Toplumu yıllardır baskıcı bir yönetsel aygıtla hizada tutmaya çalışan rejimin ilk defa bu sayede güç kaybına uğradığını gördük. Bu kaybın bedeli ağır da olsa, kazanımın karşılığı da bir o kadar büyük olacaktır. Nitekim ağırlıklı ekseriyeti güvenlik merkezli olan siyasi ve ekonomik sistemin artık yürüyemeyecek bir noktaya taşınmıştır. Muhalefetin ortaya çıkardığı sonuç her ne kadar homojen bir mücadele biçimi olmasa da, hükümeti yeni bir siyaset yapma alanına zorladığı toplumsal aynadan net bir şekilde görülmektedir. Bunun en belirgin evrelerinden biri de 31 Mart yerel seçimleri döneminde muhalefetin yürüttüğü yumuşak siyasi atmosfer olmuştur.
Hiç şüphesiz söz konusu atmosferin en görülür yanlarından biri de Halkların Demokratik Partisi’nin seçim beyannamesinde oluşturduğu dil, söylem ve eylem birliği ve uyumuydu. Kampanya boyunca muhafaza edilen o barış dili toplumda meydana gelen dönüşümün ilk momentlerinden biri haline geldi.
O güne kadar hem mevcut siyasi aktörler hem de muhalefet, resmi söylem olarak totaliter elementleri öne çıkaran öğelerden oluşuyordu. Özellikle yeni sistemle beraber, seçimlerin dayattığı ittifak zorunluluğu karşısında yeni bir siyasal strateji ve toplumsal barış denklemini kuran Halkların Demokratik Partisi, iktidarın yenilmezlik mitini bizatihi kıran bir özne olarak, bu sürecin kurucusu, yürütücüsü ve icracısı oldu. Sadece bunu yapmakla kalmadı, aynı zamanda yıllardan beridir bir araya gelme cesaretini göstermeyen ana muhalefetin diğer muhalefet partilerle hareket edebilme kabiliyetine de ciddi oranda katkı sundu. Kendi kurucu felsefesine tekrar ciddi anlamda yönelen HDP, demokrasi güçlerinin zorunlu birlikteliği çerçevesinde oluşturduğu stratejik denklemin önemli oranda etkili olduğunu, özellikle seçimlerin sonucunda tekrar göstermiştir.
Ortaya çıkan seçim sonuçlarının, bu denklemi doğruluyor nitelikte olması beraberinde toplumsal bir dönüşüm imkânı yarattığını özellikle yenilenecek olan İstanbul seçimleri çerçevesinde bir daha görüyoruz. Bu çerçeveyi pekiştiren her ne kadar 31 Mart seçimlerinin “çukur aynası”nda kesişen teorik ve pratik denklem olsa da, seçim sonrası yürütülen oyun kurucu siyasetin rolü oldukça büyüktür.
Oyun kurucu bir denklemle, inşa ettiği dille, demokrasi ve barış atmosferini özellikle somut kazanımlar anlamında ne denli toplumsal bir dönüşüme kapı araladığını bugün İstanbul seçimleri bağlamında yapılan tartışmalardan tekrar gün yüzüne çıkmaktadır. Bahsi geçen aynayı isterseniz olgusal bir ölçüt olarak algılayalım, isterseniz mecazî manada bir metafor olarak ele alalım, söz konusu cisimlerin aynanın odak merkezinde kesişmemesi durumunda hiç kimsenin seçimleri kazanma şansı olmayacaktır. Bu da dolambaçsız olarak şu demektir: Işınların esas kaynağı HDP’dir ve bu kaynağı kapsamayan hiçbir odak merkezinin kazanma şansı yoktur ve ortaya çıkacak olan her sonuç zahiri olacaktır.