Seçim izlenimi için Urfa ve Mardin’den sonra Cizre’ye geçtiğimde, fotoğraf daha da netleşiyor. Topu topu 468 kilometrelik kentin her bir metrekaresine neredeyse iki üç asker, polis düşüyor. Aksini iddia edenler kanıtlarını sunsun! Peşi sıra dizilmiş karakollar, kalekollar, beton duvarlar, arama noktaları… Kim bilir, belki bir gün Berlin’in ortasında kurulu “Terörün Topoğrafyası” gibi dünyaya ün salar. Bundan olsa gerek, bilgisayar, fotoğraf makinesi ve kamera taşımayan bir gazeteci olarak Mardin’de tuttuğum notları imha ediyorum. Lakin sonradan kendim bile okumakta güçlük çektiğim el yazımı “yanlış yorumlayacak” bir savcının iddianamesinde yer almaktansa, beyni biraz daha çalıştırmakta yarar var. Artık kent içinde görev yapan gazetecilerin halini varın siz düşünün.
Bu kent kaç kez yıkılmış, yakılmış, kaç bin insanı göçe tabi tutulmuş, kaç kez baskın yemiş ama yitik olmamış. Kaç kez bilinmez ama zerre bükülmemiş. Bu kent, utandırıyor insanı. Burada bazı şeyler anlatılmaz, bazı şeyler konuşulmaz. En subjektif veriler açıklayan TÜİK’in tüm bilmem ne rakamlarında son sırada yer alan bu kentte, her şey her zaman dile getirilmez. Açlık, yoksulluk, ekonomik kriz, ücret, ikramiye, yevmiye bunlar bu zamanlarda konuşulmaz, sorandan da yüz olmaz! Onların, özgürlük, insan olmaktan doğal hakları, dil ve kimlik talepleri var. Hiçbir şey bu isteklerinin önüne geçmediği için de “partimiz” dedikleri HDP’nin başarısı için çalışıyorlar.
İlk durağım HDP ilçe örgütü oluyor. İçerisi kalabalık, seydalar, meleler, rusipîler, kadınlar, gençler ve çocuklardan geçilmiyor. HDP adaylarından Dr. Serdar Küni ile köy ziyaretlerine katılıyorum. “Muhalif bulamıyoruz” diyor, Küni! Muhalefetsiz HDP’nin uğradığı her köy meydanı adeta miting alanına dönüşüyor. Uzaktan gelen araçları gören köylüler, 5 dakika içinde dolduruyor köy meydanını. Anında halay, alkış, zılgıt, slogan, sevinç gösterisi birbirine karışıyor, toz toprak ve çocuklar… 6 anons aracının tavanları çökmüş. Yolda aracı durdurup, öpen, sevinen, ağlayan kadınlar, anlatılacak gibi değil. “Cizre’nin düşmediğinin sevinç gözyaşlarıymış”, tüm bu teveccüh.
Konvoyun girdiği her köyde çıkmak için Küni, her seferinde inip köylüleri ikna etmek zorunda kalıyor. Her kapıda onlarca çocuk fışkırıyor meydana, 2 dakikanın içinde abartısız yüzlerce çocuk, kaptıkları bayrak, afiş ve bildirileri ivedilikle ulaştırıyor, asıyor. Kimisi evin kapısına, kimisi elektrik duvarlarına asıyor cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın posterini. Tüm engellemelere rağmen halkın ilgisine dikkat çeken Küni, “Kimse kimlik, hak, adalet, özgürlük talebinin dışında hiçbir şeyi istemiyor” diyerek, gözlemimi haklı çıkarıyor.
Konvoya katılanlar arasında gözüm sokağa çıkma yasakları döneminde bir bodrumda yaşamını yitiren Orhan Tunç’un eşi Güler Tunç’a takılıyor. Nasıl olur da bir insan bunca acıya rağmen dimdik ayakta ve en önde diye düşünüyorum. Sonrasını o anlatıyor: “Çok ağır günlerdi. Büyük acılar çektik. O günler gözümün önünden gitmiyor. Gitsin ve bir daha gelmesin o günler. ‘Su su’ feryadını unutamıyorum. Ama herkes bugün görüyor, boyun eğmedik, ayaktayız. Halk iradesine sahip çıkıyor, yılmıyor. Ölümüne bizimle olan bir halk var. 24 Haziran’dan sonra inanıyorum aydınlık günler gelecek. Çocuğunu buzdolabında saklayan ananın, Taybet ananın hesabını soracağız.”
Mehmet Tunç’un eşi Zeynep Tunç da en önde. Onları gören her kadın, sarılıyor, öpüyor, kokluyor, ağlıyor ardından “Serkeftin serkeftin” diyor. Sevinçle gözyaşının aynı anda, bir arada olması ne yaman bir çelişki! Kimin yüzüne baksam bir roman çıkacak kadar yaşanmışlık fışkırıyor. Şaşkınlığımı anlayan Küni, “Ben tüm bu sürecin tanığıyım” diyor ve ekliyor: “Bir halk tamamen ortadan kaldırılmak istendi. Tüm bu can ve mal kaybına rağmen insanlar sadece adalet istiyor. Özgürlük ve hak istiyor” diyor.
Sıcaklık iyice çökmüş, benim dışımda yorgun düşen yok. Öncesinden namını duyduğum ve ilk andan itibaren kapı kapı dolaşan Mele Kasım’a yaklaşıyorum. Mele Kasım’ı kentte tanımayan yok, sevmeyen hiç kimse yok. Sadece bu değil onun ünü! Bilgin, bellek, hazine, mütevazılığıyla hayretler yaratan sevimli bir din insanı. Son bir ayda en az 4 kez gözaltına alınan ama yorulmadan yola devam eden biri. Vekillik teklif edildiğinde, tereddütsüz hayır, diyebilen biri. Gerisini o anlatsın: “Burası insanlığın beşiğidir. Bu önemli günlerde daha çok çalışmak gerekiyor. 40 yıllık emeğin, hayalin gerçekleşmesidir. İradeyi kırmak istiyorlar, kıramıyorlar. Adalet masası kurulana kadar, mücadeleye devam. Bu parti Nuh’un gemisidir, Hazreti İbrahim’in direnişidir.”
Benim pilim bitti, şarjım azaldı, Cizrelilerin hızına yetişmek ne mümkün. Ayrılma zamanı gelmişti, aynı özenle notlarımı yırtıp atıyorum. Sokağa çıkma yasaklarında yaşamını yitirmiş kızının cenazesini alamayan Hezne Arslan’ın bakışları beynime kazınıyor…