Dersim olayı üzerine TKP yöneticisi sıfatıyla R. Davos’un KOMİNTERN’e sunduğu rapor sanki yeni ortaya çıkmış gibi, birileri de sanki büyük araştırmalar sonucu bunu bulup yayınlayarak muazzam bir gündem oluşturmuş gibi ilgi çekmeye çalışıyor. Hemen söyleyeyim R. Davos (İ. Bilen) imzasıyla KOMİNTERN’e verilen bu “rapor”u yaklaşık yirmi yıl önce yazdığım “Alev, Duvar ve TKP” ile “Kemalizm, Kürtler ve TKP” kitaplarıma koymuştum. Amacım asla R. Davos’un Dersim olayıyla ilgili yazdığı raporla ilgili düşüncelerini anlatan arkadaşımla polemik yapmak değil. En başta bu niyetimi net olarak söyleyeyim. Zaten bu makalenin tamamı okunduğunda yazının niyetinin ne olduğu kendiliğinden görülecektir. Amacım bu yazının dar sınırları içinde ne TKP’nin tarihini anlatmak, ne bu tarihe yönelik olumlu ya da olumsuz eleştiride bulunmak ve ne de bu konudan hareketle devrimci mücadelenin gündemini “basitleştirmek”, çarpıtmak ve likide etmek değil. Elbette söz konusu bir Kürt şehri olan Dersim olunca konuşulanlar ilgimizi çekiyor.
Deveye demişler “boynun niye eğri”, o da “nerem doğru ki” diye cevap vermiş misali. Değişik politik zaman dilimlerini dikkate alarak ve bu zaman dilimleri aralarındaki farklılıkları unutmayarak başta TKP olmak üzere, “Türk solunun” geneli için söylemek gerekirse; Kürt hakları konusunda karneleri hep zayıf olmuştur. Bu yazının konusu “Türk solunun” Kürt hakları hakkındaki düşüncelerini sorgulamak da değil. Fakat şunu söylemek gerekir. “Tarihi TKP” ile “naylon TKP” ya da “diğer” TKP’ler arasında kronolojik bir bağ kurmak asla doğru değildir. “Tarihi TKP”yi ve “çakma TKP”leri ayrı ayrı ve kendi mecraları içinde ele almak gerekir. Bunlar örgütsel, ideolojik ve politik olarak tamamen ayrı olgulardır. Özellikle zamanlama olarak ayrı dönemlerin oluşumlarıdır. Çakma “komünist parti” orijinli olan TKP’lerden birisinin adını kullanarak Belediye Başkanı seçilen kişi eğer gerçekten o Kürt kentine Dersim ismini vermek istiyorsa hiçbir kuruluşa sormadan, “yasaların” ona tanıdığı hakkı Amed’de değişik isimlerin yenilenmesinde kullanılan yöntemle yapabilirdi.
Evet söylemek istediğimize konuya gelirsek: Dediğim gibi Kürt demokrat hareketi ve devrimci güçlerinin gündemi başkadır. Açlık grevleri ve ölüm oruçları sona erdirildi ama hem global olarak ve hem de özgün kulvardaki mücadele Temmuz sıcağı gibi hala devam ediyor. Bize göre ana gündemlerden biri; Kürtlerin Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesindeki yerleri nedir ve Kürtlerin buralarda rol almaları gerekli midir konusunu tartışmak ve politik duruşlarla böylesine önemli bir konuda tavır belirleme olayıdır. Tüm aydınlar ve devrimci güçlerin bu konuda konum belirlemeleri zorunludur. Kürt halkının “Türk solundan” ve Türk aydınından beklentilerinin başında bu talep gelmektedir. Bu soruya verilecek cevabın içeriği hem Kürt önderlerinin anlatmak istedikleri devrimci rolün anlaşılmasına yardımcı olacak hem de Kürt ve Türk halkının devrimci mücadeledeki birlikteliğinin karakterini açıklığa kavuşturacaktır. Yoğunlaşılması gereken konu budur. Verilecek cevabın devrimci karakteri, hem Türk şoven çevrelerinin “hegemonik” isteklerini kıracak hem de bugünkü devrimci görevin ne olduğunun aydınlatılmasına katkı yapacaktır. Kürt paradigmasının (Fikriyatının) öğrenilip, güçlenmesi ve de halklar arasında eşitlik ve kardeşliğin güçlenmesi için de bu gereklidir. Kürtler, demokratikleşmenin yerleşmesi ve adil bir toplumsal barışın tesisi konusunda görev ve sorumluluk almaya hazır olduklarını ilan etmektedirler. Türk solu ve demokratları bu konudaki fikirlerini ilan ederek, olumlu tartışmalarla belediye seçimlerini de bu temelde ele almalıdır. İşte o zaman İstanbul’un gerçek özerkliğinden (kendi kendini yönetme becerisi) söz etmek olasıdır. İstanbul’da azımsanmayacak bir Kürt nüfusu gerçeğini hemen herkes teslim ediyor, bu kabulle yola çıkarsak olayın önemi kendiliğinden anlaşılır.
İstanbul’un yenilenecek belediye başkanlığı seçimine sayılı günler kala politik gündemin iç olaylardan dış konulara kayacağını varsayarsak Kürtlere yönelen baskıların artacağı da kendiliğinden görülür. Bu açıdan Kürtlere yönelen psikolojik savaşın artacağını da düşünürsek olayın ne kadar önemli olduğu ortaya çıkacaktır. AKP bunun farkında olduğu için bir yandan baskı ve şantajı artırıyor, diğer yandan Kürt illerinde görev yapan ve Diyanet işlerine bağlı olan “cami imamlarını” ve kendisine bağlı belediye başkanlarını İstanbul’a taşıyor. Belirtmek gerekir ki bu imamlar medreselerde yetişmiş Kürt yurtseverleri ve “sivil cumaların” örgütlenmesinde önayak olan Meleler değildir. Şimdi herkese düşen görev, Kürt fikriyatı etrafında birleşmek ve ona katkı yapmaya çalışmaktır.