Az önce olan, şimdi yok. Esenlik ve güzel kokularla kuşanmış olan şimdi gizemlere, sessizliklere gömülü. Bir rüya, hangi iyi yürekli iblise borçlu, gerilimden başka her şeye kayıtsız sıkıntının şu esin dolu iç çekişlerini? Bir şeyler olabilir, hiçbir şey de. Gün süründü, geceye söndü. Öncesinden bu son günü nasıl tasvir edebilirdi ışık, hangi aydınlığı örtünebilirdi karanlık? Tepeden korkunç ışığıyla vuruyor ve yıldırıyor güneş. Bir yerlerde kum göz kamaştırıyor, deniz balkıyor belki bir başka yerde. Susuz, ağaçsız, bulutsuz ve övgüsüz sapsarı tepeler tutuşuyor unutulmuş daha uzak bir yerlerde. Her şey bir andan ibaret ve hiçbir şey o bir andan ibaret değil. Cehennemlik rüyalardaki gibi görünmez darbelerle uzayan işkenceyi de, cennetlik seraplardaki hoşlukları da eşit genişlikte kavrayan bir an. Bu tehlikeli simetride tehdit yüklü olan mı sürükleyici, gevşetici olan mı iyileştirici?
Gün geceye söndüğünde yanıp tutuşacak olan ne? Ama önceden ve yaşanmadan düşünülmüş bu uzun gün yok, gözlerin saplanıp kaldığı saatler ve dakikalar da öyle. Tam da bu an da ve şimdi olmayan bir şeyin yüzü, yitip gitmiş bir yüzün izsizliği zaman. Ebediyetin hükmü de denebilir, yokluğun hükümsüzlüğü de. Saf düşlerle, çözümlenmemiş izlenimlerle veya kaskatı gerçekle erişilmeyen ne olabilir? Ruhun bedenle aynı anda bu hem azap dolu ve yıkıcı, hem de sakin ve huzurlu birliğini ne bozabilir? İyiyi ve kötüyü aynı anda eşit kuvvetlerle sıkıştıran ve aynı anda ikisine de yakın kılan öğretici duygunun sükunetini ne zedeleyebilir? Hakikat bize göre değil, gerilim hiç değil, huzursuzluk belki. Sürekli insansızlaştırılan bir duygu evreninde, kendini imkansızlıkla öne süren bir şu bekleyiştir huzursuzlukla yaşıt kalan. Saatin sarkacından sarkan, zamandan daha güçlü bir zamansızlık vurgusu. Olmayan şeyin ağırlığı. İsyana sevk eden de ıstıraba düşüren de, ruhu bilinmez bir bekleyiş içinde bırakan aynı gerilim: Gün geceye söndüğünde yeryüzünü saracak olan ne? Ama ondan önce dimdik inen şu güneşin ateşli bakışları altında yığılıp kalanı saran o dayanılmaz uyku ağırlığı. Uyuyanın yarı uyanık, yok oluşun zevkine kandığı bir tür tatlı ölüm olan gün ortası bir rüyanın tüm ayartıcılığına ne karşı koyabilir? Öfke pek çabuk doyar, şüphe çok ağır kemirir, keder fazla ağırbaşlı çürütür, korku gereğince sarmadan gevşeyip çözülür. Yayıldıkça yapışıp kalan bir şey, umutsuzluğu görünmez kılan ve azalarak yok olan umut diye tutunan bir şey. Bir günde her şeyi kuran, bir günde her şeyi yıkan, herkesi dileğince haklı çıkaran. Ama bilinmez mi ki, herkes haklı olduğunda her şey yitirilmiştir. Her şey yitirildiğinde herkes için her şey imkansız, aynı anda da her şey mümkün olur. Mahvedici an budur, esiri olmaktan kimsenin endişe duymadığı tek an da bu.
Aldanışı artıran, gerilimin ağırlığı. Tepeden olanca acımasızlığıyla inen bir güneş. Bunaltı, heyecan ve sonra yine uyuşukluk. Son ana özgü değil, ama aynı bekleyişlerin birbirini besleyerek izlediği aynı anların bir toplamı. Geçmiş kuşağı aldatan, sonraki kuşağı da aldatır. Önceki gün bugünü, bugün de bir sonraki günü. Ağırlığınca yayılan yalan ve topluca teslim olunan zaafla birlikte felaket de aktarılır. Hakim olan duygu nefse odaklı düşünceye, hükmetmeye meyilli tutku düzene, düzen ise geçmiş asırların zalimliklerine, devrettiği kalıntılara göz kulak olur. Buyurucu kuvvet, aldatılanların ölümüyle yaşar. Bu dünyada umulacak ve korkulacak bir şey kalmadı oysa. Duygusuz bir tanrı ve mutsuz bir ölümlü arasında gidip gelmeyi reddeden için sığınacak tek yer bir uçurum ağzı. .
Ve uçurum ağzındaki bilir, istediği kadar tutuşsun, sürünür gün ve geceye söndürür içindekini. Bu heyecan dolu uyuşukluk, bu gürültülü sessizlik, kendisini yükseltecek olanı kendi düzeyine indiren bu can çekişen yapış yapış duyarlık. Mümkün ve imkansız olan ortada, ama tam da bu anda kendiyle sarhoş olanı uyandırmak hainlik, mucize bekleyeni sarsmak büyük zalimlik. Öngördüğü gerçekleştiği için hiçbir kötümserin sevinemeyeceği en uzun gün. Öyleyken, bu solmadan önce her şeyi solduran güneş, bu azapla dolu yer, bu ebedi sıkıntıyla doymuş gün bizim yine de.