Savaşın her gün biraz daha gündeme girdiği ve genişlediği Ortadoğu’da bu soruyu sormanın, dahası bu soruya verilecek cevabın fazla bir anlamı olmayabilir. İçerisinde bulunduğumuz siyasi sürecin somut halinden ötürü bu şekil bir sonuca götürebiliyor. Ama elbette her savaşın veya savaş halinin temelinde sosyolojik ve politik sebepler, bu sebeplerin siyasi manada bir kütlesi, ortaya çıkaracağı sonuçlar ve tüm bunların oluşmasının veya tükenmesinin süresi vardır. Dolayısıyla bu çerçeveden yaklaşıldığında son derece gerekli, cevabını bulması gereken soru olma değerini kazanıyor. Aksi durumda düz bir yaklaşım içerisinde olunur ve bu yaklaşımın etkisiyle bir sonuca ulaşılır ki bu insanı yanlışa götürebilir. Savaşan güçlere bakıp bu güçlerin kaba manada zihni ve maddi güçlerinden hareketle bu ya da öbürü kazanır demeye götürür ve bu da özellikle çağımız açısından gerçekliği anlamada, onu ifade etmede çok yetersiz kalmaktadır.
Her şeyden önce çağımızda kapitalist sınıflı uygarlığın liberal ideoloji ve paradigmayla birkaç asırdır gerçekleştirdiği tahribata rağmen toplumsal bir direniş gerçekleşti ve tüm sorunlu, aksak yanlarıyla beraber toplumsallık, dolayısıyla insanlık varlığını korudu. Şimdi çok sorunlu haliyle sorunlarının çözümünü dayatıyor. Batı toplumlarından Afrika’ya, Uzakdoğu’da, her yerde bu var. En sorunlu toplumlar, toplumsallıklar Ortadoğu’da bulunmaktadır. Sızı en çok burada var. Kürtleri, Anadolu ve Mezopotamya halklarını, Ortadoğu halklarını söz konusu etmemiz lazım. Şöyle bir temel ilkeye yakın tarihin ortaya çıkardığı sonuçlardan varabiliriz. Kapitalist sistem, onun pozitivist paradigması, liberal ideolojisi toplumsal sorunları en negatif manada bile çözemedi. İddia edilen hiçbir toplumsal sonuca bu zihniyet ve siyasetle ulaşılamadı. Ne sanayiye geçmekle, ulus-devletler sevisine ulaşmakla, ne aydınlığın, rasyonel aklın izinde gitmekle insanlığın sorunları çözülebildi. Hele sermaye düzenine daha fazla geçmekle bunların olmasının bırakalım mümkünatını, tersinden en temel sebebi olduğu herkes tarafından kabul görmekte.
Buna mukabil soldan geliştirilen söylemlerin esasta doğru olduğu da kabul gören bir anlayıştır. Teorik yetmezlik ve bunun yol açtığı yöntem yanlışlıkları ne yazık ki bunu gölgede bıraktı. Ama bu durum söylemin yanlış olduğunu göstermez. Kapitalist modernite ideoloji ve paradigmasıyla sömürgen bir sistemdi ve bunun doğru olması mümkün değildi. Doğru olan toplumsallık adına gelişme sahibi olmaktı. Sosyalizm buydu, bunu ifade ediyordu. Fakat reel sosyalist yaklaşım bunu sağlayamadığı gibi geriletmesini beraberinde getirdi. Bunu sonucunda sol söylemin tartışılmaya açılması belli bir ufuk açmış olsa da aslında bir zaman yitimini doğurdu. Şimdi şaşırtıcı bir şekilde bunun tahlilini bütünlüklü yapan ve söylemi sadeleştirip yeni dönemin teorik ve politik argüman ve araçlarını oluşturan Kürt liderliği oldu. Toplumsal özgürlükleri bakımından en zayıf konumda bulunan Kürtler bu şekilde diğer uçtaki zirve konumuna ulaşmış oldu.
Peki, gerçek anlamda neredeyiz. İnsanlık nerde bulunmakta, nereye doğru yol almaktadır. Tabi bunu sosyolojik ve politik olarak soruyor ve böyle bir yanıt peşindeyiz. Çok özetle buraya birkaç cümle ile sığdırmak zor. Ama bu şekil de olsa ifade etmek lazım.
Kapitalist sistem bugün yapısal bir kriz içerisindedir. Sorunları çözemediği gibi kontrol durumunu da yitirmiş gibidir. Siyasal tahlillerin belki de en önemli dayanaklardan biri bu olmadır. Bu durum sistemin hegemon gücü ABD’nin durumunu ifade etmektedir. Sistemin zihniyet ve siyaset olarak iflasın çöktüğü yer burası olmaktadır. Ortadoğu’da giriştiği savaşlarla nasıl bir sonuca varacak belli değil gibi. Savaşı İran’a taşımak istiyor. Ama nereye varacağı meçhul.
Avrupa bir ayrışma sürecine girmiş bulunuyor. İngiltere AB’den çekildi. Siyasal ve sosyal bir çözülüş yaşamakta.
Ortadoğu’nun ulus-devlet ve Arap rejimleri en zayıf halka konumundadır. Statükoyu koruyan güçlerin tarafında yer alarak konumlarını güçlendirmeye çalışıyorlar. Bunların başında İran ve Türkiye gelmektedir. Ortadoğu dengeleri oluşturulurken en belirleyici güçler bunlar olmaktadır. İran kendi meşruiyetini kabul ettirme çabası içerisinde olurken Türkiye bölgenin eski statüsünü koruyarak kendi ulus-devlet sistemini baki kılmanın savaşı içerisinde olmaktadır. Bunu da Kürtleri bitirerek yapmak istediği açıktır. Fakat Kürtlerin direnişlerinin yanında, üzerine kimi çevrelerin söylemdeki sol veya anti emperyalist tandanslı örtülerine rağmen kapitalist sistemin ulus-devlet modelini esas almakla kendilerinin ne olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İşte bir taraftan bu, diğer taraftan direniş Türkiye’yi de bir yol ayrımına getirip bıraktı. İstanbul’da seçimin ikinci defa yapılacak olması bunun sonucudur. Ve Türkiye’nin de bir ayrışma noktasına gelmesiyle süreç tamamlanmış oluyor. Artık ikilemli bir sürece girmiş bulunuyoruz. Özgürlüğe, farklı düşünme ve yaşamaya imkân oluşmuş oldu. Gerisi mücadeledir artık.