Bu ülke halkı hiç bu kadar aşağılanmamıştı. Din hep siyasete malzeme edilmişti ama yüz binlerin “haydi namaza” diye bir siyasi partinin mitingine götürüldüğü görülmemişti. Ya da canlı yayında imamından cemaatine herkesin numara yaptığının alenen görüldüğü ibadet şovları düzenlenmemişti. İktidarlar Trabzonluyu Kürde düşman etmeyi akıl etmişti ama Trabzonluyu Pontus ilan ederek düşmanlaştırmayı deneyen olmamıştı. Kürde “Kürdistan” sözcüğünü kullandığı için zulmeden çok olmuştu ama Kürdü “Türkiye’de Kürdistan diye bir yer yok. Kuzey Irak’ta var. Defol oraya git” diye aşağıladıktan sonra, “Büyük Millet Meclisi’nde Kürdistan mebusu vardı” deyip şirinlik yaparak Kürdün oyuna talip olan olmamıştı. Örnekler bol…
Halka hiç bu kadar balık hafızalı, onursuz, idraksiz, aptal muamelesi yapılmamıştı. Belli ki AKP, 31 Mart’ta kaybettiği İstanbul’u 23 Haziran’da kazanabilmek için küskün AKP’lilerin gönlünü almaya, Kürtleri AKP’den uzaklaştırıp CHP’ye doğru iten söylemden çark etmeye, Karadenizlilik bağı ile İmamoğlu’na oy verenlerin bir daha oy vermesini engellemeye çalışıyor. Hem itiraf olacak hem inkâr, hem kutuplaştırma olacak hem uzlaşma, hem sertlik olacak hem yumuşama…
Bütünlüklü bir kampanya kaygısı gütmeden her bir başlık için ayrı bir taktik izliyor ve burada halkın gözünün içine baka baka yalan söylemekten, dün dediğini bugün inkâr etmekten, bütün değerleri ayaklar altına almaktan, en tehlikeli toplumsal gerilimleri tetiklemekten çekinmiyor. Bunda elbette AKP’nin Erdoğan’ın şahsından başka hiçbir şeye bağlı olmamasının onun örgüt niteliğini zayıflatması ve ahenkli çalışma yeteneğini ortadan kaldırması etkilidir.
Dar bir zaman aralığında ve onca iç ve dış krizin etkisi altında partinin yaşadığı panik halinin de etkisi olabilir. Ama mesele AKP’nin neden başarılı bir kampanya yürütemediğinin ötesindedir. AKP kabahatlerini örtme ya da halkı kandırma konusunda eskisine göre başarısızdır ve buna dertlenmek başkalarının işidir. AKP özünde olmayan bir şeyi sergilememekte, aksine dinbazlığıyla, ırkçılığıyla, saygısızlığıyla ve halk düşmanlığıyla içinde ne varsa onu ortaya koymaktadır.
Akılcı bir izah getirilemeyen hamleleri bunun yansımasıdır ve 23 Haziran’da halk tarafından yanıtlanmayı beklemektedir. ‘Bu gerçeği anlatmamız lazım’ Diyanet, İstanbul’un fethinin 566. yıldönümünü gerekçe göstererek, gelenekte var olmayan bir biçimde 1 Haziran akşamı Yenikapı’da büyük bir namaz etkinliği düzenleneceğini duyurmuş, “313 bin kişi ile Enderun teravih namazında buluşuyoruz” diye çağrı yapmıştı. AKP ile özdeşleşen Yenikapı Miting Alanı’ndaki bu etkinliğin ibadet değil siyasi bir şova dönüşeceği yönündeki tahminler doğrulandı ve Erdoğan etkinliğe katılarak, 23 Haziran seçimine yönelik bir konuşma yaptı. Erdoğan, muhalefetin İstanbul’u Konstantinapol olarak görmek istediğini ima ederek, ad vermeden İmamoğlu’nu hedef aldı: “Burası İstanbul, bir diğer adıyla İslambol.
