Bir karabasan gibi olduğunu söylemişti. Benimle konuşurken o günleri hatırlayıp, gözleri buğulanıyordu. Doğru kelimeleri seçtiğinden emin olmak istiyordu. Acımasız, empatiden uzak, haris ve kötüydü dedi. Yaşananların üzerinden çok zaman geçmiş olmasına rağmen en
ince detaya kadar her şeyi hatırlamak…
İnsan, unutmaz.
Anlattığına göre hikâyenin bir başı vardı tabi ki. Herkes gibi o da kura sonucu kendisine çıkmış apartman dairesine ailesiyle birlikte yerleşmişti. Eşyalar taşınırken ortaya çıkan sosyal tablo, kıt kanaat denkleştirip bu daireye sahip olmaktan başka bir hedef olmadığı için, bir çizik yemek masası, üç-dört iskemle, bir koltuk, üç döşek, bir sandıktan başka bir eşyası olmadığını gösteriyordu. Fakirdiler. Buzdolabı ikinci eldi. Çamaşır makinaları yoktu. Arabaları yoktu. Olsun, bir evleri vardı, başlarını sokacak. Çok içten davranıyorlardı. Bu içtenlikle apartmanda hemen hemen herkesin dostu oluverdiler. Gece gibi karanlık ve boş duran bütün daireler sahiplerine kavuşunca apartmana hayat geldi. Herkes birbiriyle görüşmeye başladı. Bu görüşmelerde hep o fakir ailenin reisi ve eşi ön plana çıktı. Bu apartmanı civardakilerden temiz, düzenli, mis gibi yapmak için basit ama geçerli planları vardı. Kaba inşaat sırasında özensiz davranılan boru sistemi, elektrik kablolarının döşenmesi sırasında baştan sağma iş yapılması gibi konulara dikkatle ve özenle yaklaşıyordu. Her defasında dışardan bir tanıdığını getirtip tıkanma/kopma gibi sorunları gidermeye de başlamıştı.
Çok geçmeden kendisine apartman yöneticisi olmasını teklif ettiler. Kabul etti. İlk yaptığı iş apartmana bir görevli bulmak oldu. O konuda diğer sakinlerle konuşup görüş alması gerekirdi ama olsun dediler. Sonuçta hepimizin iyiliği için çalışıyor diye düşündüler. Üstelik bulduğu görevli tanıdığıydı, güvenmese işe almazdı. Kendi halinde bir adam görünümündeydi, bu görevli. Bodrumdaki yarı karanlık, iki oda bir tuvalet yere yerleşti. Görevlinin işe başlamasıyla daha önce deterjandı, kovaydı, fırçaydıdan ibaret olan harcama listesi gittikçe ama ufak ufak, fark çok belli olmadan artmaya başladı.
Artık apartman boşluğundaki bütün camlar ayna gibi tertemiz, bütün merdivenler sabun kokulu, bütün tırabzanlar pırıl pırıldı. Yönetici apartmanda kapı önü paspasının aynı olması gerektiği fikrini de kabul ettirince onun sattığı pahalı paspasları da apartman sakinleri almak durumunda kaldılar. Derken bir örnek kapı önü lambaları alındı, ardından adına diyafon denen kapı zilleri bir örnek değiştirildi. Zilde çalan müzik de aynı oldu. Bu süre içinde yapılan yönetici toplantıları bu yöneticinin sesinden başka kimsenin ses çıkartmadığı toplantılara dönüştü. Herkes evindeki ikrama, kapıdan çıkarken komşulara dağıttığı küçük hediyelere (tükenmez kalem, not defteri, küllük, nihale gibi şeyler) tav olmuştu. Ne yüce gönüllüydüler ne iyiydiler, hiçbir karşılık beklemeden bu kadar zahmet ediyorlardı vesaire… Apartmanın küçük bahçesinde bulunan kiraz ağacı bakım istiyor diye, dut ağacı pisliği bol diye kesildi. Yağmurda mis gibi kokusu duyulan iki avuç toprak çamur oluyor diye fayansla kaplandı. Bahçeyi ve apartmanın sınırını belirleyen tel, kedi/köpek giriyor diye yüksek duvarla çevrildi. Kazara giren kedilerin ölüleri çöp kutusunda bulundu. Apartman sakinleri şikâyet etmeye başladıklarında bizim fakir yönetici ve ailesi artık fakir değildi. Adamın ne iş yaptığını kimse öğrenemedi ama işleri iyiye gitmişti anlaşılan. Evdeki kırık ve çizik mobilyalar çoktan değişmişti. Hanımının ve kendisinin lüks arabası vardı, birer tane. Apartman görevlisinin de bir arabası, bir karısı, bir pahalı telefonu vardı, artık.
Bir zaman sonra çocukların bahçede oyun oynamasını, yazın herkesin balkonda oturmasını, gece ondan sonra misafirliği, bahçe duvarına yaslanıp sigara içilmesini yasakladı. Apartman sakinleri yöneticiden gizli toplantı yapıp ondan kurtulmanın yollarını aramaya başladılar.
Bir iş birliği gerekiyordu.
Ancak halihazırdaki apartman yönetiminden memnun olanlar da yok değildi.
Devamı haftaya…
O da belki.