Partisinin grup toplantısında konuşan HDP Eşbaşkanı Pervin Buldan, İmralı’daki tecridin kaldırılmasının önemine vurgu yaptı. İstanbul seçimlerinin yenilenmesine ilişkin de konuşan Buldan, YSK kararına tepki gösterek, ‘Gelin bu hukuksuzluğa 250 bin farkla cevap verelim’ çağrısında bulundu.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Meclis’te partisinin haftalık grup toplantısında konuştu.
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sonlanması talebiyle başlatılan ve Öcalan’ın çağrısıyla sonlandırılan açlık grevi eylemlerine değinerek konuşmasına başlayan Buldan,“Bugün grup toplantımızı yaşamın kazandığı, geleceğe dair umut ve beklentilerimizin biraz daha arttığı bir ortamda yapıyor olmanın sevincini yaşıyoruz. Evet, tecride karşı Leyla vekilimizin 8 Kasım’da, cezaevlerindeki binlerce siyasi tutsağın da 27 Kasım’da başlattığı, Hewler’den Strasburg’a kadar yayılan açlık grevi ve ölüm orucu Sayın Öcalan’ın çağrısıyla 26 Mayıs itibariyle sona erdi” dedi.
‘Direnmek yaşamaktır’
Bu süreçte can kaybının yaşanamaması için yoğun çaba sarf edildiğini ancak 8 kişinin yaşamını yitirdiğini hatırlatan Buldan, “Açlık grevi ve ölüm orucunun daha fazla can kaybı ve kalıcı sağlık sorunu yaşanmadan sona ermiş olması hepimizi ve tüm demokratik kamuoyunu umutlandıran önemli bir gelişme olmuştur. Hukuksuzluğa karşı bedenini açlığa yatıranların vermiş olduğu bu mücadele demokrasiye, barışa ve tüm Türkiye halklarına kazandıracaktır. En nihayetinde yaşam kazanmıştır. Artık şunu herkes bilmelidir ki, halkların taleplerine asla karşı durulamaz. Ve halklar da şunu iyi bilmektedir, direnmek yaşamaktır. Yaşam direnmek” şeklinde konuştu.
Annelere selam
Buldan, beyaz tülbentli annelerin mücadelesini de selamlayarak, “Değerli annelerimiz, sizler canınızın canına, insanlık için direnenlere yoldaş oldunuz, ses oldunuz, çığlık oldunuz. Barışa, adalete, aydınlığa, yaşama yürekten bir çağrı oldunuz. Sizler beyaz tülbentinizle, yaşamın, barışın, adaletin bayrağını dalgalandırdınız. O beyaz tülbentler insanlığa karşı geliştirilen bütün saldırılara ve suçlara karşı birer siperdir” dedi.
Çözüm sürecinde Türkiye farklı bir noktaydı
Açlık grevlerinin tecrit altında yaşam dayatmasına itiraz olduğunu vurgulayan Buldan, konuşmasına şöyle devm etti: “Açlık grevleri, bu karanlık sürecin böyle devam ettirilemeyeceğini, tecrit politikasıyla ülkenin yönetilemeyeceğini herkese göstermiştir. 4 yıl aradan sonra Sayın Öcalan’la avukat görüşlerinin yapılabilir olması elbette olumlu ve önemli bir aşamadır. Anayasal ve yasal bir hak olan avukat-aile görüşünün kesintiye uğratılmadan sürdürülmesi önem taşımaktadır.
Hatırlayalım, İmralı tecridinin başladığı 5 Nisan 2015’ten bu yana ülkenin nerelere savrulduğunu hep beraber yaşadık ve gördük. Çözüm sürecinin sonlandırılıp tecrit politikasının devreye konulmasıyla birlikte ülke darbe ortamından OHAL sürecine, bölgesel savaştan derin ekonomik ve toplumsal krize varıncaya kadar her alanda kaos ve krizlerle karşı karşıya getirildi. Oysa çözüm sürecinde Türkiye çok daha farklı bir noktadaydı. Umutlar ve geleceğe dair güven artmıştı. Can kayıpları ve gözyaşları durmuştu. Barışa yaklaşılmıştı.