Burası Konstantinapol değil. Ama burayı böyle görmek isteyenler var. Böyle görmek isteyenlere karşı 22 günümüz var. Gece demeden, gündüz demeden tüm kardeşlerimize ulaşmamız lazım. Onlara bu gerçeği anlatmamız lazım.” AKP’li yöneticiler İmamoğlu’nun Trabzonlu olmasından ve bir Yunan gazetesinde Pontuslu diye anılmasından hareketle, İstanbul’u kazanmasının büyük bir oyunun parçası olduğunu savunmuş, Rum ve Bizans çağrışımlarıyla milliyetçi muhafazakâr kesimlerde İmamoğlu’na karşı tepki oluşturmaya çalışmıştı.
Erdoğan, Yenikapı konuşması ile bu kampanyanın ardında kendisinin olduğunu gösterdi. Her ne kadar AKP Grup Başkanı Naci Bostancı, Pontus söylemi üzerine kurulu kampanyanın AKP’ye zarar verdiği ve başkalarınca kurgulandığı şeklinde mesajlar yayımlayarak “Kızım sana söylüyorum, gelini sen anla” diye parti içine mesaj verse de emir büyük yerdendi ve AKP’nin etkili isimleri İmamoğlu’nu ve onu destekleyen Karadenizlileri “Pontus” diye hedef göstermeyi sürdürdü. Ancak bu kampanya Trabzon’da ve Doğu Karadeniz’de ters bir tepki yarattı.
İmamoğlu’nun bayramda Trabzon, Ordu ve Giresun’a düzenlediği ziyaretler, uzun süredir görülmemiş kitlesellikte mitinglere dönüştü. Doğu Karadeniz açısından bir kırılma olarak nitelenebilecek bu an, Soylu’ya havaalanı çıkışında “Akıllı ol!” diyen yurttaşın uyarısında simgeleşiyordu. O esnada Binali Yıldırım da Kürt illerinde dolaşmaktaydı ve konuşmasının içinde pe-ke-ke ve Kürdistan geçirip bir iki Kürtçe sözcüğü de kağıttan okuyarak kendince gönül almaya çalıştı. Kürt siyasetçilerin Kürdistan sözcüğünü kullandığı için Meclis’ten atıldığını, Erdoğan’ın daha birkaç ay önce defalarca “Defolun Kürdistan’a” diye hakaretler yağdırdığını hatta tam da o günlerde bölgedeki AKP’li belediyelerin Kürtçe tabelaları indirdiğini bilenler açısından Binali Yıldırım sempatiklik yapmıyor, Kürtleri aptal yerine koyuyordu.
Nitekim, Kürt hareketi Öcalan’a tecridin kaldırılmasından Kürtlere karşı söylemin yumuşamasına kadar tüm bu manevraların AKP yenildiği için gerçekleştiğini biliyor ve Kürtler 23 Haziran’da AKP’ye 31 Mart’tan da güçlü bir yanıt vereceklerini ortaya koyuyor. Tabii işe yaramasa bile AKP’nin numara yapamadığı bir mesele var ki Trabzon’dan Diyarbakır’a, Konya’dan İstanbul’a toplum en geniş kesimlerinin ortak gündemi: Ekonomi ve onun içinde emekçilerin durumu.
AKP söz konusu emekçiler olduğunda halk düşmanı yüzünü saklama gereği bile duymuyor. “Taşerona kadro” sözünün neden tutulmadığını soran bir işçi çıkıyor Binali Yıldırım’ın karşısına ve Yıldırım işçiyi “Lafı uzatıp zurna yapmayın” diye başından savıyor. İş bulamadığını söyleyen EYT’li kadını “Kocan ne yapıyor?” diye sorup tersleyen Erdoğan gibi. Kadını, erkeği, EYT’lisi, taşeron işçisi, Trabzonlusu, Diyarbakırlısı… İstanbullular 23 Haziran’da AKP’ye yanıt vermeye hazırlanıyor.