İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yarışının ikinci adımı önceki akşam gerçekleştirildi. İlk yarış 31 Mart’ta gerçekleşmiş ve Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu birinci bitirdi. 31 Mart seçimlerindeki kadar bir heyecan yaratsa da beklenen sonuç beklentiye uygun olmadı. Gazeteci İsmail Küçükkaya’nın moderatörlüğünü yaptığı programda, Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu ile Cumhur İttifakı’nın adayı Binali Yıldırım, İstanbul üzerine konuştu. 31 Mart seçimleri ve sonrasında yaşananların damgasını vurduğu tartışmada, mevcut durum, İstanbul’un ihtiyaçları, eksikler ve yanlış uygulamalar, yapılacaklar ve yapılması gerekenler konusunda iki taraf konuştu.
Binali Yıldırım’ın birkaç kez Ekrem İmamoğlu’na hitaben “Yalan söylüyor” ifadelerinin dışında iki rakip 31 Mart sonrası doruğa çıkan tansiyonu düşüren, kavga etmeden konuşmayı öne çıkaran bir yaklaşım içinde oldu. Program tansiyonu düşürme üzerine kurulduğu için moderatör de yarışmacılar da çok fazla akılda kalacak şeyler söylemedi. Ancak, İmamoğlu, dersine oldukça iyi çalışmış, inanarak konuşan biri gibi öne çıkarken, Binali Yıldırım beklenenden iyi bir performans göstermesine karşın, Anadolu Ajansı, belediyede yaşanan usulsüzlüklere ilişkin Sayıştay raporlarındaki rakamların yanlış olduğu, yine FETÖ yurtlarında ya da okullarında bulundunuz mu, bu yapının içinden kimseyi tanıyor musunuz sorularında sadece “yok” demekle yetinmesi, izleyicinin unutamayacağı noktalar oldu. Ancak bence tartışma programına asıl damgasını vuran moderatör İsmail Küçükkaya’nın “Türkiye Cumhuriyeti’ne aşık Kürt seçmen için ne vaat ediyorsunuz?” sorusu ve bu soruya verilen yanıtlar oldu. Küçükkaya’nın cümlesi dahi Kürtlerin bir gazetecinin gözünde “aşık” ve aşık olmayan tasnifine tabi tutulması, bilinç altında Kürt meselesinin kabul edilirlik durumuna işaret ediyor. Ya da onu böyle bir cümle kurmaya itti de denebilir.
HDP’nin seçim tavrı
Soruya verilen yanıtlara gelince, her iki aday da mümkün mertebe çok genel geçer şeyler söylemeyi tercih ettiler. Seçmen arasında ayrım yapılmayacağı vurgusu öne çıktı. Her iki adayın da bunu ifade etmesinin asıl nedeni, meselenin can alıcı noktası olmasıydı. Nedir o? İstanbul’daki seçimlerde kimin kazanacağı konusunda Kürt seçmeninin belirleyici olma durumu… 31 Mart seçimlerinde bu çok net ortaya çıktı.
Sadece İstanbul’da değil, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Mersin’de Millet İttifakı adaylarının kazanmasında HDP’ye oy veren Kürt seçmenin belirleyiciliği tüm taraflarca kabul ediliyor.
Bir diğer deyişle büyük kentlerde aday göstermeyerek, AKP’nin 2015’ten bu yana izlediği politikayı geriletmek ve demokrasiyi güçlendirmek adına HDP’nin ortaya koyduğu stratejinin başarılı olduğu ortaya çıktı. Ve önemli sonuçlar doğurdu.
Birincisi, bu tutum, hiç kimsenin ummadığı boyutta bir etkileyicilik ortaya çıkardı. HDP’yi bir anda seçimi tayin eden bir güç haline getirdi. 31 Mart seçimleri sonrası ortaya çıkan tablo, “HDP, Kürtleri temsil etmiyor” söyleminin toplum nezdindeki kabul durumunu tümüyle tersine çevirdi denilebilir.
İkincisi, Kürt seçmeni ve HDP’nin seçim stratejisi, particilik yapmak, kendisine oynamak yerine Türkiye’nin demokratikleşmesini amaçlayan toplumsal bir çıkara oynayarak, kendisini dışlayanları ciddi anlamda mahcup ederken, CHP, Saadet Partisi hatta İYİ Parti tabanında dahi büyük bir teveccüh ve saygınlık yarattı. 31 Mart sonrası yapılan açıklamalar bakın isterseniz… Bu tutum, aynı zamanda Kürtleri ve HDP’yi kimlik bazında ötekileştirme ve dışlama yaklaşımının da ne kadar beyhude olduğunu seçmene ve toplumun geneline gösterdi. Hatta bu genel çıkara ilişkin yaklaşım ve ilkesel tutumu sonuna kadar yürütmesi AKP tabanındaki Kürtleri de etkiledi denilebilir. Bunun sonucudur ki, Kürt seçmen HDP’nin seçim stratejisinin toplumsal çıkar açısından en doğru karar olduğunu sandık başındaki tutumuyla teyit etti.
