Ahmet Tulgar/ İstanbul
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Ordu Milletvekili Seyit Torun kendisini net ifade edişi, mücadeleciliği ve sorunların adını koymaktan çekinmeyen tavrıyla dikkatimi çekiyordu. İki dönem Ordu Belediye Başkanlığı da yapan Torun, 2016’dan beri partisinin yerel yönetimlerinden sorumlu. Haliyle bugünlerde daha çok İstanbul’daki yerel seçim için çalışıyor. Ekrem İmamoğlu’nun meşhur Ordu ziyareti sırasında da hem bu nedenle hem de Ordu milletvekili olması hasebiyle oradaydı. Seyit Torun ile hem İstanbul’daki seçimi hem Ordu’daki olayı hem de genel olarak Türkiye siyasetini konuştuk.
Siz yerel yönetim işini iyi bilen bir siyasetçisiniz. CHP Genel Başkan Yardımcısı olarak yerel yönetimlerden sorumlusunuz. Ve Türkiye siyaseti bir süredir bir yerel seçime, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimine odaklanmış durumda. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Türkiye’de siyasi partiler ve iktidarlar için ne ifade eder?
İstanbul, dünyadaki birçok ülkeden hem ekonomik ve hem de nüfus olarak daha büyüktür. Bildiğiniz gibi Türkiye’nin de her açıdan en büyük şehridir. Türkiye ekonomisi, kültür ve sanatı, yetişmiş insan kaynağı, üniversiteleri, büyük oranda İstanbul’dadır. Öteden beri, İstanbul’u kazanan, Türkiye’yi kazanmış olur. İstanbul sorunlarıyla da, Türkiye’nin özetidir. İşsizlik, yoksulluk, çevre sorunları, kadınların hayata özgürce katılamaması, farklı kültürlerin birbirinden uzaklaşması İstanbul’da daha bariz bir biçimde görülmektedir. İstanbul’u alıp ve sorunlarını çözmemiz, bizim yönetim anlayışımızı tüm topluma göstermiş olacaktır. İstanbul Türkiye’nin aynasıdır
AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni bırakmama mücadelesi Türkiye toplumunu sosyolojik olarak nasıl etkiliyor?
Öncelikle, seçimle gelen seçimle gider. Modern demokrasi anlayışı, AKP’nin bu kararıyla darbe almıştır. Bu topraklardaki yaklaşık 200 yıllık parlamenter demokrasi mücadelesi, seçim özgürlüğü ve milli iradenin egemenliği, AKP’nin bu sorumsuz tavrıyla hiçe sayılmıştır. Türkiye toplumu genel olarak demokrasiyi içselleştirmiş bir toplumdur. 1950’de de, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında bile iktidar seçimi kazanana mazbatayı vermiştir. Yani, kendi adayı olduğu halde seçimi kazanan adaya mazbatasını veren Kenan Evren bile bunlardan daha demokrattı, ne dediğimin farkındayım. Bunu bile bize yaşattılar. Toplumun demokrasiden, özgürlüklerden, huzur içinde bir arada yaşamaktan, ortak gelecek beklentisinden vazgeçmeyeceğine inanıyorum. İstanbul halkına, İstanbul’un kadınlarına, İstanbul’un gençlerine daha mutlu bir gelecek için doğru seçim yapacakları noktasında inancım tamdır. Hak yerini bulacaktır, anaların adalet duygusu ve vicdanı İmamoğlu’nun gasp edilen hakkını yerine teslim edecektir. AKP’nin darbesi, toplumsal açıdan bir kırılmaydı, ancak hep birlikte bu kırılmayı düzelteceğiz. Toplum umutsuz değil, İstanbul’un demokrasi ve özgürlük birikimi yoksulluğun da haksızlığın da adaletsizliğin de üstesinden gelecek kadar olgundur. Toplum yarasını sarıp, yoluna devam edecektir.
AKP’deki bu direnç ve inadın sebebi ne?
Sayın Tulgar, siz deneyimli bir gazeteci ve analitik bir beyinsiniz. İstanbullu bir gazeteci olarak 25 yıldır israf, yolsuzluk, parti finansmanı veya 16 milyona değil; belli bir zümreye iltimas geçmenin ne demek olduğunu yaşayarak görmüşsünüzdür. Kısaca yine de değineyim, ekonomik ranttan vazgeçemiyorlar, kurdukları haksızlık düzenini İstanbul’un nimetleri üzerinden ayakta tutmaya çalışıyorlar. Bildiğiniz gibi var olan batı demokrasisinin seçimle gelen seçimle gider gibi çok basit kuralını bile ihlal etmekten çekinmiyorlar. Çünkü kurmaya çalıştıkları düzenin demokrasiyle, adaletle, özgürlükle, hukukla hiç bir ilgisi yok. Düzenlerinin ideolojik ve ekonomik merkezi İstanbul.