Cumhuriyetin demokratikleşmesi süreci hız kazanacaktı. Demokratik çoğulcu bir anayasa ile yönetiliyor olacaktık. Ancak ne yazık ki sürecin bitirilmesi Türkiye’ye ve topluma 4 yıl kaybettirdi. Bir kez daha vurgulamak isterim ki demokratik çözüm ve barış olmadan bu ülkenin düzlüğe çıkamayacağını, tam tersine daha da dibe vuracağını bu 4 yıl acı bir şekilde göstermiştir. İmralı tecridinin tümden kaldırılarak, diyaloğun biran önce başlatılması; Kürt sorunu, demokrasi sorunu başta olmak üzere gerek içeride kangrenleşen sorunları, gerekse Suriye merkezli bölgesel sorunları demokratik müzakere yoluyla ve barışçıl bir perspektifle çözme imkânını yaratacaktır. Bu anlamda gerekli adımların atılması hükümet ve devlet başta olmak üzere tüm siyaset kurumunun, parlamentonun ve demokratik kamuoyunun önünde önemli bir görev ve sorumluluk olarak durmaktadır.
Başka çıkış yoktur
Tek adama dayanan baskıcı yönetim anlayışıyla, demokratik toplum iradesini yok sayan zihniyetle, güvenlikçi politikalarla, hukuk dışılıkla ülkenin yönetilemeyeceği, demokratik taleplerin bastırılamayacağı görülmelidir. Tüm sorunların çözümü ancak ve ancak demokratik siyasetle, diyalog ve demokratik müzakere ile toplumsal uzlaşıyla mümkündür. Türkiye eninde sonunda demokratik çözüm ve barış çizgisine evrilecektir. Başka bir çıkış yolu yoktur. Ya Kürt sorunu, demokrasi ve adalet sorunları çözülecek ya da ülke, devlet, iktidar çözülecek. Devleti ve iktidarı çözüm çizgisine getirecek olan da demokratik toplumsal mücadelenin büyüklüğüdür. Halkların barışta olan ısrardır.
Demokratik muhalefeti büyüteceğiz
Demokrasiden, barıştan, adaletten, emekten yana olan tüm kesimlerin, demokratik siyaset yürüten herkesin bu ülkeyi faşizmin karanlığında tutmak isteyen tekçi zihniyete ve onun hukuksuzluklarına karşı hep birlikte mücadele etmesi, tecrit politikalarının karşısında olması ve demokratik çözümü zorlaması önem taşımaktadır. Halkların Demokratik Partisi olarak demokratik siyasette ve barış çizgisinde ısrar edeceğiz. Tecrit başta olmak üzere tüm hukuksuzluklara, adaletsizliklere karşı demokratik barışçıl siyasal mücadelemizi daha da yükselteceğiz. Demokratik muhalefeti halkımızla ve demokrasi ittifakıyla daha da büyüteceğiz. Demokratik mücadelenin sonu mutlaka demokratik müzakere olacaktır.
Minareyi kılıfa uyduramadılar
Açlık grevleri bu ülkedeki tüm hukuksuzluğa karşı bir itirazdı dedik. İşte Hukuk dışılıkta gelinen son noktayı YSK’nın İstanbul kararında gördük. YSK’nın, 250 sayfalık gerekçeli kararı tam bir hukuksuzluk belgesidir. Hukuk fakültelerinde hukuksuzluğa örnek olarak okutulmalıdır. YSK’nın 7 üyesi, 250 sayfalık gerekçeli kararlarıyla aynı zamanda kendileri hakkındaki iddianameyi de yazmış oldular. Şimdiden tarihe not olarak geçsin bu söylediklerim. Evet, herkes YSK’yı bekliyordu, irade gaspını nasıl savunacak diye. 250 sayfa uydurdular. Savunamadılar. Minareyi çaldılar ama kılıfına sığdıramadılar. Her şey ortada.
Gelin farkı 250 bin yapalım
AKP Genel Başkanı ne diyordu? ‘Organize oy hırsızlığı var’ diyordu. YSK kararında tek bir oy hırsızlığından söz edilemiyor. Çünkü ortada oy hırsızlığı yok, organize bir şekilde İstanbul halkının iradesinin YSK eliyle gasp edilmesi var. Şunu unutmasınlar: Asıl gerekçeli kararı İstanbul halkı 23 Haziran’da sandıkta yazacak. Hiç merak etmesinler. Ben İstanbul halkına da buradan çağrı yapıyorum: YSK’nın 250 sayfalık hukuksuzluğuna karşı gelin 23 Haziran’da öyle güçlü bir cevap verelim ki fark 250 bin olsun. Bunlar başka türlü anlamayacak çünkü.
