Sadiye Eser/İstanbul-MA
Asrın Hukuk Bürosu avukatları, açlık ve ölüm orucundan sonra 12 Haziran’da 3. kez İmralı Adası’na giderek müvekkilleri PKK Lideri Abdullah Öcalan’la görüştü. Görüşmeye giden avukatlar Newroz Uysal ve Rezan Sarıca, müvekkilleri Öcalan’la yaptıkları bu son görüşmenin ayrıntılarına ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın sorularını yanıtladı.
Öncelikle müvekkiliniz Abdullah Öcalan’ın sağlık durumu nasıldı?
Sayın Öcalan genelde hep olduğu gibi sağlık durumuna ilişkin detaylara girmedi. Ancak gördüğümüz kadarıyla iyi ve dinçti. Hatta birçok konuyu da gülümseyerek anlatıyordu.
Öcalan’ın son mesajında kendi pozisyonu olarak tanımladığı ‘Yaşatma Siyaseti’ tam olarak nasıl bir içeriğe sahip?
Sayın Öcalan, bu görüşmemizde öncelikle yapmış olduğu çağrı neticesinde eylemcilerin eylemi sonuçlandırması konusundaki memnuniyetini paylaştı. Zaten kendilerine hitaben bir mektup da kaleme almıştı. Açlık grevi ve ölüm orucu eylemi nedeniyle hayatını kaybedenleri saygıyla anarken; açlık grevini sonlandıranların sağlık durumlarını sordu. Bedenen, ruhen ve zihnen sağlıklı şekilde kendisine eşlik etmeleri beklentisini yeniden dillendirdi. Kendisi her üç görüşmemizde de açlık grevcileri ve ölüm orucu eylemcilerinin iradesine ve fedakarlığına duyduğu saygıyı ifade ederken, bunun yanında yoğunlaşma ve yetkinliği de esas aldığını ifade ediyordu. Bu eylemlerin irade ve fedakârlık konusunda taşıdığı değerin yanında bir yetersizliği de ortaya koyduğunu ifade ediyordu. “Ölüme yatabiliyorlar ama yaşamayı, yaşatmayı bilmiyorlar. Bizler ölüme karşı yaşamı savunuyoruz. Yaşatma siyasetidir bizimki, yürütemiyorlar” diyerek kendi yaklaşımını ortaya koydu.
Bu aralar İmralı’daki diğer müvekkillerimizin okumakta olduğu Hallac-ı Mansur üzerinden örneklendirmeye devam edip; “İçerdekiler Hallac’ı okuyorlar, neler gelmiştir başına, nasıl bir ölüm! Ölümü trajikti ama hakikat arayışı yolunda oldu. Ölümüne hakikati savunmuştur. Benden daha hakikat arayışçısı var mı? Adalet, özgürlük ve hakikat arayışçısıyım. Gerçek adalet, gerçek demokrasi, gerçek özgürlük. Cezaevlerinde kalmış birçoğu, 20-30 yıl vermişler ama hala ölüm siyaseti yürütüyorlar. Yaşatma siyasetinde eksik yapıyorlar. Ben de 21 yıldır buradayım işte. Kendimin de hepinizin de yaşamasını sağlıyorum. Sizler de doğru anlayışla kendinizi yaşatabilmelisiniz” dedi.
Görüşmeye dair paylaşılan açıklamada, Öcalan’ın tarihsel bir gösterge olarak ‘Türksüz Kürt, Kürtsüz Türk’ün olamayacağı’ ifadesi yer aldı. Bu belirleme, 2013’teki Newroz bildirgesinde de yer alıyor. O günden bugüne Öcalan’ın İmralı duruşunda bir değişiklik var mı?
