Avrupa Parlamentosu seçimlerinde sağ popülizmin kıta genelinde gösterdiği yükseliş sonuçlara yansıdı. Buna karşılık Yeşillerin ve liberallerin yaptığı atılım, aşırı sağ yükselişi dengelemiş görünüyor. Kutuplaşma olarak değerlendirilebilecek bu gelişmeler sonucu AB için “gelenekselleşmiş” sayılan orta-sağ ve orta-sol partilerden oluşan “merkez”de bir kayma yaşanması kaçınılmaz. Birçok gözlemci, bu durumu “merkezin çöküşü” olarak yorumluyor.
Aşırı sağ yükselişin her üye ülke için özgün koşulları olmakla birlikte AB’nin bütünü için geçerli ve birbirine bağlı iki temel dinamik üzerinden değerlendirmek mümkün. Birincisi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan özellikle Arap Baharı’ndan beri hacmi katlanarak yoğunlaşan mülteci akını ve ikincisi, özellikle Almanya’nın başını çektiği süper-devletleşme sürecine karşı büyüyen merkezkaç ulus-devlet tepkileri. Bunlara, Okyanus ötesinden özellikle Donald Trump’ın seçilmesini takiben şiddetlenerek esmekte olan otoriter-popülist sağ rüzgarın etkilerini de eklemek mümkün.
Akdeniz’den en fazla göçü alan İtalya ve kıtanın merkezine karadan geçişin kilit ülkesi Macaristan, Avrupa seçimlerinde sağ popülizmin atılım gösterdiği ülkelerin başında geliyor. İtalyan İçişleri Bakanı Matteo Salvini; Fransa, Avusturya, Belçika ve Hollanda aşırı sağını birleştiren bir Avrupa ittifakının (EAPN) oluşmasına da öncülük ediyor. Macaristan’da ise Başbakan Viktor Orban önderliğindeki aşırı sağ parti oylarını artırmış görünüyor. Ama Avrupa Birliği’nin sınır boylarını oluşturan İspanya ve Yunanistan gibi diğer ülkelerde böyle bir yükseliş söz konusu değil.
Mülteci akınına tepki, Orta ve Kuzey Avrupa ülkelerinde de sağ yükselişin en önemli dayanağı. Fransa’da Marine Le Pen önderliğindeki Milli Hareket zaten biliniyor. Son yıllarda, Hollanda, Belçika ve Danimarka’da da mülteci düşmanlığı üzerinden siyaset yapan aşırı sağ partilerin yükseliş kaydettikleri görüldü. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma (Brexit) kararının önemli nedenlerinden birinin de sınır kontrollerini korumak olduğu ortada. Bu verilere ve yükseliş eğilimine rağmen Almanya için Alternatif Partisi gibi Orta ve Kuzey Avrupa’da birçok sağ popülist partinin bu seçimlerden bekledikleri sonucu alamadıkları notunu düşmek gerekiyor.
Mülteci akınıyla yakından bağlantılı ikinci dinamik, kendini konsolide etmeye çalışan merkezi yapı ile ulus-devlet yapıları arasındaki çatışma olarak özetlenebilir. Euro para birimine geçiş ve Avrupa Merkez Bankası’nın üye ülke ekonomilerine müdahaleleriyle ekonomik anlamda büyük ölçüde merkezileşen Avrupa Birliği, ortak bir dış politika ve üye ülkeleri bağlayıcı bir anayasal birlik oluşturma yolunda da adımlar atmakta. Bu durumda merkezdeki iki güçlü ülke olarak Almanya ve Fransa’nın diğer ülkeler üzerindeki ekonomik ve politik hegemonyası, artarak hissedilmekte. Yunanistan’da Syriza hükümetinin yakın zamanda kemer sıkma tedbirleri üzerinden yaşadığı çatışmaya hepimiz tanık olduk. Viktor Orban’ın Macaristan’da iktidara gelişi ise AB merkezinin siyasal hegemonyasına karşı “milli egemenlik” bayrağını yükselterek gerçekleşmişti. Fransa Başkanı Macron ile İtalya İçişleri Bakanı Salvini arasında mülteci politikaları üzerine gerçekleşen söz düellosu hafızalarda tazeliğini koruyor. İngiltere’nin Brexit kararının ardında da Almanya ve Fransa ile tarihsel rekabetinin yattığını görmek mümkün.
Bu koşullar altında Avrupa seçimlerinin anahtar terimlerinden biri “milli egemenlik” oldu. Merkezcil ve merkezkaç güçler arasındaki sürtüşmenin, AB’nin yakın geleceğinde önemli bir rol oynayacağı görülüyor.
Popülist sağın yükselişi, Avrupa dışından esen siyasal rüzgarlarla da ilintili. ABD’de Donald Trump’ın, ülkenin kurucu felsefesiyle pek de uyuşmayan bir “milli beka” söylemi ile iktidara gelmiş olması, Avrupa nüfusunun beyaz/Hıristiyan çoğunluğu için önemli bir ilham kaynağı oldu. Trump’ın söyleminde, benzerleri Putin ve Erdoğan’da olduğu üzere “müesses nizam karşıtlığı” önemli bir yer tutuyor. Avrupa sağ popülizmine baktığımızda bu söylemin hedefine ulus-devletlerin müesses nizamı yanında Avrupa’nın merkezini oluşturan ekonomik ve politik geleneğin de alınmış olduğunu görüyoruz.
Merkezin çöküşü, en çok İngiltere’nin seçim sonuçları için söylenebilir. Brexit Partisi, özellikle muhafazakarları adeta eritirken, İşçi Partisi oyları da büyük ölçüde liberallere kaymış görünüyor. Ama bu sonucun Avrupa Parlamentosu ile sınırlı olduğu ve ülke politikasında iki partinin ağırlığını korumakta olduğu da biliniyor.
Sonuçta, Avrupa Birliği’nde merkez çökmüş değil ama merkez ile merkezkaç eğilimler arasındaki mücadele birçok alanda farklı boyutlar kazanarak büyüme eğilimde.