İstanbul halkı size tövbe ettirecek
AKP’nin bir sözcüsü seçmenlerine ‘23 Haziran’a kadar bizi idare edin, sonrasında tövbe ederiz’ diyor. 23 Haziran sonrası toplu tövbeye çıkacaklar anlaşılan! Günahları çok çünkü. Merak etmeyin, İstanbul halkı 23 Haziran günü size sandıkta tövbe ettirecek. Recep Bey, ‘7 Haziran, 24 Haziran, 31 Mart bize bir dersti’ diyor. Ama bu dersten halen anlamamışlar. Şimdi 23 Haziran’da en büyük dersi alacaklar. Bizim belediyelerimize karşı her türlü hukuk dışı yol ve yöntemlere başvuruyorlar. Sandıkta kazanamadıklarını gayri meşru yollarla almaya çalışıyorlar. Buna izin vermeyeceğiz. Gerekirse halkımızla birlikte belediyelerimizin önünde 7/ 24 saat irade nöbeti tutarız ve o belediyelerimizi yine teslim etmeyiz.
Hukuksuzluk önce bölgede başladı
Bu irade hırsızları şunu da bilsin ki çalınan oylarımızın da, gasp edilen belediyelerimizin de hesabını 23 Haziran’da sandıkta bir bir soracağız. 23 Haziran İstanbul seçimleri bizim için aynı zamanda Şırnak, Muş, Bitlis, Tatvan seçimidir. Bağlar seçimidir. Gasp edilen 6 belediyemizin seçimidir. Hırsızlığa karşı halk iradesinin galip geleceği bir seçim olacaktır.
Türkiye’nin demokratik vicdanına, demokrasiden yana olan tüm kesimlerine buradan çağrıda bulunuyorum. HDP’nin kazandığı belediyelere yöneltilen hukuk dışı saldırılar karşısında sessiz kalmayın. Sesinizi, itirazınızı mutlaka yükseltin. Hukuk dışılığı önce Bölge’de devreye sokuyorlar sonra tüm ülkeye yayıyorlar. Tatvan’da 9 belediye meclis üyemizi görevden uzaklaştırarak, HDP’nin belediye meclisindeki çoğunluğunu kaybettirdiler. Ankara’da Belediyelerimize çöreklenmek isteyen bir çete var. Biz bu çeteyi gayet iyi tanıyoruz. Eğer demokratik kamuoyu ve demokrasi güçleri buna sessiz kalırsa bu çete bundan cesaret alarak ileride aynı gasp yöntemini batıda da uygularlar. Sustukça sıra size gelir ve geliyor da. Bu hukuksuzluklara, gayri meşruluklara karşı hep birlikte omuz omuza mücadele edelim ki hep birlikte kazanalım. Faşizmi hep birlikte yenelim.
Halfeti’deki işkence
Bu ülkeyi karanlıkta bırakmak, toplumu korkutarak sindirmek isteyenlerin varlığını biliyoruz. İşte Urfa Halfeti’de dünyanın gözü önünde insanlara yapılan insanlık dışı işkence ortada. Gözaltına alınanlar ters kelepçelendikten sonra yüzüstü yere yatırılarak işkence yapıldı. İşkence gözaltında da sürdürüldü. Gözaltına alınanların kafalarına torba geçirildiği, falaka, elektrik şoku, dayak, hakaret ve cinsel saldırıda bulunulduğu ve bu kişilerin gördükleri işkenceler sonucu kafa, kol ve bacaklarının kırıldığı, yüzlerinin tanınmaz hale geldiği bilgileri kamuoyuna yansıdı. Bu süreçte Halfeti’ye giriş-çıkışlar yasaklandı, bu olay bahane edilerek Suruç’ta aralarında çocukların da bulunduğu ve tarım işçilerini taşıyan bir minibüs tarandı. 6 tarım işçisi yaralandı, darp edildi, tehdit edildi.
