PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın seçime kısa süre kala kamuoyuna açıklanan mektubu büyük yankı yarattı. Bölgesel ve küresel kaosun derinleştiği Ortadoğu’da Kürt hareketinin pozisyonu da gözetildiğinde Öcalan’ın açıklamalarının büyük yankı yapması doğaldır. İstanbul seçimleri öncesine gelmesi nedeniyle birçok çevre açıklamayı tartışmaktadır. Öcalan’ın söyleminin tartışılması olumludur. Ancak tartışmaların kapsamı ve düzeyine bakıldığında, Öcalan’ın pozisyonu gözden kaçırılmakta. Değerlendirmeleri oldukça lokal ve dar bir çeperde ele alınmaktadır.
Öcalan’ın liderliğini yaptığı hareket Türkiye’nin yanı sıra İran, Irak ve Suriye’de önemli bir aktör. Öcalan, bu geniş yelpazeyi gözeterek siyaset geliştirmekte ve söylem oluşturmaktadır. Bu periferiyi dikkate almadan yapılan değerlendirmeler çok eksik ve yanlış olacaktır. Nitekim Öcalan’ın son açıklamasına bu dar çerçevede bakanların HDP’nin 23 Haziran seçimleri için stratejisini sürdürme kararı üzerine kafaları oldukça karışmışa benziyor. Bilerek ya da bilmeyerek HDP’nin kararı ile Öcalan’ın açıklamaları arasında çelişki aranmaktadır. Bu konuda kimi çıkarım, tespit ve yorumlar yapılmaktadır. Ancak Öcalan’ın bölgesel pozisyonunu dikkate almadan lokal olay ve olgular düzeyinde yaklaştıkları sürece sağlıklı bir çıkarsama yapmak ya da yorum yapmak mümkün değildir.
Öcalan’ın 2 Mayıs tarihinden beri yaptığı dört açıklama dikkatli bir gözle okunduğunda olay ve olguları, çözüm önerilerini Türkiye, Irak, Suriye ve İran’ı içeren bölgesel bağlamda ele alınmalıdır. İlk görüşme metninde ağırlıklı olarak Suriye konusu ve bölgesel sorunlar ile bunun karşısında pozisyonunu ve çözüm önerileri deklere etmesi boşuna değildir. Olay ve olguları iç içe, bölgesel ve küresel bağlamda ele almakta, çözüm odaklı, teorik, ideolojik, politik tutumunu açıklamayı öncelemektedir.
Küresel güçler arasında savaş arenasına dönüşen Ortadoğu kaosunun somutlaştığı dört ülke olan Irak, İran, Türkiye ve Suriye önümüzdeki aylarda kritik bir sürece girmektedir. ABD-Rusya güç çekişmesinde Türkiye’nin aslında bir eksen değişimine işarete eden çıkmazı, İran-Şii cephe ile ABD-Sünni cephe arasında giderek artan gerginlik, Irak, Suriye, Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeler, AKP iktidarının Federal Kürdistan Bölgesi’ne yönelik saldırılarına kadar ciddi gelişmeler yaşanıyor. Küresel ve bölgesel çıkar çatışmasında her gücün farklı bir ajandası mevcut. Kısa süreli ittifak ve ihtilaflar gelişmekte, ilişki çelişki diyalektiği gereği birçok güç aynı anda hem çatışmakta hem ortaklaşmaktadır.
Öcalan’ın liderlik ettiği hareket ve halk ise bu çekişmelerin en fazla derinleştiği bölgede bulunmakta. Öcalan, siyaset üretirken ve yürütürken küresel ve bölgesel koşulları, olası gelişmeleri gözetmeden, hesaplamadan adım atsaydı Ortadoğu gibi bir bataklıkta ayakta kalması mümkün değildi. Yarım asırlık bir süredir Öcalan ve liderliğini yaptığı hareketin örgütlemesi, iç dinamikleri, işleyişi ve sosyolojisini zahmet edip kendi kaynaklarında iki satır okumayanların elbette Öcalan’ın son yaptığı açıklama ile HDP’nin verdiği karar nedeniyle kafa karışıklığı yaşaması oldukça doğaldır.