Kürt seçmenin, İBB seçimlerinde dahi bu kadar öne çıkmasını doğrudan Kürt meselesinden kaynaklı olduğunu kim inkar edebilir ki? Kürt sorununu şiddetle çözmenin her seferinde bunu yürütenlere çelme taktığı bir kez daha ortaya çıktı. Ancak bu sorun hala çözüm beklediği için iki aday da sonuca olumsuz etki edecek bir hata yapmamak adına bundan el verdikçe kaçındı. Gerçekte bu konuda söylenecek sözler hem seçimi belirleyen Kürt seçmen nezdinde, hem de milliyetçi duyguları kabartılmış Türk seçmen açısından bumeranga dönüşüp vurabilir.
Köy boşaltmalar ve İstanbul’a göç
Olayın diğer boyutu, Kürt seçmenin İstanbul seçimlerine bu kadar etki edecek bir nüfusu içermesi, bir kez daha bizi Kürt meselesinde izlenen yönteme geri götürüyor. 90’lardan bu yana Kürt sorunun önce yok sayılması ardından da şiddetle çözümü sonrası Kürt illerinde yaşanan köy yakmalar, baskınlar, faili meçhul cinayetler, sürgünler sonrası ortaya çıkan göçlerin önemli bir ağırlığı İstanbul’a oldu. İstanbul nüfusunun bu kadar artmasında ve bugün problem haline gelmesinde de Kürt sorununun hala çözülmeyi bekliyor olması var.
Ekrem İmamoğlu’nun “İstanbul’un yönü belli değil”, “İstanbul nüfusunu ne olması gerektiğini bir an önce belirlemek lazım” sözleri ile Binali Yıldırım’ın övünerek, “geçen yıl 60 bin kişi İstanbul’dan taşındı, bunu bizim diğer bölgelerdeki yatırımlarımız sağladı” sözleri, İstanbul’daki devasa yığılmayı gösteriyor. Bu göç hala sürüyor ve önemli bir kısmı Kürt illerinden diğeri Suriyeliler… Bu durumda İstanbul’da nüfusu azaltmanın en can alıcı noktası Kürt illerinin gerçek anlamda kalkındırılmasından geçiyor. Bu da ancak Kürt sorunun barışçıl çözümü ile mümkün olabilir. Nitekim 2013-2014’teki geriye dönüşler, bölgedeki nüfus hareketliliği, canlanma, ekonomik veriler de bunu doğruluyor. Belediyelerin DBP ya da HDP tarafından yönetiliyor olması vs…
Kürdistan bile dedirtti
Tüm bunlar İstanbul’un kaderinin de bir anlamda Kürt sorununa bağlı olduğunu ortaya koyuyor. Bu belirleyicilik ve kendini dayatan durum sonucudur ki, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Kürtçe’nin öğretilmesine ihtiyaç olduğunu söyledi. Eski Başbakan ve İBB adayı Binali Yıldırım’a “Kürdistan”, Devlet Bahçeli’ye de Kürt kardeşlerim dedirtti.
Her ne kadar bunlar seçimi gözeterek, çıkarsal açıklamalar olsa da, nasıl ki ağızdan çıkan sözü bir daha geri koymak mümkün değilse, Kürtçe, Kürt, ve Kürdistan için söylenenler de Kürt meselesini gündemden düşürmek bir yana her geçen gün daha çok konuşulmak zorunda olduğunu işaret ediyor.
Fırat’ın doğusuna operasyon!
Bunun bir nedeni de AKP hükümetine en büyük zorluğu çektiren ekonomik krizin de yine Kürt sorunundan çıkmış olmasıdır. Türkiye’nin Afrin’i kontrole almasının asıl nedeninin Kürt meselesi olduğu çok aşikar. AKP hükümetinin Kürt sorununu askeri yöntemle çözmeyi esas aldığı 2015’in sonu, ekonomideki dengelerin bozulmaya başladığı, Afrin operasyonu ise ekonomik krizin tetiklendiği süreç oldu. Önceki akşam Binali Yıldırım’ın İBB adayı olarak İstanbul’da yığılmış Suriyelilere ilişkin getirdiği çözüm önümüzdeki günlerde epey tartışılacak. Ağzından mı kaçırdı yoksa öylesine mi söyledi bilinmiyor ama Binali Yıldırım, İstanbul’dakiler başta olmak üzere Suriyeliler için yeni adres olarak Fırat’ın doğusunda DSG’nin kontrolündeki bölgeyi gösterdi. DSG’yi buradan çıkarıp Suriyelileri buraya yerleştireceğiz söylemi, tartışmayı o ana kadar mevcut konumunu koruyan AKP’li Kürt seçmen için büyük bir düşkırıklığı olacağını söylemek abartı değildir. Bir hafta önce Kürdistan diyen Yıldırım’ın bu söylemiyle hem Kürtlere bakışındaki eşit yaklaşım yönündeki söylemlerini tersyüz etti hem de kendini boşa çıkardı. Daha da önemlisi Kürt seçmen nezdinde büyük bir endişe yarattı. Yeni bir savaşın kapıda olduğu işaretlerini verdi.
Buna karşılık, soruya hak, adalet ve eşitlik çerçevesinde yaklaşım ile yanıt vermesi, İmamoğlu’nu hem 31 Mart seçiminde kendisine oy veren Kürt seçmen hem de AKP’li Kürt seçmen nezdinde tek tercih haline getirmiş denilebilir.