Önceki gün, HDP ekolojiden arkadaşlarımız Sema Kaygusuz’un yazdığı yazıyı paylaştı. Yerelde ekolojik özerklik yazısını okurken ülkenin her yerinde maden, enerji şirketlerinin yaşamı mahkum ede ede yayılışlarına örgütlü yerel özerkliğin; sürdürülebilir kalkınmanın hepimizi soktuğu girdaptan çıkış yollarını da arayarak sürdü yazarla buluşmamız. Halkın yönetimi ile hepimizi kapitalizm çarklarından çıkarabileceği umudu besledi yüreğimizi.
Çöp ve enerji yazının örnekleri arasında. Halkın kooperatifleri ile çözümlere ulaştık.Ardından kapitalizmin süreçlerinden çıkan atıkların yazının kapsamındaki evsel nitelikli atıklardan daha kompleks olduğu gerçekliği okuduklarımıza eklemlendi.
Çöp kapitalist üretimlerin baş edemediği, gözden ırak yerlere attığı, atmaya çalıştığı artıklar evlerden ürettiklerimizden oldukça farklı. Bu günlerde kapitalist üretim artıkları, o gözden ırak yerlere sığmadığından olsa gerek entegre atık tesisleri olarak tanımlanacak yerlere gömülmesi, yakılması meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu atıklar karıştırılıp, içinde ne olduğu belirlenemeyecek şekilde bu tesislere gelecek. Yakma ve gömme işlemleri sonucunda açığa çıkan emisyonların etkileri ise yıllarca canlıları hastalıklara mahkum etmeyi, yaşamı geri dönüşümsüz yıkmayı sürdürecek.
Meralarla ilgili “yasal” düzenleme yapılmasından sonra, 2018 ve 2019 yılında geçirilen torba yasalarla kıyı kanuna ilişkin düzenlemeler de bunlara eklendiğinde artık kıyıların, meraların altının, göllerin içinin atık depo sahası olması “yasal”laşmış olduğu bir dönemi yaşıyoruz bir yandan.
Şimdi doğal alanların her köşesini entegre atık sahası yapma “yasal”. Entegre tesislerin içinde enerji üretim ve yakma tesisleri de var. Bodrum’dan Tekirdağ’a Mersin’e kadar pek çok yerde bu tesisleri oluşturma çabasını sürdüyorlar.
Maden çıkarma ve işleme tesisleri yaygınlaşan, yayılan üretimlerin, 2008 krizlerinden sonra dağları daha çok işgal eden diğer kapitalist süreçlerin başında geliyor. Tek başına var olmuyor bu işletmeler. Devlet, diğer kapitalist üretimlerdeki gibi tüm desteği ile arkasında. Su şirketleri ile su havzasını birlikte kullanıyorlar. Dereleri yeraltı sularının kullanım hakkını alıp suları ticarileştiren şirketlerin ilk müşterisi maden işletmeleri. İnşaat şirketleri de dağlara giden yolları ve yapıları yaparak maden işletme süreçlerini hazırlıyorlar.
Maden şirketi önce ruhsatlı alan ediniyor. Sonra işletme için ÇED başvurusu yapıp bakanlıktan onay alıyor ve dağların içinde taş ocağı veya maden çıkarma için izin aldığı ocaklardan kayaçları dinamitleyerek çıkarıp taşıyor, kırıyor, asitle, veya siyanürle çözüyor, içinden istediği metali (bakır, altın, gümüş vd) alıyor. Kalan tonlarca atık su, içinde tonlarca toksik metallerle atık havuzlarına atılıyor.
Yenilenebilir kaynak olarak tanımlı JES’lerde ve diğer enerji kaynağı olan kaya gazı eldesinde durum biraz daha farklı, işin içine yüzlerce ilave kimyasal da ekleniyor.
Birkaç yıl sonra üretim alanı bu işletmelere yetmiyor, yavaş yavaş işletme sınırlarını genişletiyorlar, atık gömü alanları için yeni doğal alanlar kullanılmaya başlıyor. Ve artık bunlar için yeni izinlere gerek bile duyulmuyor.
İşletmelerin yakınında yaşayan köyler o bölgeden zorla gönderiliyor. Evler yok pahasına ya da çok pahasına işletme tarafından önce satın alınıyor sonra kakanlara el konuyor.
Örnekleri hemen yanı başımızda sürmekte. Kütahya-Dulkadir, Uşak-Eşme, Mardin Mazı köyü, Bergama’da vd. yerlerde maden işletmeleri, Aydın’dan başlayan Çanakkale’ye kadar JES’ler, Diyarbakır Silvan Hozat arasından başlayan bölgeye giderek yayılacak olan kaya gazı sondajları…
Yayılıyorlar. Sermaye birikim hızlarına ise yaşam yeniliyor.
Biz’ler ekoloji siyaseti ile özümüzü, kendimizi, kentimizi yönetmeyi hedefleyenler, yaşamı ekoloji perspektifi ile özgürleştirmeyi, özgürleşmeyi hedefleyenler, bunu halkın iradesi ile yapabileceğini biliyor.
S. Kaygusuz’un yazısı; halkın iradesini ekoloji perspektifi ile düşünmeyi sağlayan şirketlere karşı çözümlerin de var olacağını gösteren iyi bir perspektif. Buluşmak üzere.