Kayyum ve AKP’li belediyeler yaptıkları borçlarla dikkat çekiyor. Çerez, çiçek, pasta, şeker gibi harcamalardaki yüksek meblağlar, keza özel banyoların, makamların lüks ve şatafata kavuşturulması dikkat çekiyor. Bu kalemlerdeki yüksek rakamlar bile tek başına kayyumların soruşturmadan geçirilmesini gerektiriyor. Daha da önemlisi, bugün bu tablo ile karşılaşılacağı Sayıştay’ın 2018’de yayımladığı Kamu İdareleri Denetim Raporu ile dile getirilmiş.
Raporda, kayyum atanan belediyelerdeki usülsüzlükler tek tek sıralanırken, üçü büyükşehir olmak üzere, 13 belediyede toplam 196 usulsüzlük tespit edildiği vurgusu var. Örneğin, Mersin Akdeniz’de Belediyenin üçüncü kişilere kiraya verdiği 43 adet gayrimenkul hesaplarda gözükmüyor. Siirt Belediyesi’nde de 567 taşınmaz tapu kayıtları da bulunmadı. Van Belediyesi Kültür Hizmetleri Müdürlüğü’nün önemli günlere ait organizasyon ve reklam harcamalarının 5 milyon TL’ye ulaştığı ortaya çıktı. İşte Büyük bölümü borçsuz olan belediyelere el konulduktan sonraki tablo…
Kayyumun bıraktığı borç
Mardin Büyükşehir 1.26 milyar
Van Büyükşehir 1.5 milyar
Batman belediyesi 307 milyon
Siirt Belediyesi 115 milyon
Yüksekova 680 milyon
Cizre Belediyesi 200 milyon
Dersim Belediyesi 68 milyon
Şavşat 15 milyon
Lice 3.6 milyon
Güç bende yürüyüşü
AKP iktidarının giderek otoriterleştiği artık bizzat AKP içinden de dillendirilmeye başlandı. 31 Mart yerel seçimleri, otoriterleşmenin zirve yaptığı bir sürecin de adı oldu. Erdoğan’ın, “cumhurbaşkanının yanında olduğu bir büyükşehir belediyesi, ilçe belediyeleri onlar da güçlü olur.” (29 Mart 2019) ifadesini hatırlayalım. Güç olmaktan bahsediliyor. Bu yüzden de bir yerel seçim, referandum ya da genel seçimi aşan bir havada yapıldı. Güç olursan bir şeyler yapabilirsin. Burada bir hukuktan bahsedilmiyor. Çünkü sistem bir anlamda kendi işleyiş mantığından kopartılıyor. Bu aynı zamanda güvensizliğin yeniden inşası kurulması oluyor ki, gerçekte korkutan yanı da bizzati burası.
En somut örneği YSK’nin seçimlere ilişkin aldığı kararlar… İstanbul seçiminin iptali kadar gerekçelerinin ikna edici olmayışının nedeni tam da işleyişin kendi iç mantığından koparılmasıdır. Gürültünün kopmasına yol açan da o oldu. Hem otoriterleşmenin YSK kararı ile bizzat ortaya konulması hem de bunun toplum vicdanında yol açtığı travma… Adalet duygusu toplumda en dip noktaya varmış durumda. Şu son birkaç günde yaşananlar dahi tabloyu göstermeye yeter. Seçimden HDP’li aday birinci çıkmasına karşın mazbatanın çok az oy alan AKP’liye verilmesi. Ekrem İmamoğlu’nun mazbatayı aldıktan sonra belediye hesaplarını kontrol etme girişiminin engellenmesi. Kayyumların yol açtığı zarar ve ziyanların halka duyurulmasının engellenmesi. Dersim’de kayyum döneminde yapılan parktaki büfede denetime giden zabıtaların gözaltına alınması vs. “Cezasızlık algısının yaygınlaşmasına asla müsaade etmemeliyiz” derken bu güç pratiğine dokunulacak mı? Önceki gün açıklanan “yargı reformu” bunu önleyecek mi?
Doğu Raporundan bugüne
Bugün Hüseyin Cevahir’in ölüm yıl dönümü. O ünlü “Mahir, Hüseyin Ulaş, kurtuluşa kadar savaş” sloganında adı zikredilen 70’lerin devrimci gençlik önderlerinden. 1 Haziran 1971’de Mahir Çayan ile birlikte bir kaçırma eylemi sonrası kuşatıldıkları İstanbul Maltepe’de yapılan operasyonda yaşamını yitirdi. Dersim’li Hüseyin Cevahir, günümüzde çok bilinmese de 70’lerin o hızlı devrimcilik günlerinde edebiyat yazıları ve araştırmalarıyla da dikkat çeken bir isim. Bunlardan biri olan Doğu Anadolu Raporu o dönem oldukça ses getirmişti. Raporun bugün dahi güncelliğini koruması aynı zamada önemini de ortaya koyuyor.
Sanat ve kültür üzerine yayınlanmış çeşitli yazıları yanında, Küba Devrimi üzerine de bir yazısı bulunan Hüseyin Cevahir’in Aydınlık Sosyalist Dergi (mayıs 1970-sayı 19) de çıkan Doğu Anadolu Raporu’ndan günümüze bir özet: “Hangi taraftan tutulursa tutulsun, bir bozukluk bir kokmuşluk ve bir yolsuzlukla karşılaşmaktasınız. İktidar bu durumu iyi bildiği için dikkatleri bilinçli bir biçimde başka tarafa çekmekte; yoğun bir “Kürtçülük” akımı olduğunu yaymaktadır. Oysa Kürtçülük yoktur. Olan kendi anadilini kullanma hakkına sahip eşit vatandaş olma özlemidir ve ancak gerçek eşitlik şartlarında Türkiye halkının gerçek birliği ve kardeşliğinin inancıdır.”