Bu yaklaşımı sadece 2013 Newrozu’nda değil, kitaplaştırılmış tüm sunumlarında da görebilmek mümkün. Nitekim bir önceki görüşmemizde Türk-Kürt ilişkilerinin tarihsel özüne uygun olarak yeniden, demokratik ve onurlu barış zemininde karşılık bulması için 26 yıldır bir çaba içerisinde olduğunu ifade etmişti. Bu çabanın ve zorunluluğun doğru anlaşılması için 2013 Newrozu’ndaki toplumsal havayı da işaret ederek, pozitif etkiye vurgu yapmıştı. Ancak kendisi derinleşme ve yoğunlaşmalarında 2013 tarihinden de daha ileri bir aşamada olduğunu ifade etmişti. Yine Kürt-Türk ilişkilerinin onarılması zor tarihsel yaralar almasının önüne geçmeye çalıştığını da özellikle vurgulamıştı. Bu görüşmede bu konudaki yaklaşımını “Mezopotamya’da Kürtler bitirildiği vakit, Anadolu’da Türklük adına bir şey kalmaz. Kürtlerin var olması ve gelişmesi, Türk’ün de gelişmesi demektir. Bu tarihin bir göstergesidir; bizim icadımız değildir. Herkesin bunu anlaması gerekmektedir. Yoksa büyük kaybedilir. Daha önce de ‘Türksüz Kürt, Kürtsüz Türk olmaz’ ifadesini kullanmıştım. Bu böyledir. Bu dönemde de bunu kabul edip başarı şansı yakalayabiliriz. Ben defalarca anlattım, anlatmaya devam ediyorum. Tarihi bilgime güveniyorum, tarih de tüm gerçekliğiyle de apaçık ortadadır” şeklinde ifade etmiştir.
Öcalan, yine ‘ailecilik, kabilecilik, aşiretçilik tarzıyla doğru siyaset yapılmasının mümkün olmadığını, esas ve çözümleyici olanın demokratik siyaset olduğuna’ vurgu yapıyor. Bu değerlendirmesinden hareketle Türkiye’deki siyasete yönelik eleştirilerini biraz açabilir misiniz?
Sayın Öcalan birçok sorunla ilgili gözlem ve tespitlerini paylaşırken bunların çözüm yeri olarak da demokratik siyaseti işaret ediyor. Ancak demokratik siyasetin birçok eksiklerden kaynaklı bu sorunlara çözüm üretememesini de eleştiriyor. Bu eleştirilerden biri de bugün bölgede gelişen, geliştirilen ailecilik, kabilecilik, aşiretçilik tarzının yarattığı tahribat ve tehlikelerdir. Sayın Öcalan ailecilik, aşiretçilik ve kabileciliğin önemli bir kısmının sistem tarafından yeniden bilinçli bir şekilde Kürdistan’da, Şırnak ve diğer kentlerde geliştirildiğini gözlemlemektedir. Hatta bunların bir kısmının inşa edilemeyen Kürt kültür ve tarihi karşısında bizzat proje olarak ortaya çıkarıldıklarını düşünmektedir.
Bir kısım aile ve aşiretin bölgesel güçlerle birlikte koalisyon halinde ekonomik, siyasal birçok boyutuyla koruculuğa benzer şekilde Kürt toplumuna karşı büyütüldüklerini düşünmektedir. Siyasetin bu durumu eleştiri konusu bile yapamadığını ve bunun da Kürt halkına kaybettirdiğini söylemektedir. Üç görüşmedir Mem u Zin’den bahsetme gerekçelerinden birinin bu durum olduğunu söylemiş; bu hikâyenin anlaşılması bir yana artık hikâyenin isminin bile anılmıyor olmasını yadırgamaktadır. Aile, akrabalık üzerinden siyasetin doğru olmadığını ifade ederken, kendisinin de anne ve babasına karşı tüm saygısına rağmen küçüklükten beri kopmuş olduğunu, kendi öz benliğini yaşadığını ifade etmiştir. Aile ve aşiretçilik anlayışına karşı da “Anne baba isteyenlere, Kürdistan’daki tüm anne babalar herkesin anne babasıdır. Tüm çocuklar da hepimizin çocuklarıdır. Siyaset de bunları sahiplenerek ve bu sorumlulukla hareket etmelidir” demiştir.
Peki, demokratik çözüm için müzakere siyaseti, akıl, politik ve kültürel güçle sivil mücadele yöntemlerinin geliştirilmesi ihtiyacına dikkat çekerken Öcalan tam olarak neyi kast ediyor?
Demokratik bir çözüm için beklentili bir hal yerine kendini örgütleyen, geliştiren ve inşa eden siyaset anlayışını oldukça önemsiyor. Özellikle sivil alanda sivil çözümlerin geliştirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu görüşmede de Gandhi örneğini yineleyerek benzer nitelikteki sivil etkinliklerin mümkün olabileceğini söylemiştir. Sivil yaratıcı çözümlerin… Sivil alan içerisinde sivil toplum kurumlarını, inisiyatifleri, dernekleri, halkı, HDP’yi görmektedir. Sivil alanın, demokratik çözüme zemin olabilecek kapsam ve yeterlilikte demokratik müzakere siyasetiyle yani akılla, yumuşak güçle, siyaset yapmasının önemli olduğunu belirtiyordu.
