7 Haziran 2015 genel seçimlerinin ardından hemen devreye konulan darbe mekaniği Türkiye toplumunu çok kapsamlı bir kaos ortamına sürüklemiştir. Dolayısıyla yaşanan bu kaostan en çok da Türkiye emekçileri etkilenmektedir. Faşizmin yükselişi durdurulamaz ve kırılma sürecine çekilemezse halklara ve emekçilere çok daha kapsamlı, yaygın ve derinlikli işleyen sömürü sistemi dayatılacaktır
Doğrusu 31 Mart yerel seçimlerinde faşizm ciddi bir kırılma yaşadı. Ama bu kırılma, halkların ve emekçilerin örgütlendirilmiş özgürlük ve demokrasi talepleriyle birlikte derinliğine bir yarılmaya evrilmek zorundadır. Bu evrilme başarılamazsa tarih karşısında emek hareketleri ve örgütlerinin sorunlu olacağı çok aşikâr bir gerçekliktir.
AKP-MHP blokunun devreye koyduğu darbe mekaniği bu tarihi görev ve sorumlulukları çok daha yakıcı bir biçimde emekçilerin ve halkların gündemine koymuştur. Faşizm karşısında en zayıf duran yapıların emek örgütleri olduğu şimdi çok daha güçlü görünür olmuştur. Özellikle KHK’lerle birlikte emekçiler örgütlü bir özsavunma gerçekleştirememiş; faşizme, kendi örgütlü alanlarında geri adım attıramamışlardır. Dolayısıyla KHK’li emekçiler 31 Mart yerel seçimleriyle birlikte bir başka sorunla daha karşılaşmış durumdadırlar. Yani, KHK’lerle ihraçlar yetmemiş gibi bu ülkede vatandaşlık hakları bile yok sayılmış, seçilme hakları ellerinden alındığı gibi seçme hakları bile tartışılır olmaya başlamıştır
Darbe hukuku ve faşist yasalar en başta “iş güvencesini ve güvenliğini” çökertmiştir. Gelinen aşamada devlet kurumlarının hiçbirinde “iş güvencesi ve güvenliği” denen kavramların anlamları kalmamıştır. Ki, taşeronlaştırmaların bedellerini emekçiler açlığa terk edilerek daha yeni yeni ödemeye başlamışlardır. Devlet hizmet alımlarının taşeronlaştırılması sürecinde bol bol laf yapılmış, ancak gerekli zamanda gerekli eylemlilikler örgütlendirilemediği için de taşeronlaştırma durdurulamamış; şimdi de bunlara kayyum belediyeleriyle birlikte kayyum sendikalar icat olmaya başlamıştır.
Kürdistan illerindeki belediyelere atanan kayyumlar ağırlıklı olarak kendileriyle birlikte kayyum sendikalar taşımışlardır. Nitekim Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan 31 Mart yerel seçimlerinin hemen ardından bu kayyum sendikaları koruma altına almak için girişimlerde bulunmaya başlamış, kaybettiği belediyelerde tabandan kendini korumanın çabası içine girmiştir.
Nitekim AKP-MHP iktidarı, esas olarak emek hareketinin bu zayıf yanından kendisini sürdürmeye çalışmaktadır. R.T. Erdoğan, Van Büyükşehir Belediyesi’ne atadığı kayyumun hemen ardından kendisine bağlı Hizmet-İş Sendikası’nı gönderirken, orada örgütlü bir sendikanın olduğunu, o sendikaya üye emekçilerin de olduğunu unutmuş gibi; “Kimse işçileri sendika değiştirmeye zorlamasın” diyordu.
Bu bile esas olarak emek hareketinin ve emek örgütlerinin nasıl yozlaştırıldığını, içinin boşaltıldığını görmeye yeterlidir. Esas olarak emek hareketi anti-sömürgeci bir karaktere sahiptir. Başından beri emek hareketinin mücadelesi, üzerindeki sömürü sistemine karşıdır. Dolayısıyla emek hareketleri, tarihin her döneminde muhalif olarak, iktidara ve iktidarın emekçilere yönelimine göre kendi varlığını biçimlemiştir. Emek Hareketi tarih boyunca egemenlerle, mülkiyetin iktidarlaşmış ve tekelleşmiş karakterine karşı çıkarak anti-sömürgeci bir mücadele geleneğine sahip olmuş; mücadelenin araç ve gereçlerini yaratmıştır. Sendikalaşma, grev ilan etme haklarını hiçbir egemen emekçilere lütfetmemiştir. Deyim yerindeyse emekçiler bu haklarına ulaşabilmek için efsanevi mücadeleler, direnişler ve savaşlar gerçekleştirmişlerdir. Emeğinin gerçek değeriyle buluşana kadar da bu mücadele ve savaşı; dolayısıyla emek hareketinin özsavunma örgütü olarak ortaya çıkan sendikalılaşma hakkı da varlığını koruyacaktır.
Bu nedenle egemenler ve iktidarlar sendikaların “siyasallaşmasına” da karşıdırlar. Doğru, sendikalar herhangi bir siyasi parti değillerdir ama bir siyasi partiden bile daha siyasaldırlar. Çünkü anti-sömürgecidir. Bu anlamda bağımsız emek hareketi yoktur/olamaz da. “Bağımsız emek hareketi” olsa olsa iktidar yalakası, iktidar yağdanlığı; kayyum işbirlikçisi, emekçilerin arasına sızmış ajan örgütlenmeler olabilirler
Buradan bakınca bile toplumsal sınıf ve katmanlar içinde toplumsallığa en yatkın çevrenin emek hareketi olduğu görülür. AKP-MHP yönelimi karşısında emek hareketinin gerçekten kendisinin farkında olmadığı da görülmüştür. Dolayısıyla emek hareketi gerçekten ideolojik bir karakter kazanamamıştır. İdeolojik karakterden onun yapısallıklarından yoksun olduğu için de iktidarla ve sömürgeci sınıfla nihai hesaplaşmaya girememektedir. Emek hareketi her şeyden çok ideolojik bir hareket olmak zorundadır. Emeğin üretimle, ürünün toplumsallıkla bağını sorgulamayan bir emek hareketi düşünülemez bile. Toplumlar tarihi tam da bunu bize öğretir. Toplumsallığa en yakın güç olarak emek hareketi, devlet+demokrasi formülünü gerçekleştirmeye ne kadar muhtaç olduğunu göstermiştir. Emek hareketi ne kadar devlet-içileşirse o kadar da kendi görev ve sorumluluklarından uzaklaşmaktadır. Onun için emek hareketinin devletle bağı doğru sorgulanarak tarihsel görev ve sorumluluklarını da yerine getirebilir.