Ekrem İmamoğlu’nun mazbatası elinden alındığında toplumun ve partinizin gösterdiği tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Bu halktan bir şey olmaz’’ deniyor ya hep, 31 Mart akşamından itibaren, biz bu halkın ülkenin demokrasisini ve özgürlüklerini nasıl genişlettiğini gördük. Halk 31 Mart’ta iradesini İmamoğlu’na teslim etti ve mazbataya kadar da iradesine sahip çıktı. Bunu sadece İstanbullular için söylemiyorum; Diyarbakır’dan Edirne’ye, Cizre’den Trabzon’a kadar bütün kentlerimizde hak yerini bulsun diye seçmenler Ekrem İmamoğlu için dua etti. Bu demokrasi tutumu partimiz Cumhuriyet Halk Partisi’nin kararlılığını, cesaretini ve inancını arttırmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi, 31 Mart sürecine giderken kendi öz gücüne, kadrolarına ve halkımızın sağduyusuna güvenmiş; seçimden büyük bir başarıyla çıkmıştır. İstanbul’u da kazandık, İmamoğlu’nun da dediği gibi ne kimsenin hakkını yeriz, ne de hakkımızı yediririz. Bizim tutumumuz da tam olarak buydu. Gasp edilen hakkımızı yine alacağız. Bize güvenen milyonların umudunu boşa çıkarmayacağız.
Ekrem İmamoğlu yeniden seçildiğinde onun makamına bir kayyum atanması gibi bir ihtimal görüyor musunuz?
İktidarın hakkı hukuku tanımadığını her geçen gün yeni örneklerle bir kez daha görüyoruz. Biz hukuk ve adaletin tecelli etmesini savunuyoruz. İktidar seçilmiş İmamoğlu’nun hakkını gasp ederek, 18. günde yerine zaten Vali’yi kayyum atamıştır. Biz bu seçimle hem İstanbul’da kayyumu kaldıracağız hem de tüm ülkede kayyum anlayışına son vereceğiz. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Asla böyle bir şey yani kayyum atanmasını düşünemeyiz, bütün halkımızın sandığa gidip gönül rahatlığı ile İmamoğlu’na oy atmasını diliyorum. Halkımız kimsenin hakkını yemediğimizi, kimseye de hakkımızı yedirtmeyeceğimizi iyi biliyor.
Bugünden yakın geçmişe baktığınızda partinizin özellikle kayyum atamaları ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda bazı hatalar yaptığını ve iktidarın elini güçlendirdiğini söyleyebilir miyiz?
Erdoğan despotik yönetim biçimiyle tüm toplumu teslim almak istemektedir. Demokratik siyaseti, demokrasi güçlerini, parlamentoyu, yerel ve genel siyaseti topyekûn kendine bağlamaya çalışmaktadır. Bizi de siyaset sahnesinin dışına atmak için elinden geleni yapmaktadır. Bizim Erdoğan manevralarıyla baş ederken çok dikkatli olmamız gerekiyor. Uzun soluklu düşünmek zorundayız, elbette kürsü dokunulmazlığını, parlamentoyu ve seçme seçilme özgürlüğünü savunuyoruz.
Son yerel seçimler üzerinden toplumsal barışa bir yol açıldı. Bu trendi ülke sathına yaymak için bir projeniz olacak mı?
Biz bir hayal adası yaratamayacağımızın farkındayız, ülkenin topyekûn her köşesinin aynı anlayışla, aynı ekonomiyle, aynı demokrasi ve aynı özgürlükle yönetilmesi gerekir. Cizre’de çocuklar aç yatarken, Kadıköy’de çocuklara yabancı dil öğretemezsiniz. Aslolan her iki yerin çocuğunun da hem karnının doyurulması hem dünya vatandaşı olarak yetiştirilmesidir. Biz İstanbul’da evlerin huzuruna talip olduk. Evlerin huzuru, sokağın huzurudur, sokağın huzuru kentin huzurudur, kentin huzuru ise ülkenin huzurudur. İstanbul yerel yönetim deneyimimiz ülkeden kopuk olmayacaktır. İstanbul dahil olmak üzere Türkiye’nin önemli bir nüfusunun ve ekonomisinin yönetimi CHP’ye geçmektedir. Bizler geleceğimizi yeniden kuracağız
HDP’ye yapılanlara sessiz kalmadık
Sizin partinize ve Ekrem İmamoğlu’na yapılanlar üzerinden batıdaki toplum kesimlerinin, senelerdir HDP’li seçilmişlere yapılanları da anlamaya başladığını söyleyebilir miyiz?