Öcalan, toplumsal sorunlara çözüm konusunda üretim, yaratıcılık ve inşa temelli demokratik belediyeciliğin geliştirilmesi ihtiyacı üzerinde duruyor. Bu konuda ‘demokrasinin katalizörü olma’ rolünü oynaması gerekliliğini belirttiği HDP’ye yönelik başka değerlendirmeleri oldu mu?
HDP’yi ve demokratik siyaseti oldukça önemsiyor. Bir sorun çözüm yöntemi olarak siyasetin kendi rolünü oynayabilmesi durumunda birçok sorunun çözülebileceğini düşünüyor. Sayın Öcalan bu görüşmede de hem HDP ile ilgili değerlendirme yapmış hem de geçen hafta kardeşi Mehmet Öcalan’a anlatmış olduğu bir örneği bizimle de paylaşarak genel olarak demokratik siyaset ile ilgili bir kısım kendi yaklaşımını ortaya koymuştur. Bu görüşmede de HDP’nin demokratik müzakere partisi olduğunu ifade etmiş, ancak ‘Demokratik müzakere adına ne yapılıyor?’ diye de sormuştur. HDP’nin bir demokrasi ittifakı olarak önce kendi içindeki ittifakla demokratik müzakereyi kendi iç işleyişinde bir yöntem olarak kullanması gerektiğini ifade etmiştir. Önlerinin çok açık olduğunu, siyaseten üçüncü yolu güçlendirmeleri gerektiğini belirtmiştir. Şu an HDP’nin kazandığı belediyeler ile ilgili, “Nasıl bir belediyecilik örneği olacak? Demokratik bir belediyecilik olacak mı? Pratik, politik gelişmeler yapabilecekler mi?” diye sormuştur. Üretime, yaratıcılığa ve inşaya zaman ayırmaları gerektiğini söyleyerek, HDP’nin demokrasinin katalizörü olma potansiyelini özellikle vurgulamıştır.
‘Halk için her şeyi yaparım’
Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan’a anlatmış olduğu hikâye üzerinden genel değerlendirmeler yaptığını söylediniz. Bu hikaye ve değerlendirmeleri bizimle de paylaşır mısınız?
Sayın Öcalan, kardeşi ile yapmış olduğu aile görüşmesinde anlatmış olduğu bir örneği bizimle de gülümseyerek paylaştı. Kardeşine, “Beni alsınlar halkın hizmetine ne gerekiyorsa onu yapayım. Çöp topla desinler, çöp toplayayım. Giderim, Bağlar’da çöpleri toplarım. Sokaklarda gezerim, selam veririm herkese. Bana selam verenin de selamını alırım. Halkın içinde halka hizmet ederim. Yaparım da ne olursam olayım, halkım için yaparım. Onlar için her şeyi, en küçük işi bile ciddiyetle yaptım. Babam ile ilgili bir hatıram var unutmam. Yolmaya (pale işi) gitmiştik. Babam ağacın altındaydı. Yanına geldiğimde bana dönüp; ‘Sen ne temiz topluyorsun’ diyerek şaşırmıştı. Temiz, ciddi yapılacak en küçük işe bile kıymet veririm. Ben de öyle yaklaşırım, işini ciddiyetle yapana saygı duyarım. Başka biri farklı yapar yine küçük görmem. Benim bu halimi örnek alabilirler. Herkes mesela evinin önünü temizlesin. Temizlik önemli, her yere gereklidir. Sokaklara, şehirlere, insanlara siyasetlere de gereklidir” dediğini paylaştıktan sonra her sabah uyandığında kendine, üretimi olup olmadığını bu koşullarda ne üretebileceğini sorduğunu söyledi. Devamında da “Ben burada bu halimle bile yararlı olabiliyorum. Diyarbakır sokakları bugün başıboşlarla dolmuş. Amed’in göbeğinde bunlar neden yapılamıyor?” diye sordu.
Üç görüşmede de Öcalan dikkat çekici şekilde Mem û Zîn destanından örnekler vermekte. Bu destan üzerinden Kürt kültür ve tarihiyle ilgili değerlendirmeler yaptığı anlaşılıyor. Bu konuda bir diyaloğunuz oldu mu?
