toprağından hiç kopmadı. Her seferinde geriye döndü ve son dönüşünde yüzbinler tarafından uğurlandı
“Sizler çok iyi biliyorsunuz, Siyabend Sipan Dağı’nın eteklerinde, Xecê için bir dağ keçisi avlar. Keçi uçurumdan aşağı yuvarlanır. Siyabend, keçiyi kurtarmak üzere uçuruma iner ve uçurumun diplerine düşer. Xecê, yamandır. Xecê kararlıdır. Ve Xecê, Siyabend’i mutlaka kurtarmak zorundadır. Xecê ne yapar bilir misiniz? Yedi gün yedi gece, Van’dan Edremit’e, Edremit’ten Tatvan’a, Tatvan’dan Bitlis’e bütün iplikleri toplar. Hepsini birbirine bağlar ve uçuruma sallandırıp Siyabend’i kurtarır. Şimdi, barışı, kardeşliği, sevgiyi ve dostluğu uçurumdan atmak isteyenler var. Şimdi siz, Xecê’nin kararlılığında barışı uçurumdan çıkaracaksınız.”
Sanki biraz aşırı iyimser bir Siyabend û Xecê hikâyesi bu… Asıl hikâyenin daha karamsar olduğunu biliyorum ama o böyle anlatıyor: Orhan Doğan… Büyük olasılıkla 2004’te, cezaevinden çıktıktan sonra Van konuşmasında söylüyor bunları.
Ne işin var burada?
İyimser bir hikâye ama iyimserlik de ona uygun zaten. Orhan Doğan, bütün yaşamıyla başlı başına bir iyimserlik simgesi olarak duruyor tarihte.
Ne kadar uzun ve karışık bir hikâye onunkisi… 25 Temmuz 1955’te Mardin’de doğdu. Sonrası hep gezginlik… Babasının memuriyeti nedeniyle dolaşmadığı kent kalmadı neredeyse. En son liseye Nazilli’de başladı, oradan Samsun Bafra’ya göçmek zorunda kalınca okulu orada tamamladı.
Nazilli özel bir anıydı onun için ama. Yıllar sonra, bir röportajında Nazım Alpman’a anlattı orada yaşadıklarını. Daha ilk gün, okulda Mardinli olduğunu söyledikten sonra arkadaşları, “Kürt müsün” diye sormuş ve “Ne işin var burada” demişlerdi. Daha kötüsü ise, bir sonraki yaşadığıydı: “Birinin ceketimi kaldırmakta olduğunu fark ettim. Önce anlam veremedim. Ne yaptıklarını sordum. Dediler ki, ‘Kürdün kuyruğu varmış, sende var mı, ona bakacağız.”
Ankara ve Cizre
“Kürtler avukatlığı seviyor” denir hep de, aslında Kürtler biraz avukatlığa mecbur gibidir. O da 1974’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisiydi.
Öğrenciyken evlendi, 1981’de stajını yaptıktan sonra, 12 Eylül karanlığını en ağır yaşayan Cizre’ye dönme kararını verdi. Siyasal davalara girmeye başladı. ‘Sakıncalı’ bir askerlikten sonra 1983’te yeniden Cizre’ye döndüğünde, artık Yeşilyurt köylülerine dışkı yedirilmesi olayı gibi bölgedeki birçok davaya giriyor, tehditler alıyor, evi arabası bombalanıyordu. Bu arada, önce Cizre İHD temsilciliğini üstlenecek, sonra da Şırnak İHD Başkanı olacaktı. SHP listesinden başlayıp HEP’le devam eden Meclis serüveni de o zamanlar başladı. O süreçte, bütün barışçı girişimlerin içinde yer aldı. Ama yetmedi. HEP’in yerine kurdukları DEP de kapatıldı ve 2 Mart 1994 gününe gelindi. Meclis kapısındaki o ünlü fotoğraf, belleklere kazındı. Leyla Zana, Hatip Dicle ve Selim Sadak’la birlikte tutuklandı ve 10 yıldan fazla kaldı cezaevinde. 2004’te serbest kaldı nihayet ve kaldığı yerden sürdürdü mücadelesini. DTP’nin ve ‘Barış Meclisi’nin kurulmasında rol oynadı.
Cizre bağrına bastı
Ama yılların yorgunluğu yakasını bırakmadı. En son 2007’de Doğubayazıt’taki kültür-sanat festivalinin kapanışında konuşmasını tamamladıktan sonra, yere yığıldı. Bir daha ayağa kalkamadı. Bundan 11 yıl önce, 29 Haziran 2007’de yaşamını yitirdi. Sevdiği memleketi Cizre’de toprağa verilirken, yüzbinlerce insanın katıldığı cenazesi, tek kelimeyle muhteşemdi.
Cizre’nin ortasındaki anıtı hiç hazmedilemedi sonraki yıllarda. Önce 2009’da sorun haline getirildi, geçen yıl ise,anıt tümüyle yıkıldı.
Anıt yıkıldı belki ama geriye yine de onun barışçı kişiliği ve tam da o kişiliğe uyan naif Siyabend u Xecê hikâyesi kaldı. Sevgilisinin ardından kuyuya atlamak yerine iplikleri birbirine ekleyip onu kurtaran Xecê! Onun için Siyabend başka bir şeyi anlatıyordu, Xecê başka biriydi ve dört bucaktan toplanan iplikler bir kurtulma/kurtarma iradesiydi…
Arif MOSTARLI