Öcalan’ı ve hareketi hakkında tüm bilgileri devletin antipropaganda amaçlı yaydığı şema ve bilgilerden ibaret olan koca koca yazar, aydın, entelektüel, gazeteci, akademisyen sıfatlı insanların bir iki günlük yorum ve değerlendirmeleri tam bir sefalet halinin zuhur etmesidir. Neymiş efendim Öcalan ile PKK arasında iktidar savaşı var, HDP ile Öcalan arasında bölünme, Öcalan ile Selahattin karşı karşıya geldi gibi devletin kırk yıldır mamul gördüğü ve hazır sunduğu nakaratları tekrar etmenin ötesine geçmeyen bu kesimlerin varlığı Türkiye halkları adına oldukça acı verici. Oysa devletin makul gördüğü hazır bilgi edinme konforlarını biraz bozsalar, bu bilgilere biraz şüphe ile baksalar, gerçekliğin başka yönlerinin de olabileceğine ihtimal verseler belki hakikate erişemezler ama en azından gerçekleri daha iyi anlamaları mümkün olacaktır.
Oysa Öcalan ve Kürt hareketini bir az takip edenler için son birkaç günde olanların anlamı oldukça açıktır. Elbette belirsizlik yaratan ve soru işaretine neden olan hususlar var. Öcalan’ın sıkı bir tecrit altında olması, mesajlarının bin bir kontrolden geçirilerek muhatapların ulaştırılması, çok kısıtlı bir süre zarfında yukarıda belirtilen küresel ve bölgesel durumlar ile lokal gelişmeleri gözeterek değerlendirme yapması gibi devletten taraf yaratılan birçok engelleme ve zorluk mesajların topluma kapsamlı ve rahat ulaşmasını engellemektedir. Ayrıca Öcalan’ın mesajlarını özelikle bilinçli bir şekilde çarpıtan, bağlamından çıkarmak isteyenlerin oldukça fazla olduğu biliniyor. Buna rağmen Öcalan’ın siyaset tarzını bilenler için pozisyonu oldukça açıktır.
Peki ne oldu? Çok net. AKP içeride ve dışarıda kendi yarattığı ciddi krizlerle karşı karşıya. Bu krizlerin bölgesel ve uluslararası boyutları mevcut. Önümüzdeki aylarda bu krizlerin birçoğu şiddetlenecek. Erdoğan’ın pozisyonu içeride oldukça zayıfladı ve İstanbul seçiminin kaybedilmesi bu baş aşağı gidişi hızlandıracak. Bunun elbette dış politikadan kaynaklı krizlere yansıması da olacaktır. Erdoğan aslından kendi eseri olan politikanın sonucu olarak her taraftan dikiş atan tek adam rejimini ayakta tutma ve güç kaybını engellemenin derdinde.
Bu amaçla Erdoğan’ın Öcalan’ın nüfuzundan yararlanmak istediği anlaşılıyor. Bu konuda belli bir dayatmada bulunduğunu da tahmin etmek zor değil. Merak edilen ise bunun sadece İstanbul seçimleriyle ilgili mi yoksa seçim sonrasında da Kürtlerle yeni bir dönemi içeren, iç ve dış politikada yansımaları olacak yönü de olan bir hamle olup olmadığıdır. Öcalan’ın görüşmelerdeki değerlendirmelerine bakıldığında Erdoğan ve devleti bu noktaya çekmek istediği açık. Öcalan, Erdoğan ve devletin yaşadığı krizin farkında ve bu krizin Türkiye halklarına büyük zarar vereceğini, büyük acılar yaşatacağını görerek, engellemek istiyor.
Kabul edilsin ya da edilmesin halkları adeta bir uçuruma sürükleyen arabanın direksiyonunda Erdoğan var. Öcalan bunun da farkındadır ve aynı ideolojik mayadan beslenen iki blokun İstanbul üzerindeki kavgasına mesafeli olmayı tercih etti. Öcalan, Erdoğan ve devletin böyle bir niyeti olup olmamasından bağımsız olarak bir opsiyon yaratmak istiyor. Bölgesel yansımaları olacak böylesi bir opsiyonun İstanbul seçimleri üzerinden yaratılan kutuplaşmaya hapsedilmemesi doğru olandır.
Öcalan yaptığı son açıklamayla politikayı kan davası gibi görmediği ve çözüm odaklı olduğunu tekrar göstermiş oldu. Erdoğan’ın bu hamleyi sadece İstanbul seçimleri için yapma ihtimalini de gözettiğini Öcalan’ın ikinci görüşmesindeki ifadelerinden anlıyoruz. “35-40 gün sonra her şey netleşecek” söylemi bu şüphesinin yansımasıydı. Dolayısıyla nüfuzunun böylesi lokal bir olay için kullanılmaması için oldukça hassas davrandı. Son mektubunun üslubu Öcalan’ın bu şüphesinin hala devam ettiğini gösteriyor.
