Emre Tansu Keten*
AKP’nin 23 Haziran hezimetinin ardından, bu hezimette büyük bir payı olduğu söylenen saray medyası kaynamaya başladı. Akit’ten Abdurrahman Dilipak, bu tablonun ortaya çıkmasında AKP’nin İslamcı ayarlarından uzaklaşmasının önemli bir payı olduğunu, beş vakit namaz bile kılmayanların partide yönetici yapıldığını söylerken, Yeni Şafak’tan Ergün Yıldırım “muhafazakâr medyanın ‘aşırı yorum’ dili, bu mağduriyete neden oldu” diyordu. Yeni Şafak yazarı ve İslamcı camiada entelektüel bir değer olarak kabul edilen Yusuf Kaplan ise Twitter’da, Erkan Tan’ın saçmalıklarla dolu programından bir kesit paylaşarak “İşte bu paçozluklar her şeyi mahvetti! Yeter!” diye isyan ediyordu.
Evet, görünüşe göre 23 Haziran seçimi AKP’nin kendisine göre dizayn ettiği medya sisteminin, beklenen ölçüde işe yaramadığını; medya alanının yüzde 95’i üzerinden yapılan propagandanın sandığa oy olarak yansımadığını gösteriyor. Ancak, bana kalırsa, burada bir ayrım yapmak gerekiyor.
Bu seçimler, Doğan Medya’nın ele geçirilip, Demirören’in nöbetçiliğine bırakılmasının ve NTV, Habertürk gibi diğer kurumların ise, sahipliklerinin korunarak kontrol altına alınmasının hiçbir işe yaramadığını ortaya koyarken; direkt olarak AKP tarafından yönetilen saray medyasının ise işlevini netleştirmiştir.
Daha önce birçok kişinin yazdığı gibi (Cem Küçük bile!), ana akım medya kuruluşlarının, bu kimliklerin muhafaza edilerek, ince bir stratejiyle iktidar lehine çalıştırılmasındansa, toptan partinin kontrolüne alınmasının, bu gazete ve televizyon kanallarının etki gücünü keskin bir şekilde düşürmekten başka bir sonucu olamazdı.
Bu medya kuruluşlarının, AKP’ye sıcak bakmayanların çoğunluğunu oluşturduğu, hedef kitlesi uzun bir zamandır bu kanal ve gazeteleri ritüellerinden çıkarmıştır ve bunların yerini dolduracak bir talep de oluşturulamamıştır. Sonuç olarak, bunlar sahiplerinin cebini günden güne daha fazla yakan ve hiç kimseye yaranamayan garip işletmeler olarak hayatlarını sürdürürken, saray medyasının erişim alanı dışında kalan kesim ise medyanın bütününe yönelik eleştirel bir alana çekilmiş ve internet başta olmak üzere alternatif medyaya yönelmiştir.
Saray medyasının, kurulduğu günden bugüne kadar, en önemli işlevi, AKP’nin çekirdek seçmen kitlesine hitap etmek ve onlara hem kendilerini, hem de çevrelerini ikna edecek politik argümanlar vermek, ülkede ve dünyada olmakta olanları partinin gözünden değerlendirmelerini sağlamak ve AK Troll’lere ortalığı bulandıracak malzemeler temin etmektir. Örneğin Ekrem İmamoğlu hakkında yapılan fantastik haberlerin AKP seçmenleri dışındaki insanları hedeflediğini düşünmek, saray medyası için bile oldukça mantıksızdır.
Saray medyasının kanallarında yapılan yorumlarda veya gazetelerinde yazılan köşe yazılarında da temel amaç, fikir aktarmak ya da tartışma başlatmak değil, partinin liderine ve yüksek bürokratlarına sesini ulaştırma gayretidir. Fehmi Koru’nun dediği gibi “Oysa sizlerin önem verip okuduğunuzu sanmadığım o yazılar, seçimden yenilgiyle çıkan ittifak partilerinde, özellikle devleti yönetenler tarafından, müthiş ilgi görüyor”. Bu nedenle, bütün ülkeyi yöneten tek adamın, kendi partisinin seçim yenilgisinde bir hatasının olmadığını, hatanın onun haricinde herkeste olduğunu savunan yazılardan geçilmiyor saray medyası. Herkes kendisini Erdoğan’a göstermeye çalışıyor. Bu yolda farklı bir strateji izleyenler ise, Kemal Öztürk gibi, kendini anında çemberin dışında buluyor.
Özetlersek, AKP’nin kontrolüne geçmiş eski ana akım medya kuruluşlarının etkisizliği bu seçimle birlikte kanıtlanmıştır. Olan Demirören’in, Ciner’in, Şahenk’in parasına olmuştur. Saray medyası ise, işlevini yerine getirmiş, bunca adaletsizliğe, ucuz hamleye, basitliğe, yalana rağmen AKP’ye oy veren seçmen kitlesine, her zamanki gibi kurgulanmış “haber”lere dayanan ve saçma argümanlar sunmuştur (oy kullandığım sandıkta yarım saat boyunca bu argümanların havada uçuştuğu yüksek gerilimli bir tartışmaya şahit oldum).
Bu açıdan Yusuf Kaplan’ın sözleri oldukça anlamsızdır. Bir kalemle çivi çakılamayacağı gibi, A Haber’de ya da Yeni Şafak’ta Erkan Tan’ın yaptığından başka bir şey de yapılamaz. Üstelik gösterinin geçer akçe olduğu çağımızda Tan’ın, işini Kaplan’dan daha iyi yaptığını da kabul etmemiz gerekiyor.