Ahmet Bey, hem Van’da hem de Tekirdağ’da seçimle gelen seçimle gitmeli. Bundan başka bir kural tanımıyoruz. Halk yöneticisini seçiyor, beğenmezse onu yeniden seçmez, bu kadar basit. Bizim halkımız bu, fakat AKP zihniyeti elinden gelse halkı, kendine uygun başka bir halkla değiştirecek. İster doğuda ister batıda olsun, halk tarafından seçilmiş bir belediye başkanının keyfi gerekçelerle görevden alınmasını, uzaklaştırılmasını hatta belediye başkanının hapse atılmasını onaylamıyoruz, onaylamadık ve onaylamayacağız. Bu konuda her zaman gücümüz yettiğince karşı durduğumuzu hatırlayacaksınız. Çok kısa zamanda, tüm ülkemizin halkın istediği biçimde yönetileceğine inanıyorum.
CHP’nin yerel yönetim anlayışını bir paragrafla özetleyecek olsanız, ne derdiniz?
Ekrem İmamoğlu göreve geldikten hemen sonra İstanbul’da suyu ucuzlattı. Peki madem su ucuzlatılabiliyormuş, halka uygun fiyatla su verilebiliyormuş bizden öncekiler neden 25 yıl boyuncu yapmadılar? Yapmadılar çünkü, halkı sudan bile kâr etmeye yönelik müşteri olarak görüyorlardı. Bizim belediyecilik anlayışımız, her şeyden önce halkla birlikte kamusal hizmet anlayışıdır. Biz şirket yönetir gibi belediye yönetmiyoruz, yönetmeyeceğiz. Öncelikle ayrıştırmadan, ötekileştirmeden, partizanlık yapmadan herkesin hizmet alabildiği bir anlayışı hakim kılacağız. Kadınların, çocukların, yoksulların, yerlilerin, sonradan göçle gelenlerin yani bölgede tüm insanların huzur ve dayanışma içinde yaşadığı, birbirini komşu olarak gördüğü bir yerel yönetim anlayışını savunuyoruz.
Atanmış kimi kent mülki amirlerinin bazı siyasetçi ve milletvekillerine karşı ayrımcı davranışlar içine girdiği Türkiye’de ilk kez görülmüyor. Siz Ordu’daki olayın tanığısınız. Bu kadar büyüyen bu olay neydi, ne oldu orada, bir de siz anlatsanız?
AKP iktidarından bu yana, maalesef valilere ve kaymakamlara AKP il ve ilçe başkanı olmaları emrediliyor. Bizim alışkın olduğumuz tarafsız Mülki Amir anlayışı AKP ile birlikte terk edilmiştir. Ordu Valisi de maalesef AKP’nin rozetsiz İl Başkanı’dır. Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz bayramlaşma ziyareti büyük bir coşku içinde geçmiştir. Bunu hazmedemeyen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, rozetsiz AKP Ordu İl Başkanı’na tuzak kurdurmuştur. Geldiğimiz bu noktada Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nın bile İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde, sahada partizanca söylemlerde bulunması Ordu Valisi gibilere elbette daha da ileri gitmesi için cesaret vermektedir. Biz Türkiye’nin demokratikleşmesini savunuyoruz, daha da ucube yönetim biçimlerine son vereceğimizi taahhüt ediyoruz
Sizce CHP’nin bundan sonraki hedefleri ne olmalı?
Türkiye birbirini besleyen iki önemli krizle karşı karşıyadır. Ekonomik kriz ve demokrasi krizi. Yerelliğin ve demokrasinin ortadan kaldırıldığı, bu zamana kadar olan demokratik kazanımların yok edilerek bütün iktidarın sarayda toplandığı bir rejim ülkenin ne demokratik ne de ekonomik sorunlarını çözebilir. Huzur ve kardeşliğin yeniden kurulduğu bir ülkenin ekonomik sorunlarını da daha iyi çözebileceğine inanıyoruz. Biz hem ekonomiyi hem demokrasiyi tüm halkımızın özlediği duruma getireceğiz. Meselenin özü budur
Sizin kişisel olarak bundan sonraki hedefleriniz nedir siyaset alanında?
Ben siyasetin en alt biriminden başlayarak, her kademede hizmet vermiş bir politikacıyım. Ülkemin demokratikleşmesi, güçlü bir ekonomiye kavuşması, herkesin dayanışma ruhu içinde yaşaması, yoksulluğun olmadığı, tüm yaşam biçimlerinin kabul gördüğü bir ortamın oluşması, başta kadın ve çocukların mutlu olduğu bir düzenin hakim olması hayalim var. Bu hayallerin gerçekleşmesi için bana ne görev düşerse üstlenirim. Ancak, aslolan kişisel görev değil, toplumsal olarak insani bir yaşama kavuşmamızdır.