Evet, haklısınız Sayın Öcalan bu görüşmede de Mem û Zîn üzerinden, Cizre üzerinden Kürt kültürü ve tarihi konularında değerlendirmelerine devam etti. Cizre’nin Kürt kimliğinin merkezi özlerinden biri olduğunu, Cizre gençlerini ve kadınları düşündüğünü ancak zengin kültürü düşünüldüğünde çok geriden geldiğini, kültürle yaşam halinin zayıflamış olduğunu söyledi. Kendisi de çocukken okulda Türkçe eğitim gördüğünde Kürtçe eğitim neden olmuyor diye kafaya taktığını ifade etti. Kendisinde bir şeylerin ta o zamandan başladığını, bunun temelinde de kültüre, dile bağlılığın olduğunu belirtti. Şu an için en büyük özlemlerinden birinin hala çocukken evden okula yürüdüğü o yolu tekrar yürüyebilmek olduğunu söylemiş, bunun da öyle basit bir durum olmadığını, anlamlı olduğunu ifade etmiştir. Kimsenin karamsar olmamasını; içini karartmaması gerektiğini söylemektedir.
Ahmede Xanî bir filozof olarak böyle bir destan için Cizre’yi seçerken, 16. yy öncesinden bu kültürün ve kimliğin taşıyıcısı olarak destanın ruhuna uygun gördüğü için seçtiğini, Cizre’nin bugün de bu ruha uygun olması gerektiğini söylemiştir. Mem û Zîn imkansız bir aşktır; Mem imkansızı istemiştir. Sayın Öcalan hikayeyi bir aşk hikayesi olarak değil, sosyolojik analizlerle ele almaktadır. Tarihi ve günceli de bu şekilde okumaktadır. Hikayede dikkat çektiği karakterlerden biri Beko’dur. Ona göre hikayede bir Beko varken, bugün bin Beko vardır. Hatta toplumun büyük bir çoğunluğunun da Beko’ya dönüştürüldüğünü söylemektedir.
‘Bir kadına yapılan, tüm kadınlara yapılmış sayılmalı’
Öcalan’ın paradigmasının temel başlıklarından birinin Kadın Özgürlük Mücadelesi olduğu biliniyor. Nitekim kadınların yaşadıkları sorunlara ilişkin hassasiyetleri de oldukça güçlü. Son görüşmede bu konuda neler söyledi Öcalan?
Evet dediğiniz gibi bu görüşmede Sayın Öcalan’ın en çok gündemine aldığı konulardan biri bu oldu. Özellikle kadın cinayetleri ve küçük yaşta evlilik meseleleri… Vurgulu ve tepkili bir şekilde her gün kadın cinayetlerini okuduğunu söyledi. Bizim toprağımızda, coğrafyamızda her erkeğin evlendiği kadına yüzde yüz malı gibi baktığını ve bunun kesinkes her erkek için aynı olduğunu ifade etti. Bunun 15 bin yıllık düzen sonucunda toplumsal genetiğe işlemiş olduğunu belirtti. Kadınların da moderniteyle, modern hayatla ucuz birkaç iddiayla özgür evlilik yaptığını sandığını, sonra televizyondan, hayattan vs. görüp sınırlar aşıldı mı, kadını kendi malı gören erkeğin de kadını şiddetle sınırlamaya çalıştığını söyledi. Bu durumu Roma’- daki efendi-köle ilişkisine benzetti.
Roma’da da efendinin köleleri öldürme hakkı olduğunu, efendisi koluna vurduğunda da kölenin “yapma artık işe yaramayacağım” dediğini söyledi. Her kadın için durum hemen hemen aynı. Neolitikten bu yana da kadın köleliğinin mutlak kölelik olduğunu belirtti. Sayın Öcalan devamla “Bana yapılmadı düşünmesin kadınlar da; hemcinslerinize yapılan hepinize yapılmıştır.
Daha önce Özgecan örneğini vermiştim. Aynı zihniyet katletti onu, tecavüz etti, yetmedi, kolunu kırdı, yetmedi gözünü çıkardı ve en sonunda yaktı ve öldürdü. Hepsini yaptı. Görüyorsunuz genelde aile içinde yaşanıyor bunlar. Toplumun geldiği durumu gösteriyor. Bunları kim düşünüyor? Kadın cinayetleri var, toplumsal sorunlar var, ekonomik sorunlar var ama çözüm bulacak siyaset yok. Buna akıl yürütecek insan yok. Siyaset yapılmıyor. Küçük yaşta evlendirme meselesi de vardı. Çocuk hepsi, her bir sorun ayrı önemde ama sadece bu çocuklar için de olsa on tane devrim yaparım” demiştir.