Bir yanda atanamadığı için hayatına son veren öğretmen adayları diğer yanda açtığı kadrolara, sınavsız ve liyakat aramaksızın yakınlarını atayan bürokratlar. Bir yanda iş talep ettiği belediyenin önünde kendini yakan işsiz genç diğer yanda “ailesinin geliri var” diyerek bu trajedide kendini aklamaya çalışan belediye. Bir yanda geçirdiği iş kazası sonrası işsiz kalıp oğluna okul forması alamadığı için ölümü seçen baba diğer yanda hükümeti zor durumda bıraktığı için bu ölmüş babaya saldıran yandaş kalemler.
Hayatına son verenlerin trajedisi kadar yıkıcı bir başka şeyse bu büyük toplumsal çürüme. Bir toplumun evlatlarının acısı karşısında nedamet getirmek yerine kendi dirliğini ve sürekliliğini dert edenlerin iktidarıyla karşı karşıyayız. TÜİK verilerine göre, 2015 yılında Türkiye’de 3000’den fazla kişi intihar etti. Bu sayı her geçen yıl artıyor.
CHP Milletvekili Tekin Bingöl tarafından geçtiğimiz hafta yayınlanan intihar vakalarına ilişkin raporda, Türkiye’de geçim sıkıntısı yüzünden intihar oranın arttığı ortaya konuldu. Bingöl’ün raporunda Türkiye’de işçi intiharlarının işsizlik ve güvencesiz çalışmayla doğru orantılı arttığı tespiti yapılarak şu veriler sıralandı: 2013’te 15, 2014’te 25, 2015’te 59, 2016’da 90, 2017’de 89 ve 2018’de de 73 işçi hayatına son verdi.
Son 6 yılda işe bağlı sebepler yüzünden yaşanan intiharların sayısı 5 katına çıkarak 351 oldu. İSİG Meclisi Koordinatörü Murat Çakır, 26 Eylül 2018 tarihli “İşçiler Neden İntihar Ediyor?” başlıklı yazısında “intiharların çoğunun nedeni bilinmemekle beraber bilinenler içinde üç ana neden borç, mobbing ve işsizliktir” yorumunda bulunuyor. Kriz dönemlerinde işçi/işsiz intiharlarının arttığı yönünde çok sayıda bilimsel çalışma bulunuyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her yıl 800 bin insan intihar ediyor, intihar edenlerin 45 binin intihar gerekçesini ise işsizlik ve geçim sıkıntısı oluşturuyor.
Tunalı ve Özkaya’nın “Türkiye’de İşsizlik – İntihar İlişkisinin Analizi” makalesinde 1994 ve 2001 krizlerinde işsizlik oranındaki yüksek artışın intihar sayında artışa yol açtığı tespit ediliyor. Sınıf çelişkilerinin hayatı yaşanmaz kıldığı anlarda seçilen bu bireysel yolun altında sizce ekonomik koşullar ve geçim sıkıntısını baş edilemez hissettiren, onların etkisini arttıran başka toplumsal etmenler yok mu? Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) tarafından 10 Eylül Dünya İntiharı Önleme Günü verilesi ile her yıl yapılan açıklamalardan 2017 yılına ait olanı intihar konusunda önemli bir noktaya değiniyor. TPD ülkede artan toplumsal gerginlik, umutsuzluk ve öfkeye dikkat çekerek şu tespitte bulunuyor “OHAL ve KHK’larla gelen ihraç ve tutuklamalar; toplumsal bölünmüşlük, adalete dair güvensizlik, dünyadan izolasyonun ülke içi ekonomik ve toplumsal yansımalarını, son yirmi otuz yıldır süregelen sorunları ivmeli bir şekilde arttırmıştır.
Ötekine öfke ve kendinden olana koşulsuz hoşgörü adaletin, teknik anlamda hukuk sisteminin çok iyi yapılanmış dahi olsa, işlemesini imkansız hale getirmiştir. İşlemeyen bir adalet algısı öfkenin temel faktörlerinden birisidir ve intihar bir yönüyle öfkenin kendine dönmüş halidir.” İçinden geçtiğimiz dönemde iktidarın yarattığı toplumsal yıkım ve çürüme hepimizin malumu. Çalışma yaşamı, devlet bürokrasisi ve hukuk açısından büyük bir yıkımın eşiğindeyiz ve bu eşik kimilerimiz için aynı zamanda intiharın eşiği.
Adaletsizlik karşısında on binlerin milyonların öfkesini örgütlü güce, kolektif dayanışmaya ve eşitlikçi bir talep hareketine dönüştürmeyi önümüze koymadığımız sürece aynı derdi paylaştığı kalabalıklar içinde yalnız ve çaresiz hissedenlerin intiharına kahrolarak seyirci kalacağız. Sönen her bir yaşam, Türkiye emek hareketinin işsizlik ve yoksulluk pençesindeki yüz binleri örgütlemeyi acil bir görev olarak önüne koyması gerektiğini sarsıcı bir biçimde gösteriyor. Çaresiz kalma değil kolektif bir çare yaratma zamanı.