Türkiye tarafından sınırları aşan sular üzerine inşa edilen onlarca baraj Irak ve Suriye halklarını susuzluğa mahkum ederken, aynı zamanda Hasankeyf gibi tarihi kentleri, onlarca köyü, tarım arazilerini ve bir bütün olarak ekosistemi yani yaşamı katleden bir özellik taşıyor. Çizilen sınırların içine hapsolan halklar, açık bir sömürüye tabi tutulduğu Ortadoğu’da, yaşamı var eden sularda bu sınırlar üzerinden bir baskı aracı olarak kullanıldığı görülebiliyor. Bir ekolojist veya bir sosyalist için çizilen sınırların hiçbir önemi yoktur. Onlar, bu sınırların ortadan kalkmasıyla birlikte, insanın ve doğal yaşamın özgürlüğe kavuşabileceğine inanır. Bu bakışa sahip insanlar ‘bizim barajlarımız’, ‘bizim doğamız’, ‘bizim dağımızbizim suyumuz’ diyen bir yerden olup biteni değerlendirmez. Onlar sınırları kabul etmez ve asla ırkçı değillerdir. Bu nedenledir ki ortaya çıkan olgulara da sadece bir pencereden bakmazlar
Devletin iktidar organları ve onları destekleyen çevreler enerjiye ihtiyacımız olduğunu vaaz ederler. Görünen ya da bize sunulan her hangi bir adımın ardında ki temel olgular tartışmaya açılmaz ve gizlenir. Ilısu Barajı’da böyle bir özelliğe sahiptir. Vaaz edilene göre bölge bu barajla enerji ihtiyacını karşılayacak ve barajda biriken sular tarım üretimlerinde kullanılacaktır. Ancak bu söylenenlerin ardında daha ince hesaplar vardır. Güvenlik havuzları oluşturur, sınır komşusu ülke ve halklarını su ile terbiye edip sermayenin ve muktedirlerin çıkarılarlarına bağlamak isterler
Su dünyada yaşamı var eden dört temel elementen biridir ve susuz yaşam mümkün olamaz. Yaşamın bir parçası olan suyun bir silah ya da bir baskı aracı olarak kullanılması onaylanamaz. Ancak, emperyalist-kapitalist sistemin bir ahlakı yoktur. Onun bir tek amacı vardır, sömürmek ve hangi yolla olursa olsun bunu sürdürmek tek hedefidir. 1954 yılında Türkiye, Ilısu Barajı’nı yapmak için proje hazırlığına başlar. Dünyada büyük barajların henüz ortaya çıkmaya başladığı bir dönemdir ve bu baraj fikri Türkiye’nin tek başına oluşturduğu bir fikir de değildir. Emperyalist kapitalist sistem bu barajı desteklerken, hedeflerinden biri inşaat sermayesine birikim alanı açmaktır. Bunun dışında bölgenin altına bir dinamit yerleştirmek ise başlıca amaçlarından birisidir. Sınırı aşan sular olarak nitelenen akarsular her zaman sınır ihtilafını yaratır. Türkiye ile Irak ve Suriye arasında yaşanan anlaşmazlıkların en temel nedeni bu akarsular üzerine barajlar yapılmış olmasıdır.
1965 yılında inşa edilen Keban ilk barajdır. Bu barajın inşasına ve su tutulmasına başlanmasıyla birlikte Irak’tan ilk tepki gelir. Türkiye ile Irak arasında Mart 1946’da yapılan bir anlaşma ile taşkınları önlemek amacıyla ortak gözlem kuleleri yapılmasına karar verilir. Ancak 1958’de BAAS’çıların iktidarı almasıyla birlikte Irak’la sıkıntılar artmaya başlar. Irak, ABD ekseninden çıkıp yönünü Sovyetlere çevirir ve Irak’la yapılan su anlaşması güdük kalır. Keban Barajı’ndan sonra Karakaya Barajı’nın yapılması sorunları daha da büyütür. Bugün Irak merkezi hükümeti ile Kürt özerk yönetimi arasında ‘su yönetimi’ konusunda ise bir kriz yaşanmaktadır. Ilısu Barajı’nda su tutulması halinde Irak hem kendi içinde büyük sorunlarla yüzyüze kalırken, asıl sorun Türkiye ile yaşanması kaçınılmazdır.
Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın eski Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nu Irak Özel Temsilcisi olarak su sorununu çözmek adına ataması bu noktada dikkat çekicidir. Eroğlu’nun bir çalışma grubu oluşturarak Irak’ın su, enerji ve altyapı sorunlarının çözümüne yönelik bir eylem planı hazırladığı geçtiğimiz günlerde açıklanmıştır. Eroğlu yaptığı yazılı açıklamada, “Türkiye Irak ile her türlü işbirliğine hazır. Irak’ın su probleminin, iki ülkenin birlikte çalışması ve işbirliği neticesinde çözüleceğine inancımız tamdır” sözleri su sorununun ve su üzerinden yaratılmak istenen sermaye çıkarları için Irak’la bir anlaşma zemini arandığına işaret etmektedir.
Ilısu Barajı hem ekosisteme, hem halklara, hem de doğada yaşayan tüm canlılara çok ciddi zararlar verecektir. Ayrıca bölgede su paylaşımı üzerinden ciddi krizilerin de ortaya çıkacağı ve bunun savaşlara kadar evrileceği söylenebilir. Çünkü dünya üzerinde süren ekolojik krize bağlı olarak susuzluğun çok kısa dönem içinde Oratadoğu halklarını vuracağı beklenmektedir. 12 bin yıllık tarihi suya gömebilen anlayışın suyu barışçıl amaçlı kullanmasını beklemek ise ham hayaldir. Geçtiğimiz ay Süleymaniye’de gerçekleşen ‘Su Forumu’nda bu konulara dikkat çekilmiştir. Irak ve Türkiye halklarını ve ekosistemi yakından ilgilendiren Ilısu Barajı ancak bu halkların mücadelesiyle durdurulabilir. Baraj karşıtı çaba bu noktaya doğru evrilmelidir.