Halfeti’de yapılanlar, insanlık düşmanı anlayışın son pratiğidir. Bu anlayışı biz Cizre’den, Sur’dan, Nusaybin’den Suruçlu Şenyaşar ailesinin başına gelenlerden, Mardin’den, Muğla’dan, Batman’dan, birçok yerden çok iyi tanıyoruz. Faşist devlet politikasının son örneğidir Halfeti. İşkenceye sıfır tolerans diyen AKP iktidarının sorumluluğunda yaşanıyor Helfeti işkencesi. İşkenceye sıfır tolerans değil, işkenceciye sınırsız tolerans anlayışıyla karşı karşıyayız. Buradan Hükümeti uyarıyor ve çağrı yapıyoruz: Halfeti’den elinizi çekin. Halfeti’deki işkenceciler hakkında derhal gereğini yapın. HDP olarak Halfeti’de yaşanan işkencenin peşini bırakmayacağımızı, hukuki zeminde bunu hesabını soracağımızın bilinmesini isterim.
Hizbullahçılar tahliye ediliyor
Halfeti’de insanlık dışı işkence yapılırken, diğer yandan ise devlet adına faili meçhul cinayetler işleyen, aralarında DEP Milletvekili Mehmet Sincar suikastının failinin de bulunduğu Hizbullahçılar birer birer tahliye ediliyor. Siyasetçiler, milletvekilleri, belediye başkanları, gazeteciler düşünce ve ifadelerinden dolayı cezaevlerinde ama insan öldürenler tahliye ediliyor. Hukuk dışılığın ve devletin durduğu yerin resmidir bu. Hizbullahçıları tahliye eden yargı, Roboski Katliamının faillerine dokunmuyor, katliamda kardeşi ve yakınını kaybeden Veli Encü’yü tutukluyor. Milletvekilimiz Ferhat Encü 3 yıldır rehin tutuluyor. Roboski’de aynı zamanda hukuku da, adalet duygusunu da katlettiler. Biz, zalimin karşısında mazlumun yanında durarak adaleti ve hakikati haykırmaya devam edeceğiz. Adalet gelene kadar da susmayacağız.
36 kadın katledildi
Adaletsizliği en fazla yaşayan toplumsal kesimin başında kadınlar geliyor. Kadınlara yönelik eril şiddet çok yönlü şekilde sürdürülmektedir. Kadınların yasal hakları kısıtlanmakta, yaşam hakkı, meşru müdafaa hakkı yok sayılmakta; afaka ve sosyal yardımlara göz dikilmektedir. Mevcut durumda zaten kanayan bir yara olan kadın yoksulluğu hükümet eliyle daha da ağırlaştırılmaktadır. Bakınız kayıt altına alınan rakamlara göre sadece nisan ayında 36 kadın katledildi. Savaşta değil, doğal afette değil, trafik kazasında değil; erkek şiddetinde 1ayda 36 kadın öldürüldü, 36 yaşam söndürüldü.
Nevin Yıldırım değildir
Çok açık ifade etmek isterim ki kadın cinayetlerini önleyici tedbirleri almayan, kadınları korumayan hükümet birincil sorumludur. İşte bakın önümüzde ibretlik bir olay var. Nevin Yıldırım müebbet hapis ile cezalandırıldı ve geçtiğimiz hafta Yargıtay da bu cezayı onadı. Bedenini, yaşamını korumak kadın için haktır ve bu hak cezalandırılamaz. Nevin Yıldırım suçlu değildir, yalnız da değildir.
Gezi ruhu
3 gün sonra 31 Mayıs Gezi Direnişi’nin başladığı tarihtir. Bu vesileyle Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük başta olmak üzere Gezi’de yaşamını yitirenleri saygıyla anıyorum. Buradan ayrıca tutuklu bulunan Sevgili Sırrı Süreyya Önder’e de özel selam ve sevgilerimizi yolluyoruz. Evet Gezi direnişi, halklarımızın eşitlik, özgürlük ve adalet talebiydi. Gezi ruhu bugün de aynı canlılığını korumaktadır. Bu ruh 7 Haziran’da, 1 Kasım’da, 16 Nisan’da, 24 Haziran’da, 31 Mart’ta halklarımıza ve demokrasiye kazandırdı. 23 Haziran’da da aynı özgürlük ruhuyla halklarımız kazanmaya ve destan yazmaya devam edecektir.”
HABER MERKEZİ