Evet, TC bir kırılma noktasına daha geldi. Yenilenen İstanbul seçimleri bir kez daha gösterdi ki, Türkiye’de demokrasinin kilidi Kürtlerin elinde. Kürtleri yok sayarak, bastırarak şekli demokraside bile ilerlemek mümkün değil.
İstanbul, Türkiye tarihinde iktidar değişimlerinde hep belirleyici olmuştur.
1950-54- 57 seçimlerinde DP, İstanbul’u hep kent nüfusunun dörtte birini oluşturan “azınlık” oylarının desteği ile aldı. Bu nedenle Mv. aday listelerinde “azınlık” mensuplarına yerverdi. Çünkü o dönem var olan seçim sistemine göre bir ilde en çok oy alan parti bütün milletvekillerine sahip oluyordu.
1961 anayasası ile Türkiye daha demokratik nisbi seçim sistemine geçti, hatta en küçük oy bile, milli bakiye sistemi ile Türkiye genelinde değerlendirilerek parlamentoya yansıyabiliyordu. TİP bu sayede 1965 seçimlerinden sonra 15 milletvekiline sahip olabildi. Bu nedenle de “çoğunluk” partisi AP’nin ilk işlerinden biri bu demokratik uygulamaya son vermek oldu. 1969 seçimlerinde TİP parlamentoya sadece 2 mv sokabildi.1961 anayasasını “darbe” anayasası olarak görmemek gerek, bu anayasa 1960 öncesi yoğun tartışmaların ürünü idi. “Çoğunluk” oyu diktasının nasıl önlenebileceği noktasında yoğunlaşmıştı. Şimdi benzer bir işlevi İstanbul’daki Kürt ve sosyalistlerin oyları belirliyor.
12 Eylül rejimi, siyasal sistemde var olan hükümet kuramama krizini, %36 oy alan partinin mecliste çoğunluk olmasını sağlayacak antidemokratik seçim sistemi getirdi.
Bunu da Kürtlerin ve sosyalistlerin olası parlamentoya girişini engellemeyi amaçlayan %10 barajı ile sağladı.
Ama bu sistemin ilk kurbanı cuntanın kendisi oldu. Birinci parti yapmayı hedefledikleri parti değil, siyasal İslamın önünü açan ANAP birinci parti oldu. %10 baraj nedeniyle, çöpe giden oylar ANAP’a ve yöreye göre diğer partilere yazılıyordu.
Sistem partileri ve özellikle CHP geleneğinden gelen partiler arasında parçalanma, siyasal İslamın yüzde yirmiler düzeyinde oy ile İstanbul’u ve daha sonra Ankara’yı “fethine” olanak sağladı. Oralar da yani TC’nin ekonomik ve siyasi başkenti. Ve bu mevzileri son yerel seçimlere kadar ellerinde tuttular. Sistem içinde bu mevziler üzerinden kök saldılar. CHP, 10 yıl kendilerini İstanbul dışında tutan azınlık mensuplarını, 1961 yılında ilk koalisyon hükümetini kurar kurmaz “Azınlıklar Tali Komisyonunu” kurarak tasfiyeyi hedef aldı. Bir anlamda cezalandırdı. 1957 seçimlerinde DP listesinden parlamentoya giren “azınlık” mensupları Yassıada temerküz kampına konuldular. Ve bazıları yaşamlarını orada yitirdi. Aleksandros Hacopulos, Dr. Zakar Tarver, Yusuf Salman, İzak Altabev, Hristaki Yoannidis, Mıgırdıç Şelefyan’ı saygıyla anıyorum. Oysa 1954 seçimlerinden sonra DP’nin otoriterleşme eğilimleri göstermesi ile birlikte azınlık mensupları arasında da özellikle, 6-7 Eylül pogromu (aslında CHP/DP ortak prodüksiyonu idi) ve 57 seçimlerinden sonra CHP’yi destekleme eğilimleri göstermeye başlamıştı. Örneğin 27-28 Nisan gençliği arasında Neoklis Sarris gibi genç Rumlar da vardı.
Sarris CHP üyesi olduğu gibi, İnönü ile resimleri bile vardı. Annesi Falih Rıfkı Atay’ların, Latife hanımların falan dostu idi. Ama bütün bunlar 1964 tehcirinin parçası olmalarını engellemedi. Tehcir kararını İstanbul emniyetinin Rum memurları tebliğ etti. Bu Rum memurların akıbeti ise meçhul! İnönü’nün Heybeli Ada’da yazlığı vardı. Şimdi Müze. Oraya gelişlerinden birinde , sokakta Rumca konuşan birilerini görünce, “bunlardan hala bunlardan var mı?” diye soracaktı. Azınlık temsilcileri en son 1961 Anayasasını hazırlayan Kurucu Meclis’te yer aldılar. 1961 Anayasası’nın hazırlayıcıları arasında yeralan Erol Dilek, Hermine Agavni Kalustyan ve Kaludi Laskari’yi saygıyla anıyorum. 30 küsür yıl sonra TBMM’ye giren ilk Yahudi mv 1996 yılında Cefi Kamhi, 2011 yılında Süryani mv Erol Dora olacaktı. 2015 seçimlerinde ise HDP (Garo Paylan) yanında AKP (Markar Eseyan) ve CHP’de (Selian Doğan) Ermeni mv’ine listelerinde yer verecekti. İlk Ezidi mv ler de (Ali Atalan ve Feleknaz Uca) Meclis’e 2015 yılında HDP listesinden girecekti. 2018 yılında ise Süryani mv Tuma Çelik yine HDP listesinden çıkacaktı. Sonuç olarak Kürt siyaseti, 2011’den itibaren farklı kimliklerin parlamentoda temsilinin önünü açacaktı. Tam 50 yıllık bir kesintiden sonra! Bu bakımdan İmamoğlu’nun Kürtlere, İstanbul’un azınlıklarına Kılıçdaroğlu’na oranla daha dikkatli bir söylem kullanmasını önemsiyorum. Ama ilk başlarda Erdoğan’ın söyleminin de, bugünkü söyleminden farklı olduğunu unutmamak gerek. 2015 seçimleri ile AKP’nin dizi kırıldı. %10 barajın önce ANAP’a sonra AKP’ye sağladığı büyük rant sona erdi. %15 oy aldıkları Kürt illerinde bütün mv’liklerini götürüyorlardı.
2015 Haziran seçimlerinde kaybetmenin bedelini, Kürt halkına Şırnak, Cizre, Sur, Yüksekova gibi yörelerde çok ağır ödettiler. Kürt mv’leri, belediye başkanları, siyasette başarılı BDP, HDP kadroları 2007 yılından beri ikinci adres olarak hapishaneleri mesken edindiler. Ama Kürtler bu ülkede “azınlık” statüsüne sığmayacak kadar çoklar. ATK’lar ile bitirilemeyecek kadar. MGK’lar da 30 yıldır yetmiyor.
Ve bir “onurları” kalmış yitirmedikleri!
Bunu da İstanbul’da kanıtladılar. 2015 ve 2019 Haziran’ında iki kez AKP’nin ve Erdoğan’ın dizini kırarak. Umarım AKP’si, CHP’si artık uyanır.