Devletle yürütüldüğü anlaşılan bazı tartışmaların Öcalan’ın kanaatini olumlu yönde değiştirmediğini varsaymak mümkün. Şayet böyle olsaydı hem seçim sonrası yaşanacak olası gelişmelere hem de bunun bir yansıması olarak İstanbul seçimlerine dönük çok daha açık değerlendirmeler yapardı. Erdoğan ve devlet bu konuda elini açık etseydi ve ileriye dönük tutumunu netleştirseydi Öcalan’da İstanbul seçimlerine ilişkin keskin bir açıklama yapardı. Çok açık bir şekilde seçimlerin boykot edilmesini isteyebilir ve Kürtlerin kahir ekseriyeti de buna uyardı.
Mektupta belirtilenlerden yola çıkarak Öcalan’ın mevcut stratejinin devamında bir mahsur görmediğini rahatlıkla ifade edilebilir. Nitekim HDP’nin yetkili kurulları mektubu oldukça isabetli bir şekilde bu yönde okudu ve stratejisinin devam edeceğini duyurdu. HDP Eş Başkanları başta olmak üzere yöneticileri zaten yıllardır AKP iktidarına sorunların demokratik yöntemlerle çözümü için çağrı yapmaktadır. Bu anlamıyla aslında HDP de Öcalan’dan aynı şeyi söylüyor ve aynı stratejiyi uyguluyor.
Toparlayacak olursak;
1- Seçime birkaç gün kala iktidarın yaptığı hamlenin Kürtlerin tercihi değiştirmesi mümkün değildir.
2- Buradan Öcalan ve HDP ile Kürt hareketinin farklı bileşenleri arasında bir kriz yaratma girişimi sonuç vermez. Bu geçmişte de çok yapıldı ancak herhangi bir gerçekliği olmadığı yeteri örnekte görüldü.
3- HDP’nin stratejisi gereği seçmeninin büyük çoğunluğu 31 Marttaki tavrını sandığa yansıtacaktır.
4- Erdoğan’ın Öcalan ile yürütülen görüşmelere taktik mi yoksa stratejik mi yaklaştığı seçimlerden sonra anlaşılacaktır. Öcalan’ın yapıcı tavrı çözüm odaklı kullanılırsa Türkiye kronik sorunlarını diyalog ve müzakere ile çözdüğü bir döneme girer.
Belki son olarak gündeme bir muamma olarak giren Munzur Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Doç. Ali Kemal Özcan’a ilişkin de bir parantez açmakta fayda var. Öcalan ile hangi sıfat ve amaçla görüştüğü belirsiz. Kürt hareketi üzerine kitapları olan ve 96 yılında Suriye’de Öcalan’la görüşmüş bir akademisyen. Ancak ne kitapları ne de kendisi bu konuda çok bilinen bir insan değildi. En azından bir hafta önceye kadar. Kendi ifadesine göre kısa bir süre içinde iki defa Öcalan’ı ziyaret etmiş. Adaya belli bir misyonla gittiğini varsayabiliriz. İşin perde arkasını bilmeden net yorumlar yapmak erken olabilir.
Öcalan ile yazar ve akademisyenlerin görüşmesi olumlu gelişme. Öcalan’ın da daha önce bu yönde önerileri olmuştu. Ancak Özcan’ın ziyaretinin bu kapsamda olduğu epey şüpheli. Özcan’ın kendi başına Öcalan’ın mektubunu açıklaması, sonrasına yaptığı değerlendirmelere bakıldığında iktidarın politikalarına oldukça angaje bir insan. Çeşitli dergilerde yazdığı makalelerine bakıldığında devletin Öcalan’ın bazı kanaatlerini etkileme amacıyla Özcan’ın akademik çalışmalarından faydalanmak istediği gibi bir izlenim edindim. Bununla birlikte devletin Öcalan ile uzun vadeli bazı tartışmalar yürütme niyeti olarak da okunabilir.
Kuşkusuz sadece İstanbul seçimleri gibi kısa süreli amaçlar için kullanma ihtimali de var. Mektup açıklama vakıası buna emare. Ancak niyet ve amaç ne olursa olsun Öcalan’la farklı insanların görüşmesi yanlış değil. Elbette niyetlerini de bir gün öğreniriz.