Hazar Aksoy
Yaşamının en büyük ve en önemli bölümünü basın-yayın dünyasında geceli-gündüzlü çalışarak geçirmiş biri olarak, eşimin neredeyse ilkokuldan itibaren adeta bir ‘kitap canavarı’ olması elbette ki beni çok mutlu ediyor. Tamam bu yüzden, evimizin bütçesinin önemli bir bölümü kitaplara gidiyor ama insan okumasa, araştırmasa ve öğrendikleriyle insanca bir yaşam ve mücadele içine girmese; yani adeta ‘ot gibi’ yaşasa daha mı iyi olurdu? Mesai zorunluluğundan epeyce uzaklaşmış bir insan olarak bugünlerde, okumaya daha fazla zaman ayırabiliyorum. Bu sayede, daha önce okumadığım ve hatta yazarının adını bile hiç duymadığım kimi kitapları da okuma şansına erişmiş bulunuyorum. Kendi okuma sırama sadık kalmaya çalışsam da, eşimin önerdiği kitapları da elime aldığım ve kısa zamanda bitirdiğim oluyor. Ancak bunu yaparken, ön yargılarımı da kırmak gerekiyor. Örneğin ben kimi eleştirileri olsa da Sovyetler Birliği deneyiminin -özellikle de başlarda- sosyalizmin doğru anlaşılıp, uygulandığı bir model olduğunu savunan bir sol örgütün eğitiminden geçip, şekillenmiş biriyim. O yüzden, Leninist modeli eleştiren makale ve romanları pek sevmem. Hatta Stalin’e yönelik kimi eleştirilerde de biraz ketum sayılırım.
Savaştan sonra…
O nedenle, eşimin önerdiği “Köpek Kalbi” isimli kitabı önce ‘korkarak’ elime aldım ama hemen bitirdim. Bu kitabı sevince, daha kalın, daha zor ama bir o kadar da akıcı bir dünya şaheserine sıra geldi: “Usta ve Margarita”. Sovyetler Birliği’nin kuruluş yıllarındaki eksiklikleri, yanlışlıkları böylesine muhteşem fantastik romanlarla anlatan Mihail Bulgakov’a siz de hayran olacaksınız. İsterseniz, şimdi de Bulgakov’u tanıyalım: Mihail Bulgakov, 15 Mayıs 1891 günü Ukrayna’nın Kiev şehrinde dünyaya geldi. Annesi öğretmen, babası ise Kiev İlahiyat Akademisi’nde hocaydı. Bulgakov’un iki büyükbabası da Ortodoks rahibiydi. Babası Afanasiy, 1907’de ölünce; annesi tekrar evlendi. Annesinin ikinci kocası doktordu. Bulgakov’un üniversitede okumasında ve dine olan mesafesinde etkili oldu; buna rağmen Bulgakov doğaüstüne olan merakından hiç vazgeçmedi. Bulgakov, liseyi bitirdikten sonra Kiev Üniversitesi’nde tıp okudu. Yetenekli bir piyanist olan Tatiana Nikolayevna’yla evlendi. Birinci Dünya Savaşı sırasında cephe ve taşra hastanelerinde hekimlik yaptı. Savaş bittikten sonra tüm zamanını yazmaya verdi. 1921’de Moskova’ya taşındı ve Halkın Eğitimi Müdürlüğü’nde çalışmaya başladı.
1928’de ‘Usta ve Margarita’yı yazmaya başladı
Ukrayna’daki bir Beyaz Rus ailenin 1914-1921 arasındaki hayatını anlatan Beyaz Muhafız (1925) romanını bu esnada yazmaya başladı. Bu sırada, ilk eşinden ayrıldı ve Liyubov Evgenevna Belozerskaya ile evlendi. 1924 yılında yazdığı bilim-kurgu hikâye “Ölümcül Yumurtalar”, “Sovyet yönetimine yapılmış arsız bir iftira” olarak şikâyet edildi. Ertesi yıl yazdığı Köpek Kalbi (1925) ise bilim-kurgu kisvesinde bir Sovyet yaşamının eleştirisiydi ve basılamaz kabul edildi.
Moskova Sanat Tiyatrosu’yla çalışmaya başlayan Bulgakov, 1928 yılına kadar Moskova’da üç başarılı oyun sahneledi. Bunlardan “Turbin Günleri”, Beyaz Ordu’yu iyi bir şekilde resmettiği için şimşekleri üzerine çekse de, Stalin’in en sevdiği oyunlardan biriydi. 1929 yılında yasaklandı, 1932 yılında tekrar repartuara alındı. Eserleri yayımlanmayan, tiyatro oyunları yasaklanan Bulgakov, yurtdışına gitmek için devletten izin isteyince, Stalin’den bir telefon aldı. Stalin’in teklifiyle Moskova Sanat Tiyatrosu’nda yeniden çalışmaya başladı. Stalin’in 60. doğum günü için sipariş edilen “Batum” (1939) isimli oyunu sansür heyetinden geçti; ancak Stalin tarafından reddedildi. Bulgakov, en ünlü eseri “Usta ile Margarita”yı yazmaya 1928’de başladı; ancak yayıncılardan ve devletten gördüğü baskı yüzünden kitabı yayımlatamadı ama ölümüne kadar üzerinde uğraşmaya devam etti.
Bulgakov ırsi böbrek hastalığı yüzünden 10 Mart 1940’ta öldüğünde, Sovyet Yazarlar Sendikası tarafından bir cenaze töreniyle uğurlandı. Eserleri, Sovyetler Birliği’nde 1962 yılından sonra yayımlanabilen Mihail Bulgakov’un dünyaca ünlü kitapları, başta İletişim, İş Bankası ve İthaki olmak üzere birçok yayınevi tarafından Türkçeye de çevrildi. Okumanızı ‘şiddetle’ öneriyorum…